Gençlerle doğru iletişim veya sürdürülebilir iletişim üzerine düşünürken, acep ne anlatsak nasıl anlatsak da sirâyet etse anlattıklarımız genç gönüllere diye dertlenirken, bir video düştü önüme.
Turgut amcanın videosu.
Ârif yetiştirme konusunda münbit, irfan yatağımız Anadolu’dan, yükselen mütevâzı bir ses…
Aksaray’da küçük bir ayakkabı tamiri dükkânından.. Hoş dükkân bile denemez, küçük bir kulübe. Bir buçuk dakikalık görüntülerde bize unuttuklarımızı, yitirdiklerimizi hatırlatan bir irfan pınarı taşıyordu bu küçük kulübeden….
Belli ki sadece bir ayakkabı tamircisi değildi karşımdaki, gönüllerin de tamircisi olmaya namzet bir modern zaman dervişi…
Parmak aralarında, ayakkabı boyasından lekeler vardı… Boya lekesi bu kadar mı yakışır bir ele diye düşünmeden edemiyor insan. O kadar temiz gösteriyor ki ellerini… Emek temizdir diyorum içimden… Emek temizdir… Temiz emekle kazanılan yemek de temizdir…
Biz bu güzelliği, bu temizliği, yaralı halde sedyeye uzanırken, sedye kirlenmesin, ambulanstaki emekçi kardeşine zahmet olmasın diye kömür tozuna bulanmış çizmelerini, yarasını umursamadan çıkarmaya çalışan madenciden de biliyoruz.
Aynı irfan, aynı diğergamlık, aynı yürek…
Somuncu baba diyarında bir somuncu baba nefesi daha dedirten, önce ürperten ve titreten sonra da dirilten bir nefes… Sahi! Yunus’a buğday karşılığı teklif edilen nefes de böyle bir nefes miydi acaba?
Çok şükür ki somuncu babalar, Tabduklar, Hacı Bektaşlar terk etmemiş daha bu toprakları… Vârisleri hâlâ aramızda… Bin şükür…Hep şükür…
“Aramayınca bulunmazmış demek ki, arayınca bulunuyormuş. Ben de arayanlardanım, ben de arıyorum. Hâlâ arıyorum.” diyordu bu güzel insan sözlerinin devamında…
Bu öyle bir arayış ki yolda olmayı varmaya tercih eden bir arayış, belki de bir adanış.
Yo yo belki de değil. Muhakkak bir adanış. Meselenin kazanmak değil, inanmak olduğunu kavrayış, ardından kamuya hâl ile anlatış, arz-ı hâl…
“Ben Allah’ın rızasına aşığım.” diyordu Turgut amca,
“Bir çocuğun duasında mı acaba Allah’ın rızası? Yaşlıda arıyorum, gençte arıyorum her yerde arıyorum.” diyordu kırışmış gözlerini ötelere, çok ötelere bir yerlere çevirirken.
Sanki rızayı oralarda bir yerlerde görmüş de tekrar orada bulacakmış gibi uzun uzun o noktaya bakarken…
“Her yerde arıyorum, oturduğum yerde, kalktığım yerde, her yerde rızayı arıyorum.” derken mekândan ve zamandan münezzehi arıyordu belli ki …
Adresi olmayan, tartıya vurulmayan, tarife sığmayanı arıyordu belli ki..Yüce dağlara sığmayıp, engin gönüllerde, pak kalplerde otağ kuranı arıyordu.. İlla bulacağım diye de değil, bulanlar arayanlar sözünün hikmetine olan imandan dolayı arıyordu…
Yusuf Hakîkî Baba’nın diyarında, Celaleddin-i Aksarayi, Pir Sultan Aksaray-i mekânında gönül erlerinin, hâl ehlinin hâlâ bitmediğini anlatıyordu bize hâl diliyle …
“Acaba yolda giderken, şu taşı attığım zaman ayağımla kenara. Acaba Allah’ın rızası burda mı ki acaba?” diyerek insanlara zahmet verecek, müşküle sokacak her ne varsa halletmeye çalışıyordu. Karşılığında beklediği ise rahmeti engin olandan bir tecelli… Rızay-ı İlâhi…
Gözleriyle hala görmek istediğini görebilme ümidiyle ısrarla öteleri yoklarken bir yandan da anlatmaya devam ediyordu… Arayışını… Adanışını… Anlatmaya devam ediyordu…
“Çöpleri dolaşıyorum. Çöpleri dolaşıyorum. Ekmekleri çıkartıyorum. Acaba ekmekleri çıkarttığım zaman Allah’ın rızasını kazanabilir miyim? Çöplere atmışlar ekmekleri yazık!” derken ötelerden bu yana çevirdiği gözlerinde görüyorum… Engin dağların yamaçlarına oturan sis gibi bir pus oturuyor gözlerine…
“Poşet poşet ekmekleri getiriyorum. Kuşlara veriyorum… Kuşlara… Kuşların kursağına gitsin diyorum. Sigara izmaritlerine karışmış ekmek parçaları… Yazık!” derken kendi kursağına girmeyecek ekmeğin temizliği ile dertleniyor tepeden tırnağa tertemiz adam.. Yine ötelere çok ötelere çeviriyor gözlerini…
“Onları çıkarıyorum. Çırpa çırpa poşetlerin içine koyup getiriyorum”. Sözlerini tamam edemeden boğazına oturan yumrular, engin dağlara benzeyen gözlerindeki pusu dağıta dağıta sicim olup yağıyor temiz adamın kucağına… Omuzları sarsılıyor, boynu bir gelincik gibi bükülüyor o koca yüreğini muhafaza eden göğüs kafesinin üstüne doğru.. Utanıyor, ar ediyor belli ki hepimizin edepsizliğine, müsrifliğine…
Gözlerinin ucunda hep, o kurumayan göz yaşı…
“Müslümanların acınacak hâli var da…” diyerek, utancını âşikâr etmeye bile ar ediyor Turgut amca. Sarsılan omuzları düşüyor iki yana…Düşüyor ama vazgeçmiyor. Aramayı bırakmıyor… Aşkından vazgeçmiyor… Rızânın peşinden ayrılmıyor…
Senin boyalı temiz ellerinden öpüyorum Turgut amca. Ümitsizliğe gark olduğum zamanlarda, artık tamam dediğim zamanlarda sen ve senin gibiler yetişiyor imdadıma… İyi ki varsın, iyi ki varsınız… Hep olasınız, dâim vâr olasınız… Âşık olduğun o Allah’ın, rızâsına gark olasın, nâil olasın İNŞALLAH…
Yazıyı tamam ederken, sosyal medyada Turgut amcaya ait görüntüleri paylaşan kişinin duyurusu ile haberdar oldum, sizi de haberdar edeyim. Bu içli ve hâle tesir eden güzelliği, TRT Haber, “Ömür Dediğin” programında, bu hafta, 334. bölüm olarak yayınlamış. Baktım bir gün önce programın videosu yüklenmiş. Videonun linkini de buraya bırakıyorum. İzlememiz ve içselleştirmemiz ümidiyle… Ben de şimdi izleyeceğim.
Turgut Kılıç, Aksaray, 58 yaşında…
Videonun tamamını izlemek için bu linke tıklayabilirsiniz.