Aygül Yıldırım UzunTöreli Yazılar

BÜYÜYE(ME)YEN EBEVEYNLER

Aygül Yıldırım Uzun

Yaşadığımız çağın bir meselesi de aile içerisindeki rollerin gelmiş olduğu garip haller.

Öyle bir karmaşa var ki çoğu zaman ürkütücü bir hal alıyor ve iyice sarpa sarıyor.

Bizim toplumumuz ataerkil olarak tanımlanırdı; ta ki son yıllara kadar.

Sanırım bu değişim son birkaç yılda yirmi yıllık bir hız katetti. “Çocukerkil” bir hale dönüştü.

Peki niye böyle diyoruz!

Şayet çevremize yahut da kendimize dikkat kesilebilirsek ne demek istediğimi daha iyi anlatabileceğim.

Misal ilginç bir mazeret şekli türedi; evine misafir kabul etmeyenler, çocuğunun sınava hazırlandığını ve eve kimseler gelsin istemediğini belirterek bir yıl iki yıl kimseleri evlerinde ağırlamıyorlar.

Hele ki bazılarında meteorolojinin dahi tahmin edemeyeceği havalar da var. İlginç! “Ay şekerim sınavımız var bu sene kimseyi eve alamam.” Sanki dersin o da girecek. La havle… Gerçi öyle de söylüyorlar. Sınavımız var, sınavdan şu puanı aldık, şu okula yerleştik gibi cümleler kuruyor olmaları, kendilerine de o başarıdan pay çıkardıklarının göstergesi gibi.

Ve her karne günü sosyal medyada ana sayfalarımız takdir ve onur belgeleriyle bombardımana uğruyor. Daha bir kere görmüş değiliz teşekkür veya öyle dümdüz sınıf geçen evladının karnesini paylaşanı.

Çünkü o başarıda bizim de payımız, bizim de taltife ihtiyacımız var. Hak ettik ama…

Tatillerde, bayramlarda eş, dost, akraba ziyaretleri paşası, prensesi Akdeniz’e gitmeyi istediği için yapılamıyor. Kanun hükmünde kararname çıkması lazım ki gidilebilsin. O da namümkün.

Akrabaya komşuya gitmek istemiyorum işte, hem sevmiyorum onları diyerek bu tip ziyaretlerde eşlik etmiyorlar. Paşalar prensesler!

Hem onların lafı üstüne laf mı söylenirmiş. İşin yoksa bir de ergenimizin afra tafralarıyla, odaya kapanmaları, kapı çarpmalarıyla uğraş dur. Tabii başına dert almak istiyorsan. Tercih, aman üstüne gitmeyelim, aman ters tepmesin diyen psikolog tavsiyelerine uyuluyor genellikle.

Gerçi, video izleye izleye çok popüler olan kişisel gelişim kitaplarını da okuyarak donanımı hiç de fena değil hani.

Köşe başları aile danışmanları doldu neyimiz eksik, alâsı var.

Gerçi çoğu zaman yazanları, yaşananlara uygulayamıyor ve beklenen dönüşü alamayabiliyoruz. Niye olmuyor, nerede yanlış yapıyor ve uygulaması yazdığı gibi sonuç vermiyor?

Bu mevzuyla alakalı örnekleri çeşitlendirmek arttırmak mümkün. Bir dokunsak bin ah işiteceğimiz, ezilip büzülmekle kalmayıp ağırlığı altında kalacağımız büyüklükte bir sorunumuz.

Ben çocukların fikirleri alınmasın demiyorum elbette. Ancak orta yolu bulmak da gerekli diye düşünüyorum.

Benim yaşıtlarım kendi çocukluğunu hatırlarsa ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktır.

Ne bize uygulanan tarifeyi ne de şimdiki laçkalığı onaylamıyorum. Ne çocuk ana babayı yönetsin ne de ebeveynler gestapoluk yapsın.

Orta şeker bir tatda karar kılalım.

Kendi yaşadığım bir anekdotla da renk katayım mevzuya.

Yeni taşındığımız evimize mobilya bakmak için bir mağazadaydım, elimde telefon fotoğraf çekiyorum ve ara ara da kızımla telefonla görüşüyorum, çocuklara da göstereyim filan diyorum benimle ilgilenen görevliye. Bir süre sonra çalışanın dikkatini çekmiş olacak ki beni de yukarıda tarif ettiğim annelerden düşündü sanırım. “Aygül abla kızın kaç yaşında senin” diye sordu. Ben de yirmi beş dediğimde “Ha tamam o zaman” dedi. Ne oldu ki diye merakla sorunca. “Hiç sorma ya buraya öyle insanlar geliyor ki üç yaşında çocuğa bu koltuğu alalım mı, bunu beğendin mi, bu olur mu, bunun rengi nasıl, beğenmediysen başka yere gidelim” tarzında bebek diyeceğimiz yaşta çocuklarına bakıp karar verdiklerini söyledi. Şaşkınlığımı ve hayretimi gizleyemedim.

Üç yaşındaki çocuğa, bayram için ona alacağımız kıyafetini gösterip bunu beğendiysen alalım ya da dışarıda yemek yiyor isek sen ne yemek istersin diye sorabiliriz. Bunlar olabilecek doğal şeyler. Ama sıkıntı şu, rollerin bu kadar keskin hatlarla değişmiş olması.

