İktisatTöreli HaberlerTöreli YazılarYönetim ve İdâre

TYB Bolu Şubesi Töreli Türk Edebiyatı Okumaları 108

Zahmet ve rahmet ilişkisini külleyen, gayret ve himmet ilişkisini budayan, hareket ve bereket kavramlarını ifsad eden bir yabancılaşmadan bahsediyoruz

Türkiye Yazarlar Birliği Bolu Şubesi 108. Hafta Töreli Türk Edebiyatı Okumaları 15-22 Nisan Turizm Haftası münasebetiyle Bolu Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü işbirliğiyle Bolu Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü Karaçayır Gençlik Merkezi bahçesinde yer alan otağda Bolu ilindeki kamu kurumlarının değerli yöneticileri ve Töreli sohbetlerin müdavimlerinin iştirakleri ile gerçekleştirildi.

Musahabenin başında geçekleştirilen tanışma faslından sonra Doç. Dr. Ertuğrul Karakuş “Töreli” kavramı ve “Töreli Türk Edebiyatı” okumalarından muradın ne olduğu hakkında katılımcılara bilgi verdi. Töreli yazar, şair ve mütefekkirlerden örnekler verdikten sonra Töreli Türk Edebiyatı olarak başlayan musahabelerin farklı disiplinlere nasıl tekâmül ettiğini anlattı. Töreli Yönetim, Töreli İktisat, Töreli İçtimaiyat, Töreli Tarih, Töreli Diplomasi, Töreli Siyaset, Töreli Halkla İlişkiler, Töreli Basın ve Medya, Töreli İletişim, Töreli Eğitim gibi farklı disiplinlerin de töreli nazariyat açısından değerlendirilerek okunmaya başlandığını ve Töreli nazariyata olan teveccühün artışından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Sonrasında sırasıyla başladığı ilk günden bugüne kadar Gençlik Merkezinin kapılarını Töreli okumalar için Cuma günleri topluluğa açan Bolu İl Müftülüğüne ve kıymetli çalışanlarına, Turizm Haftası münasebetiyle şehrin yöneticileri ile topluluğumuzu buluşturan Bolu Kültür ve Turizm İl Müdürlüğüne ve bu haftaki okuma için Gençlik Merkezlerindeki otağı tahsis ederek ev sahipliği yapan Bolu Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne, ayrıca her hafta Töreli Türk Edebiyatı okumalarına katılan, katkı sunan tüm gönül dostlarına teşekkür ederek sözü “İş Hayatında Töreli Kaynak Yönetimi” başlıklı musahabenin takdimi için Doç. Dr. Özgür Çark’a devretti.

Şol gökleri kaldıranın, donatarak dolduranın, ol deyince olduranın, doksan dokuz adıyla, diyerek söze, yitirdiklerimiz ile içinde bulunduğumuz bu otağın da atmosferine uygun olarak töreli bir şekilde başlayalım diyen Çark, sözlerinin devamında:

Kıymetli hazirun, hepinizi saygı ve hürmet ile selamların en güzeli olan yüce Allah’ın selamı ile selamlıyorum.

Hazirundan daha önce mülaki olduklarımız bulunmakla birlikte ilk defa burada karşılaştıklarımız için müsaadenizle kendimi arz edeyim. Bendeniz Özgür Çark, aslen Sakarya ilinin Geyve ilçesindenim. 2003’den 2017 yılına kadar, mazisi şan ve şerefle dolu kahraman Türk ordusuna ve o orduyu sinesinde pamuklara sarıp sarmalayarak büyüten necip, şefkatli ve töreli Türk milletine büyük bir gurur ve aşkla hizmet ettim. 2017 yılından bu yana ise aynı aşk, şevk ve heyecan ile hatta şükürler olsun daha da fazlası ile bu büyük millete hizmetimizi üniversitemizin Bolu Meslek Yüksekokulunda idari ve akademik olarak sürdürmeye gayret ediyorum. Yönetim ve Organizasyon sahasında, İnsan Kaynakları, Teknoloji ve değişim yönetimi ile Örgütsel Davranış konularında çalışmalar yürütmekteyim.

Kıymetli hocamın da az önce ifade buyurduğu gibi bu hafta 108’incisini icra ettiğimiz töreli musahabemiz kendi çalışma saham olan yönetim penceresinden “İş Hayatında Töreli Kaynak Yönetimi ” konusunda olacak.

Bu doğrultuda önce bugünün modern iktisadi ve idari nizamı üzerindeki sorunlar ve bu sorun sahalarının töreli karşılıkları üzerinden çeşitli çözüm önerileri ifade etmeye gayret edeceğim. Çok iddialı bir ifade gibi kulağımıza gelmiş olabilir ama ben naçizane daha önceden söylenmemiş, ifade edilmemiş, ifa edilmemiş, icra edilmemiş yeni bir şey söylemeyeceğim. Halihazırda ecdadımızın töreli geçmişinde insanlığa yaşattığı altın çağlarında icra edilmiş, söylenmiş ve hayat bulmuş hususları modern yönetim tabirleri ile mecz ederek ifade etmektir azmim. Az önce mazisi şan ve şerefle ifadesini kullanırken, bunu hamaset veya bir böbürlenme maksadı ile arz etmedim. Gerçekten iman ettiğim bir ifadedir. Bu maksatla bugün siz kıymetli hazirunun huzurunda bu iman ettiğim gerçekliğin modern iktisadi ve idari kavramlar ile anlaşılmasına niyet ettim. Çünkü şanlı tarihimizde loncalar, sandıklar, ahî ocakları vasıtası ile biz iktisadi ve idari hayatın bir eziyet ve zulüm aracı değil, inşa ve ihya aracı olduğunu biliyoruz.

Malumunuz ilk çağlardan itibaren ihtiyaçların karşılanması için alan ile satan, üreten ile tüketen farklı şekillerde ve ortamlarda birbirlerini bulmuşlar ve iş dediğimiz olguyu ortaya çıkarmışlardır. Gerek ihtiyaçların karşılanması gerek ise kazanç elde etmek için insanlar farklı faaliyetlerde bulunmuş, geliştirdikleri iş şekillerinde taraf olmuşlardır. İş ve işler bir yandan insanların geçim kaynağı olmuş diğer yandan da ürünlerin değerlendirilmesinde vazgeçilmez bir sektör olarak bütün dünyada yerini almıştır. Zaman içerisinde ise işin kuralları ve uygulama biçimleri geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmıştır.

Bugün iş dünyasında müteşebbis veya girişimci olarak adlandırdığımız kişiler bu işleri organize etmektedirler. Peki bu organizasyondan ne anlamamız gerekiyor. Baktığımız zaman aslında girişimci dediğimiz insan üretim unsurları veya üretim kaynakları yani musahabemizin başlığında yer alan kaynak olarak adlandırdığımız emek, sermaye ve doğal kaynakları bir araya getiren, bunları planlayan, örgütleyen, kumanda ve koordine edip denetleyen ve bu üstlendiği risk ve çaba neticesinde de bir kazanç uman kişidir. Tabi bu teşebbüsünden bir kazanç elde edebilmesi ise kendisi için maliyet unsuru olan bu kaynakları, bu üretim unsurlarını en etkin ve en iktisatlı şekilde kullanabilmesinden geçmektedir.

Haliyle bu kaynakları efektif olarak yönetebilmesi için ise girişimcinin bir takım bilişsel duyuşsal ve davranışsal yeterliliklere sahip olması gerekmektedir. Bilişsel yeterlilikler iktisadi ve idari konularda yani kaynakların yönetimi hakkında bilgi sahibi olmakla alakalı iken duyuşsal yeterlilikler ise bu kaynakların piyasa eğilimlerini okuyabilmek, öngörebilmek ile alakalıdır. Davranışsal yeterlilikler ise bu bilişsel ve duyuşsal yeterliliklerin liderlik ve iletişim gibi yeterlilikler ile davranışa, eyleme dönüşmesini ihtiva etmektedir.

Bu saydığım yönetimsel yeterliliklerin planlama, örgütleme, yürütme, eşgüdüm ve denetim gibi bir yüzü olsa da madalyonun diğer yüzünde ahlak bulunmaktadır. Yani ister bilişsel, ister duyuşsal ister davranışsal bir yeterlilikten bahsedelim muhakkak o yeterliliğin ahlaki veçhesinden de bahsetmemiz icap eder. Aksi halde sadece aklını kullanan, duyu ve duygularına dolayısıyla vicdanına kulaklarını tıkamış mal, meta ve dünya hırsı ile güdülenmiş yırtıcı bir vahşiye dönüşürüz. Kadim kültürümüzde önemli bir yekûn tutan siyasetnameler işte yönetimin bu veçhelerinin tümünü ele alması açısından müstesna örnekler olarak ifade edilebilir. Hakeza Devlet-i Aliyye’nin manevi mimarlarından kabul edilen Şeyh Edebalı’nın Osman beye “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın oğul” nasihatinde de bu hakikatin özeti yatmaktadır. Bu cümle, nizam-ı alemi nizam-ı ferde, nizam-ı ferdi ise nizam-ı aleme bağlayan cihanşümul yönetim anlayışının en veciz ifadesidir.

Evet şimdi gelelim bugünün iş dünyasında ve iktisadi ortamında kaynaklar ve ihtiyaçlar ile ilgili temel varsayımlara.
Modern iktisadi okumada temel sorun sahası emek, sermaye, doğal kaynaklar gibi kaynakların kıt olması ve bu kıt kaynakların sonsuz olan ihtiyaçların tatmininde yetersiz kalması olarak ifade edilmektedir. Yani burada iki önerme bulunuyor. Birincisi, kaynaklar kıttır. İkincisi ise ihtiyaçlar sonsuz ve sınırsızdır. Oysa bu önermeler peşin ve sorunlu birer kabuldür. Bu önermeyi liberal ekonomik sistem değişmez bir genel kabul olarak bize dayatsa da, bu önermeyi gerçekten böyle midir sorusuna muhatap kılmamız gerekmektedir.

Evvela bu önermelerin doğruluğuna alandaki teorisyenlerin yazdıkları ile istatistiki ve rakamsal destekler ile ikna ediliyoruz. Nasıl mı? Örneğin kıt olduğunu iddia ettikleri ilk kaynak olan emeği ele alalım. Dünyada sekiz milyar insan yaşadığı bunların bir kısmının yaşlı, bir kısmının çocuk, bir kısmının engelli olduğu bunlardan hariç geriye 15-65 yaş aralığında çalışabilir olarak kabul edilenlerin ise aynı niteliklere ve yeterliliklere sahip olmadığını düşünürsek evet dünya üzerinde emek sınırlıdır diyebiliriz. Diğer bir kaynak sermaye yani para veya para olarak ifade edilebilen değerler. Bugün paranın ölçü değeri olarak kabul edilen madenlerden altını ele alalım. Yeryüzünde çıkarılmış altının ancak kenarları 20 metrelik bir küp kadar olduğu ifade edilmektedir. Ya da diğer üretim kaynağı doğal kaynaklar yani toprak, hava, su, ateş ve bunlardan elde edilen hammadde ve yarı mamuller. Toprağı ele alalım. Yeryüzünün dörtte üçü insan vücudu gibi sularla kaplı, kalan kara parçalarının bir kısmı çöl, bir kısmı buzul, bir kısmı orman, bir kısmı taşlı çakıllı vb. arazi yani tarıma elverişli arazi de baktığımızda sınırlıdır.

Peki bu sınırlı kaynaklar yeryüzünde yaşayan canlıların rızkını temin edemeyecek yani herkese yetmeyecek kadar sınırlı, batının ifadesi ile kıt mıdır?

Eğer böyle ise “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.” Ya da “Hiç şüphesiz, rızık veren O, sağlam kuvvet sahibi Allah’tır” veya “Eğer O, rızkını vermese, rızkınızı verecek olan kimmiş” diye Hud, Zariyat ve Mülk surelerinde Er-Rezzak ismiyle rızkın kefili olduğunu buyuran Allah azzevecelle haşa yalan mı söylüyor.

Dünyada yaşananlara biraz vicdan gözüyle ve rızık ahlakı ile baktığımızda aslında Allah’ın da ifade ettiği gibi kıt olmadığını sınırlı olduğunu ama tüm canlılara yetecek kadar da bol olduğunu rahatlıkla görmekteyiz.

Birileri diğerlerinin hakkını yediği için dünyanın bir tarafında özellikle kara kıtada açlığa bağlı hastalıklar ve ölümler yaşanırken, dünyanın diğer tarafında özellikle insanları derilerinin renklerine göre ayıran toplumlarda ise gut, kolestrol, trigliserid, obezite gibi aşırı beslenmeye bağlı rahatsızlıklar görülmektedir. Bir çalışmaya göre dünyada üretilen mal ve hizmetlerin dünya üzerindeki insanların ihtiyaçlarından iki kat fazla olduğu ifade edilmektedir. Fakat dünyanın bir yerinde sadece tüketme hırsı ile ihtiyaçtan fazlasını gasp etmek suretiyle dünyanın bir başka yerinde kedi köpek mamalarından insanlar kendilerine yiyecek yapmak zorunda bırakılmaktadır. Bugün Gazze’de, pek çok Afrika ülkesinde yaşananlar bundan başkası değildir. Giden temel yardım maddelerini taşıyan tırların bile geçişine izin vermeyecek kadar karanlık bir hırsın esiri halde olanları seyretmek durumunda kalıyoruz maalesef. Vicdan sahibi olanların vicdanları sızım sızım sızlıyor. Vicdan kürsülerinde bir avuç dertli ile vicdanlarımızın sızısını dile getirmeye çalışıyoruz.

Evet ilk önerme olan kaynaklar kıttır önermesini bu sebeplerle reddediyor doğru ifadenin kaynaklar sınırlıdır olduğunu öneriyorum. Ama bu sınır kimseyi açıkta ve aç bırakmayacak şekilde bolluk ile sınırlıdır, sadece başkaları başkalarının kaynaklarını ve haklarını gasp ettiği için bölüşmede yani kaynak dağıtımında sorun olduğunu yani adil paylaşım da sıkıntı olduğunu ifade etmek isterim.

Son olarak bu kaynakların seküler iktisattaki karşılıklarına da değinmek isterim. Örneğin emeğin karşılığı ücrettir. Yani belli bir zaman için emeğini bir işe ve işletmeye adayan kişiye işverenin ödediği karşılığa “ücret” denirken, sermayenin karşılığı ise “riba” yani faizdir. Doğal kaynağın karşılığı ise “ranttır”. Bu karşılıklar içerisinde tartışmasız olarak en meşru görülen ücrettir. Yani kişiye emeğinin karşılığının ödenmesi. Yani Necm Suresinde ifade edildiği gibi “insan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz insan çalıştığının karşılığı ileride görülecektir”. İnşirah suresinde de “bir işi bitirince hemen diğerine koyul ve Rabbine sarıl” denmek suretiyle insana çalışması emrolunmuştur. Yani mal veya hizmet üreterek insanlığa faydalı olmak bir amel-i salih olarak ibadet hükmündedir. Burada günümüz kabullerinde ise işçi ve işveren iki ayrı çıkar grubu olarak sürekli çatışma içinde iki düşman taraf olarak kabul edilmektedir.

Liberal anlayışta, töreli anlayıştaki dayanışma, iş birliği, kalkınma gibi hasletler yerine taraflar arası rekabet anlayışı hakimdir. Öyle ki satıcı ile müşteri, işveren ile işçi rakip olarak kabul edilir. Müşteri faydasını maksimize etmeye çalışırken satıcı karını maksimize etmeye çalışan, işçi ücretini ve dolayısıyla faydasını maksimize etmeye çalışırken işveren ise kazancını maksimize etmeye çalışan çıkar çatışması içinde olan iki düşman taraf olarak konumlandırılır. Haliyle fırsatını bulduğunda işverene maddi ve manevi zarar vermeyi kar bilen çalışan ile çalışanına kazancından olabildiğince az pay veren, verdiği payı da haşa ben olmasam aç kalırsın açıktan kalırsın zannıyla firavunlaşarak, nemrutlaşarak veren bir işveren profili ile karşı karşıya kalmaktayız. Bu işverenin karşısında ise mesai saatlerini aksatan, işine sahip çıkmayan, işinden mutlu olmayan yani emanete hıyanet eden çalışanlar ortaya çıkmakta. Yani karşılıklı emanete hıyanet. Çünkü çalışan işverene emeğini emanet ederken, işveren de sermayesini, malını, alet edevatını işgörene emanet etmektedir. Emanet ile imanının aynı kökten geldiğini bir kez daha hatırlamakta fayda görüyorum. Bu nedenle emek konusunda iş yeri maneviyatı, iş yeri mutluluğu, işe adanmışlık, işin anlamlılığı gibi hususlar üzerinde çalışmalar yürütmemiz elzemdir.

Diğer kaynağımız sermayenin ise karşılığı da ribadır. Yani faizdir. Hepimizce malum en basit iktisadi teşebbüs dahi sermayeye ihtiyaç duymaktadır. Öyle ki sermaye yapılan işin mayası gibidir. Maya sağlam ve helal olmaz ise yapılacak iş de sağlam ve helal olmaz. Bu yüzden ister yeni iş kuralım ister mevcut işi geliştirelim, sermayenin meşru yoldan edinilmesi gerekmektedir. Günümüzde ise helal lokmayı tehdit eden, işimizin bereketini götüren en yaygın günahların başında faiz gelmektedir. Nitekim üzülerek ifade ediyorum, ülkemizdeki finansman yöntemlerinin %95’i faize dayalıdır. Nedir bu faiz. Çok basit bir ifadeyle her aşaması karşılıklı riske dayanması gereken ekonomik ilişkiler ağında, riski tek taraflı olarak başkalarının omuzlarına yüklemektir. Yani zor durumda kaldığı için tüm riski kabullenmek zorunda bırakılan kişinin emeğini, sermayesini malını sömürmek demektir.

Nasıl ki insanı diğer varlıklardan üstün kılan irade yetisinin vasıtası olan aklı örttüğü için alkol haramsa faiz de emeğin örtüsüdür, emeği örttüğü için haramdır. Kumar çabanın, gayretin örtüsüdür. Yani faiz, kumar ya da rüşvet insanı insan yapan aletlerden biri olan çalışmayı önemsiz hale getirir. Oysa Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarından biri de zor durumda kaldığında ona yardım elini uzatmasıdır. Ki nitekim Allah Resulü “Kim Müslüman kardeşinin bir sıkıntısını giderirse Allah’da onun kıyamet gününde sıkıntılarını giderir” demiştir. Yani Müslümanın kardeşini bankaya, tefeciye mahkûm etmesinin doğru olmayacağını ifade edip, güzel borç yani karz-ı hasen uygulamamızı yeniden hatırlamamızda fayda var. Tabi borç vermekten daha önemli ve daha güzel bir davranış varsa, o da borca sadık olma, borcunu vaktinde ve daha güzel şekilde ödemektir. Özellikle ödeme imkânı olduğu halde borcunu bir birtakım menfaatler nedeniyle geciktirmek en büyük kul haklarından biridir ve Resulullah (a.s) tarafından zulüm olarak adlandırılmaktadır. Hatta öyle ki Efendimizin borcunu ödemeden vefat edenlerin cenazesine iştirak etmediği de rivayetler arasındadır. Yani bu borç vermek ne kadar mühim ise borcunu geri ödemek ondan da mühimdir.

Gelelim üçüncü kaynağımıza, doğal kaynaklar. Bunun karşılığı ise ranttır. Burada yürütülen ahlaksızlıklara baktığımızda ise karaborsacılık, tekelcilik, yalan-hile ve aldatma gibi asimetrik bilgi yapmak, müşteri kızıştırmak, pazarlığı yapılmış veya yapılmakta olan bir emtiaya müşteri olmak gibi sorunları görüyoruz. İslam prensip olarak serbest piyasa anlayışını benimsemiş ve manipüle edici, rant artırıcı, haksız kazanca neden olabilecek her türlü manipülatif davranışı ise yasaklayarak, fiyatların kendi olağan seyri içinde oluşmasını önemsemiştir. Karaborsacılık, tekelcilik, stokçuluk özellikle temel ihtiyaç malzemeleri söz konusu olduğunda toplumun ekseriyetinin zarar görmesi nedeniyle yasaklanmıştır. Serbest rekabet ortamını zedeleyerek haksız rekabete ve kazanca yol açan, rant sınıfı oluşturarak muhatabın zarar görmesine zemin hazırlayan bu tür muameleler yasak edilmiştir. Tabi bugünün ekonomik ortamında soğanın, patatesin başına gelenleri hatırlamakta fayda var. Depolarda çürümeye bırakılan sebze ve meyveler nedeniyle açılan tanzim satış ofisleri hala hatırımızda.

Evet şimdi gelelim ikinci önerme olan ihtiyaçlar sonsuz ve sınırsızdır anlayışına.

Evet ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda tüketmek fıtridir. İnsanoğlunun varlığını devam ettirebilmesi için yerine getirmesi gereken en önemli faaliyetlerden biridir. Dolayısıyla tüketim yeni bir vakıa değildir. Çeşitli şekillere bürünse, çeşitli şekillerde gerçekleştirilse de her zaman olmuş bir olgudur. O zaman günümüz toplumlarına neden tüketim toplumu diyoruz? Bugünün toplumunu geçmiş toplumlardan ayıran hangi özellik bizi tüketim toplumu haline getiriyor? Yani dünden bugüne insan ihtiyaçları değişmiş midir? Değişmişse eğer bu nasıl bir değişmedir? Boyutları nedir? Bugünün toplumsal yapısı için neden tüketim toplumu kavramını kullanmaktayız?

Bugün sinema, sosyal medya, fenomen, ikon, ikoncan, marka, reklam vb. gibi küresel kültür empoze araçları ile 1960’lardan sonra önce Batı coğrafyasında ortaya çıkan sonra tüm dünyaya yayılan tüketim ideolojisi maalesef ülkemizde de yaygınlaşmaya başlamıştır.

Tüketim toplumunu önceki toplumlardan ayıran en önemli özelliklerden biri, bu toplumda insanoğlunun en tabii eylemi olan tüketimin toplumu yönlendiren ve belirleyen bir güce dönüşmesidir. Bu öyle bir güç haline getirilmiştir ki toplumun kendini yeniden üretmesini, sosyalleşmeyi, dayanışmayı, toplumsal tabakalaşmayı belirlemekte ve şekillendirmektedir. Sanayi toplumunda nasıl sanayileşme o toplumu şekillendiriyorsa tüketim toplumunda da tüketim toplumsal yapıyı belirlemektedir. Yani farklı bir ifadeyle sanayi toplumunda insanlar nasıl emeklerine ve kendilerine yabancılaşmışlarsa aynı şekilde tüketim toplumunda da insan istek ve arzuları kendisi dışındaki tahrik güçleri tarafından manipüle edilmek suretiyle kendi öz istek ve arzularına yabancılaştırılmaktadır. Fakat bu yabancılaşma daha bütüncül ve kapsayıcı bir yabancılaşmadır maalesef. Ebedi saadet ve mutlulukların geçici hazlara tercih edildiği bir yabancılaşmadan bahsediyorum.

Zahmet ve rahmet ilişkisini külleyen, gayret ve himmet ilişkisini budayan, hareket ve bereket kavramlarını ifsad eden bir yabancılaşmadan bahsediyoruz maalesef.

Batı haz üzerinden tüketmeyi daha çok tüketmeyi kutsar iken geçici hazların kucağında saadet bulacağını zanneden gençlerimizin ise günün sonunda içine düştükleri tatminsizlik, mutsuzluk, depresyon gibi rahatsızlıklar hatta intiharlar günümüzün vakay-ı adliyelerinden sayılır hale gelmiştir. Zahmetsizce ulaşılan yalancı hazlar rahmetsiz, bereketsiz ve faidesiz olmaktadır.

Oysa bizim İslam ile yoğrulmuş töreli medeniyetimiz ihtiyaç kavramını ele alırken dünyada en mutlu insanın en az şeye ihtiyaç duyan insan olacağını ifade etmekte. Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi diyerek var gel dünyada bu ile biraz da sen oyalan diye Yunusca uyarılmaktadır. Bu ve benzeri nedenlerle fıtri olmayan modern bu iki önermeyi yeniden tashih etme ihtiyacı duyuyorum. Evet kaynaklar sınırlıdır fakat adil bir paylaşım ile herkesin ihtiyacını rahatlıkla giderebilecek kadar da boldur. İhtiyaçlar ise sonsuz ve sınırsız olmayıp ihtiyaç olarak dayatılan pek çok hizmet ve metanın gerçek ihtiyaçlarımız olmadığı manipüle edilmiş arzu ve tahrik edilmiş hazlardan ibaret israflar olduğunu ifade ederek sözlerimi tamam etmek isterim.

Bu vesileyle Bolu ilinde böylesine güzide bir topluluğun kurulmasına vesile olan başta töreli hocalarımıza, bu haftayı, Turizm Haftası münasebetiyle işbirliği içinde organize ettiğimiz Bolu Kültür ve Turizm İl Müdürlüğüne, sohbetimize otağlarında ev sahipliği yapan Bolu Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne ve değerli idareciler ile gönül dostlarımıza sohbetimize iştirak ettikleri ve bizi dinleme zahmetine katlandıkları için kalbi teşekkürlerimizi sunarım. Önümüzdeki hafta Cuma günü saat 17:30’da Bolu Valiliğinin arkasındaki eski tapu binası yeni Diyanet Gençlik Merkezinde 109. Haftasını icra edeceğimiz musahabemize hepinizi bekleriz.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu