Çocuk, Toplum, Devlet
İnsan ilişkileri içinde en uzun ömürlü, hayatımıza etkileri en fazla olan hiç kuşkusuz anne-baba ve diğer aile üyeleriyle olan ilişkimizdir. Bu ilişki anne rahmine düştüğü an başlar. İstenen veya istenmeyen çocuk olarak aileye adım atarız. Dünyaya donanımlı mı geliriz yoksa ailede mi bu donamı mı kazanırız? Ünlü düşünürler bu konuda farklı tezler ortaya koymuşlar. John Locke “doğuştan gelen hiçbir bilginin olmayacağına ve doğumda insan beyninin boş bir levha (tabula rasa) beyaz bir sayfa gibi olduğunu ileri sürmüştür. Erikson’a göre “kişilikleri ve sosyal becerileri içinde bulundukları toplumun koşullarına bağlı olarak, toplumun (aileler, okullar, okul öncesi eğitim programları ve sosyal kurumlar) isteklerine, beklentilerine ve değerlerine göre değişir ”der. Vygotsky ise “çocukların bilgiyi aktif olarak aradıklarını ancak zengin bir sosyal ve kültürel çevrenin çocukların düşüncelerini derinden etkilediğini” söyler.
Bize emanet verilen çocuğa, hissettirilmesi gereken ilk duygunun sevgi ve ilgi olduğunu düşünüyorum. Ailenin çocuk yetiştirmedeki doğru tutumu, onların doğuştan getirdikleri kodlarıyla birleşince sevgi, ilgi ve disiplin ile temel gereksinimlerini en uygun biçimde karşılayan, öz bakım, özgüven, özdenetim ile fiziksel ve ruhsal olarak sağlıklı yetişmesini sağlar. Doğruları ve yanlışlarının farkında olup, kendisinin değerli olduğunu, kabul gördüğünü mesaj olarak algılayan çocuk, yapıcı, yaratıcı, saygılı, sosyal ilişkilerinde başarılı, empatisi yüksek, davranışlarının sorumluluğunu alabilen bir kişilik geliştirirler.
Günümüzde; öncelikle neden var olduğunun bilincine ulaşmış, dünya ve çevresindekilerin farkında olan, basiret sahibi, gerçek bilgiyi özümsemiş, millî ve dini değerlere sahip, içte ve dışta temsili olgunluk ve yeteneğe ulaşmış adaletli, merhametli gençlere ihtiyaç vardır. Biz anne-babalara ve devletimize çok görev düşmektedir. Birliğimiz, dirliğimiz ve geleceğimiz için hep çalışmak ve gayret üzere olmak dileğiyle sağlıcakla kalın.
Elif Yıldız