Dikkatlerden kaçmaması gereken önemli diğer bir hususa da değinmeden geçmemeli.

Özellikle son yıllarda salgına dönüşen, ebeveynlerin çocuklarına tuhaf hitap biçimlerini görüyoruz. “Aşkım, annem, babam, anneciğim, babacığım” şeklinde seslenmelerin rol karmaşasına yol açacağını dile getiriliyor; konunun uzmanları tarafından. Ancak bir türlü de önüne geçilemiyor bu durumun.

Evladım, yavrum, kuzum, balım, bebeğim, kızım ve oğluma ne oldu! Kıran mı girdi güzel Türkçemize?

Ben, aslen Trabzonluyum ve çocukluğumda babaannemin küçüklere “pulim” diye seslendiğini hatırlarım. Pulim: Göz bebeğim, gözümün nuru demek. Ne kadar naif ve ne kadar içten öyle değil mi?

Sağım, solum, önüm arkam nereye dönsem aşkım aşkım…

Daha önceleri genellikle eşlerin sevdalıların birbirlerine söylediği hatta başkalarının yanında seslenmeye ar ettikleri, özelleri kabul ettikleri bir kıymete mahsus idi. Mahremdi…

Tasavvuf da ise Yaratıcıya duyulan muhabbeti özlemi ifade etmektedir.

Şimdilerde ise anne babanın evladına kankaların birbirine söylediği çok anlam veremediğim kompleks bir hal aldı. Adeta içi boşaldı ve kıymetiharbiyesi kalmadı. Şimdilerde ortam karışık, naçizane tavsiyem hemcinslerinizle de böyle konuşmayın, aman ha!

Peki bunca fedakârlık, bunca sıkıntı ve bunca hassasiyetlere rağmen durum ne?

Yıllarca çocuğuna, hani denir ya yemedim yedirdim, içmedim içirdim, giymedim giydirdim, bir dediğinizi iki ettirmedim de ne oldu diye serzenişte bulunan ebeveynlerin hali ne olacak?

Sanırım hiç de iyi ol(a)mayacaklar. Nedeni de onlar ne kendi ana babalarına ne de öz evlatlarına yaranamayacaklar. Büyürken takdir edilmeyen bir “aferin” dahi alamayan bu ebeveyler tabii ki evlatlarından da övgü ve kıymet göremeyecekler.

“Banane yapmasaydın, beni dünyaya getirirken bana mı sordun, yapacaksın tabi başkaları şunu şunu da yapıyor sen yapıyor musun” tarzında ukalalıklara maruz kalacaklarını bildiklerinden; pek de ağızlarını aç(a)mazlar.

En çok üzülünecek profile sahip kişilerde onlardır aslında. Kendileri büyürken “sen küçüksün sus, ne anlarsın, sen kocaman oldun, otur konuşma” gibi tavırlara maruz kaldıklarından, ne çocuk ne de yetişkin ol(a)madılar. Üstüne üstlük şimdide çocukları tarafından azarlanıyorlar. Saçmalama anne, dik otursana, niye bunu giydin gibi eleştiriler yapanların yanında, afedersiniz hakaretvari söylemlerine dahi şahitlik ettiğimiz olmuştur. Çok üzücü, insanın içini titreten bir durum.

“Kız çocuğu şımartmaya gelmez, kızını dövmeyen dizini döver, erkekler ağlamaz” diye büyütülenler; “o senin baban döver de sever de, öveyim de tepemize mi çıksın…” Sanırım pekçoğumuz bu cümlelere aşikâr. Kim bilir kaç nesildir süre gelen bu ata yadigârı sözleri artık kullanmayı reddeden son yılların ana babaları ipin ucunu kaçırdıklarını fark ettiklerinde, geç kaldıklarını da anlayacaklar.

“Ben annem gibi olmayacağım, babamın bana yaptıklarını asla yapmayacağım.” diyerek iç dünyasında kendine söz verenler, bu hayale ulaşabilmek için oldukça çaba sarf ettiler. Çocuklarını en doğru, en güzel şekilde bu dünyaya hazırlamak için gerekli olan kitapları okudular, türlü türlü aile eğitim programlarına gittiler yeter ki kendi ebeveynleri gibi olmamak için. Sonuç! Yine yetemediler…

Evet, ailelerin birçoğu evlatlarıyla ilgili sorunlar yaşıyor. Her iki tarafta memnuniyetsiz görünüyor. Mükemmellik beklentisinden kaynaklı mıdır bilinmez, çıtayı sürekli daha yukarı, yukarı şimdi biraz daha biraz daha…

Ve hâlâ daha büyüklerinin gözüne bakarak bir onay alabilmenin umudu içerisinde bekliyorlar. Kim bilir belki de bugün böyle davranıyor olmalarının altında ya da moda tabirle söyleyeyim bilinçaltında yatan sorun, hep bekledikleri o “aferini” alabilmek. Takdir ve onay beklentisinin peşlerini hiç bırakmamış olması.

 

Yoksa olacak denilen mi oldu?

“Köleler efendilerini mi doğurdu.”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu