Cihâd (ﺟﻬﺎﺩ), Kubbealtı Lugatı’nda, Arapça “çok çalışmak” anlamındaki “cehd” kelimesinden türemiştir. Mânâsı, “İslâm nizâmını yeryüzünde hâkim kılma ve bu nizâmı savunma maksadıyle din uğrunda ve Hak yolunda yapılan savaş ve gazâ”dır. Bu yüzden Töreli edebî dairede sürekli olarak cihâd ehli olmak telkin edilir:
“Tevhîde koşmuş ehl-i cihâdın birer birer
Zer hatla tâk-ı arşa yazılsın gazâları” (Yahyâ Kemal).
“Bize güç ver… Cihat meydânını
Pehlivansız bırakma Allah’ım” (Ârif N. Asya).
Ahmet Özel’in Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde aktardığı bilgilere göre “cihâd”, “Kur’ân-ı Kerîm’de isim olarak dört, bundan türeyen fiil şeklinde yirmi dört yerde geçmektedir; “cihad eden” anlamındaki mücahid ise iki âyette zikredilmektedir. Bu âyetlerin bir kısmında (meselâ bk. et-Tevbe 9/41, 44, 81, 86) cihâd kelimesinden doğrudan savaşın kastedildiği anlaşılmakta, bir kısmında da cihâd “Allah’ın rızâsına uygun bir şekilde yaşama çabası” şeklinde özetlenebilecek olan genel anlamıyla geçmektedir. Cihadla ilgili birçok hadis-i şerif de mevcutttur. Bunlar bazı müstakil eserlere konu olduğu gibi hadis mecmualarında da “kitâbü’l-cihâd” veya “fezâilü’l-cihâd” başlıkları altında toplanmıştır. Genel anlamda cihâddan ve faziletinden bahseden hadisler yanında kime karşı ve nasıl cihâd yapılacağına dair çeşitli hadisler de vardır. “Mücahid nefsiyle cihad edendir” (Tirmizî, “Feżâʾilü’l-cihâd”, 2); “Mümin kılıcı ve diliyle cihad eder” (Müsned, III, 456); “Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dillerinizle cihad edin” (Müsned, III, 124; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 17); “Cihadın en faziletlisi zalim sultanın yanında hakkı söylemektir” (Ebû Dâvûd, “Melâḥim”, 17; Tirmizî, “Fiten”, 13) meâlindeki hadislerle Hz. Peygamber’in, ümmetin içinde yapmayacakları şeyleri söyleyen ve emrolundukları şeyleri yapmayan nesiller ortaya çıkacağını haber vererek, “Kim onlarla eliyle cihad ederse o mümindir, kim onlarla diliyle cihad ederse o mümindir, kim onlarla kalbiyle cihad ederse o mümindir” (Müslim, “Îmân”, 80) demesi, savaşa çıkmakta olan İslâm ordusuna katılmak için gelen birine annesinin ve babasının hayatta olup olmadığını sorarak hayatta olduklarını öğrenmesi üzerine, “O halde onlara hizmet yolunda -nefsinle- cihad et” (Buhârî, “Cihâd”, 138; Müslim, “Birr”, 5) buyurması ve Hz. Âişe’nin, “Ey Allah’ın resulü! Görüyoruz ki cihad amellerin en faziletlisidir; öyleyse biz de cihad etmeli değil miyiz?” diye sorması üzerine, “Sizin için cihadın en faziletlisi makbul hacdır” (Buhârî, “Cihâd”, 1) şeklinde cevap vermesi, cihadın gerek kapsamını gerekse yöntemlerini göstermesi bakımından önemlidir. Buna göre cihad, hayatın gayesi olarak Allah’a kulluk etmek, Allah ve resulünün koyduğu ölçülerin fert ve toplum hayatına uygulanmasına çalışmaktan İslâm’ı diğer insanlara tebliğe, İslâm ülkesini ve Müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunma ve bu konuda gerektiğinde savaşmaya kadar kapsamlı bir anlam taşımakta; kalp, dil, el ve silâh gibi beşerî aksiyonun ortaya konulduğu her vasıta ile yapılabilmektedir.”
Bu bağlamda cihâd, “Müslümanın Allah’a kulluk ve onun rızâsını temin için İslâm esaslarını öğrenme, öğretme, ferdî ve içtimaî planda yaşama, yaşanmasına çalışma, İslâm’ı tebliğ ve bu hususlarda içte ve dışta karşılaşacağı engelleri aşma konusunda içinde bulunması gereken şuurlu ve sürekli gayret ve aksiyon halini ifade eder. “Allah uğrunda -Allah’ın rızâsına ulaşmak uğrunda- hakkıyla cihad edin” (el-Hac 22/78) ve “Bizim -rızâmıza ulaşmak için- uğrumuzda cihâd edenlere elbette -bize ulaştıracak- yollarımızı göstereceğiz” (el-Ankebût 29/69) ve meâlindeki âyetler cihadın bu kapsamlı anlamını içermektedir.”
Elbette Cenab-ı Hakk’ın bu büyük hikmetinden de olsa gerek cihâd, Arapça “cihet” kelimesinin çoğul şekli olarak kullanılan ve “cihetler, yönler, taraflar; hususlar mânâlarına gelen “cihât”a da bağlanmış olmaktadır. Hatta Muallim Nâci’nin belirttiği üzere efkârın “cihât-ı hayra” sarfı “hüsn-i hizmet” doğurur:
“Efkârı cihât-ı hayra masrûf
Maksûdu umûma hüsn-i hizmet”
Vakıflardaki hizmet ve görevliler, bu görevlilere verilen ulûfeler ve maaşlar için de “cihât” tabirinin kullanılması kelimenin hayra dönük bir “cihâd”a bağlı olduğunu da kanaatimizce açıkça ortaya koymaktadır. Diğer yandan kelimenin “dört yön” (cihât-ı erbaa) ve “altı taraf”ı (cihât-ı sitte) da içeren bir genişliğe sahip olması yukarıdaki âyette Rabbimizin vaadettiği gibi tüm yollarımızı (kâinatı) cihâd için sarıp sarmalar. Dolayısıyla cihât kelimesi varlığını doğrudan cihâda borçludur. Yoksa, cihâtın tek başına hiçbir mânâsı yoktur efendim. Evet, en başta da belirttiğimiz üzere, “Cihâd varsa cihât vardır!”.
Bu yüzden, cihâtınız daim cihâd olsun efendim.
Efendim ey meded!
Lutfî Baba soylamış, görelim cânım ne soylamış:
cihâd aşkı yanar canım
cihâttan sıyrılır kanım
lutfî baba serin koymuş
feda olsun adım sanım…