Yel eskende sallanır ağaç dalları
bizim için haram oldu Kırım yolları…
Cengiz Dağcı (1919-2011)
Kırım Tatar edebiyatının en tanınmış yazarlarındandır. Aile muhitinin milliyetçi ruhu onun kişiliğinin oluşmasında etkili olur.
Öğrencilik yılları, yokluk ve sıkıntı içinde geçer. Ortaokulda iken edebiyata, şiire ilgi duymaya başlar ve öğretmenlerinin yardımıyla ilk şiirleri Gençlik dergisinde yayımlanır (1936-1937). Biraz tanınmaya başladıktan sonra şiirleri Edebiyat Mecmuası’nda basılır (1938-1939). 1938’de Akmescit’teki Pedegoji Enstitüsü’nün Tarih Bölümü’ne kaydolur. Burada okurken “Yangın” (1939) adlı ilk hikâyesini yazar ve aynı yıl Komsomolest gazetesinde çalışmaya başlar.
1940’ta ikinci sınıfında iken askere alınarak Odesa’da tankçı yedek subay olarak eğitilir. 1941’de Ukrayna cephesine gönderilir ve burada Almanlara esir düşer. Bir müddet Alman esir kamplarında kalır. 1942’de toplama kamplarının feci ortamından kurtulabilmek, hayatta kalabilmek ümidiyle Almanların Ruslarla savaşa girmek için oluşturduğu Türkistan Lejyonu’na katılır. Stalingrat cephesinde yaralanır, Polonya’da tedavi edilirken tanıştığı hemşire Regina onun hayatında önemli yer tutar.
Savaş yıllarında çektiği sıkıntıları, şahit olduğu savaşın korkunç yüzünü ileride yazacağı, “Korkunç Yıllar” ve “Yurdunu Kaybeden Adam”da anlatır. Yine de bu eserlerin tam bir otobiyografik karakter taşıdığını söyleyemeyiz. Yazarın kendisi de bu durumu kabul etmez. Almanların yenilmesi, Sovyet ordusunun ilerlemesi sebebiyle 1944’te Berlin’e geçer, 1945’te Regina’yla evlenir. Evli çift 1946’da İngiltere’ye giderek Londra’ya yerleşir. Savaş sonrasının zor şartları altında geçimini temin etmeye çalışır. Sonunda bir ev satın alıp alt katında bir lokanta açmayı başarır. Uzun yıllar lokantacılık yapar.
Savaş sonrasında yazdığı bir hikâyesini İstanbul’a Varlık Yayınevi’ne gönderir. Yayınevi yöneticisi Yaşar Nabi Nayır, hikâyesini genişletirse yayımlayacağını bildirince bu sefer “Korkunç Yıllar” ve “Yurdunu Kaybeden Adam”ı gönderir. Ziya Osman Saba, eserlerin dili ve imlası üzerinde bazı düzeltmeler yaptıktan sonra, bir romanın iki ayrı bölümünden ibaret olan bu eserler basılır (1956) ve Türkiye’de ilgiyle karşılanır. Ardından yazarın en önemli romanlarından biri olan; Onlar da İnsandı (1958), Ölüm ve Korku Günleri (1962),
O Topraklar Bizimdi (1966), Dönüş (1968) basılır.
Böylece Türkiye Türkleri, kendileriyle hiç ilgisi olmadığını düşündükleri II. Dünya Savaşı’ndan Türk dünyasının nasıl kayıplarla, ne büyük ıstıraplarla çıkmış olduğunu öğrenme imkânı bulur. Cengiz Dağcı, Polonyalı bir genç kızın hikâyesi olan, “Ölüm ve Korku Günleri” (1962) ile Cengiz Han hakkındaki yazdığı “Genç Timuçin” (1969) hâriç, daha çok Kırım’da olup bitenleri anlatır. Ömrünün son dönemlerinde hatıralarını kaleme alır: Yansılar (1-4 kitaplar, 1988-1992), Ben ve İçimdeki (Yansılardan Kalanlar, 1994), Hatıralarda Cengiz Dağcı (1998) ve diğerleri…
Cengiz Dağcı Londra’da vefat edince Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin yakın ilgisiyle, cenazesi Kırım’a götürülerek doğduğu Kızıltaş köyünde defnedildi.
Böylelikle, Kırım’da başlayan çileli bir hayatın son noktası da Kırım olur ve yurduna kavuşur.
1920’li yıllardan itibaren Sovyet döneminde Kırım Türkleri, büyük ölçüde sömürge ideolojisinin baskı ve ileriye dönük hesapları yüzünden ve aynı zamanda kendi içlerinde ulusal kimlik anlayışının farklılaşması gibi nedenlerle Türk dünyasından ayrılmaya, Kırım’da kendi içlerine kapanmaya başladı. 1944 toptan sürgünü Kırım’ı Türksüzleştirdiği gibi, Kırım Türklerini de tarihte eşi az görülen büyük bir felakete sürükledi.
İsmail Gaspıralı’nın bilinçli bir şekilde başlattığı, Kırım’ın, Türkiye ve Türk dünyasıyla kültürel bütünleştirilmesi sürecini, o kadar yıl sonra, kaderin bir cilvesi olarak Cengiz Dağcı, koptuğu noktadan devam ettirdi; Türk kültürünün en önemli halkalarından birini, Kırımla Türkiye’yi birleştirerek yeniden oluşturdu. Cengiz Dağcı olmasaydı, Türkiye Türkleri Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar, Kırım Türklerinin başlarına gelen tarihî felaketi, II. Dünya Savaşı’nda Türkülüğün yaşadığı acıları bu kadar yakından tanımayacak, bilmeyecekti.
Eserlerini Türkiye Türkçesiyle yazarak hem Türkiye’nin hem de Kırım Türklerinin yazarları arasında yer aldı.
İlesam, Türkiye Yazarlar Birliği, Türk Ocağı başta olmak üzere Türkiye’de birçok kurumun ödülüne layık görüldü, T.C. Cumhur Başkanlığı ve Kültür Bakanlığı tarafından özel olarak Türkiye’ye davet edilse de yaşlılık ve uçak korkusu sebebiyle gelemedi.
Kırım’da yaşanan ve yazarın da doğrudan doğruya büyük ölçüde etkilendiği onca ıstıraplı, facialarla dolu hayatını eserlerinde anlatırken zehir dilli olmadı; insanlığını, objektif tavrını koruyabildi. Haklı da olsa kendisini nefret ve intikam duygusuna kaptırmadı.
Bu bakımdan eserleri hem Kırım millî Türk hayatını hem de insanlığın gördüğü en dehşetli savaş ortamında ırkı, dini, dili ne olursa olsun insanın çektiği azabı, katlandığı acıları anlatır. Böylece o dünya kültürüne de kendi ölçüsünde katkıları olan bir yazar olarak tarihe geçti.
Ölümünden önce Zafer Karatay TRT için Cengiz Dağcı belgeselini hazırladı. Neşe Sarısoy Karatay, Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız Arasında adlı belgeselinde II.Dünya Savaşı’nda Türk halklarının nasıl çileler çektiğini, Cengiz Dağcı ve eserlerinden de geniş ölçüde yararlanarak dile getirdi. Vefatından sonra Ötüken Yayınevi, Bellek -İnsan-Eser: Cengiz Dağcı (2011) kitabını yayımladı.
Kırım Türk Edebiyatı yazarımız Cengiz Dağcı’yı;
vefâ, saygı ve rahmetle anıyorum.
Filiz Toklu