Ruh-i Mıknatıs
İnsanoğlunun omuzlarına bırakılmıştı tüm hisler, acılar, ihanetler, terkedilişler, terk etmeler, sevinçler, hüzünler ve kulluklar… Dağlar bile kaldıramamıştı bu yükü de darmaduman olmuş yere serilmişlerdi. Tüm bu hisleri bir tek insanoğlunun kalbi yüklenmişti.
Dört yaşında ki minicik yavrusunu endişeli gözlerle bana emanet ederken bakışlarımız karşılaştı. Endişesini yatıştırmak istedim: “Merak etmeyin burada güvende içiniz rahat olsun, bir problem olursa sizi ararım “dedim. Öyle güzel baktı ki bana bir dostluk köprüsü kurdu o anda. Böyle başladı yeni dostluk. Tarif edilemez bir konuşma ve muhabbet isteğiyle yanıyordu içim. Mevlana’nın Şems’e olan hasreti değildi elbet. Ruhun ruha çekimiydi mıknatıs misali. Birkaç gün sonra bir çırpıda ağzımdan çıkan:” Bugün müsaitsen bir çay içelim mi?“ teklifi onu da mutlu etmişti ki baktı baktı uzunca, doldu gözleri. “Ben de tam bunu soracaktım size “dedi. Kalbin kalbe karşı olması böyleydi herhalde. Bir gün telefonum çaldı. Kısık ve cılız ses: “Ben hastanedeyim hocam bir ay buradayım ve oğlumu gönderemeyeceğim.” dedi. İkimizde sustuk, gözyaşlarımız konuştu sadece, sessizce. Kimsenin adını anmak istemediği, o misafir çalmıştı kapısını. O da herkes gibi arayacaktı şifasını. Daha anılar biriktirip güleceğiz, dostluğumuzu güçlendireceğiz.
Hastalıkta vazifesini görmekte, ubudiyetimiz tam olursa, ona yolu açıp hoş geldin diyebiliriz belki. “Eğer duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” Ayetinin sırrıyla hastalığın açtığı dua musluğunu şükür ve niyazla değerlendirerek ruhumuza da hafiflik veririz belki.
Sağlık ve afiyette kalın efendim.
Bir dosta 🙂
Elif Yıldız