Aygül Yıldırım UzunTöreli Yazılar

Sen kimlerdensin, çocuk?

Aygül Yıldırım Uzun

 

Oysa ki çocuk sadece çocuktur.

Acı çeken, ağlayan ve zulme maruz kalan her insan, her canlı korunmaya ve hatta savunulmaya muhtaçtır. İnsan, olduğunu iddia eden herkesin mecburi vazifesidir bu. Dikkat çekiyorum, insan diyorum. Olmayanlara değil, kelâmım. Mazlumun yanında saf almak, hele bir de günahsız masumlar söz konusuysa, etten kemikten duvar olmak koruyabilmektir aslolan. Her kim sorarsa, bu çocuklar kimlerdendir? diye; uçurumdur yolun sonu biline.

Çocuk diyorum size, çocuk... Teni beyaz ya da esmer, gözü mavi ya da kara… Ne fark eder, soruyorum? Ah, insanoğlu, ah, ne zaman bölündün sen onlar ve bizler diye? Oysa ki ne fark eder adı Joe, Clear veya Aişe, Muhammed olsa! Hepsi de aynı değil mi, bir şekere çikolataya sevinen, gözleri bir anda geceyi aydınlatan yıldızlar gibi parlayan, verdiğin o minicik bir hediyeye sevinen.

Sizlere mevzuyu bağlayabilmek adına yaşadığım bir anıyı anlatmak isterim. Geçtiğimiz günlerde cami bahçesinde oyun oynayan çocukları görünce, hemen sağa yanaşarak arabadan indim ve yanlarına gittim. Beni tanıyanlar bilir, çocukları böyle bir arada görünce dayanamaz yanlarına giderim. İşte o günde öyle oldu. İçlerinde daha evvel tanıdığımı düşündüğüm küçük bir kız da vardı. Heyecanla ve hızla kollarımı açarak yanlarına gittim. Ve hiç tereddüt etmeden, çekinmeden, onlar da sarıldılar bana. Çantamda her daim bulunan şekerlerden verdim hepsine. Aldılar. Ama paketlerini bir türlü açamadılar zorlandıklarını görünce, sırasıyla açıp geri uzatırlarken bir yandan da en büyüğü olan küçük kızla sohbet ediyordum. Bu esnada çömeldiğim yerde gözümün önünde bir tane bisküvi belirdi. Şaşkınlıkla o tarafa baktım. İçlerinden en küçük olanı, bana alelacele yırttığı paketinden çıkardığı halleyi uzatıyormuş meğerse. Kısa süreli bir şaşkınlık sonrası, bakışmalar oldu aramızda. Ben, küçük çocuk ve bisküvi… Bir ona bir de elindekine baktım. Tekrar tekrar… Teni beyaz, hafif dalgalı saçlarıyla, kaşı gözü kara ve yüzünde kurumuş sümükleriyle, ufacık parmaklarının arasında tuttuğu bu bisküviyi geri çevrilebilir miydim? Tabii ki hayır. Yedin mi diye soracak olursanız, evet, yedim. O sümüklü güzel suratın yemem için uzattığı  sadece bisküvi değildi benim için!

Bunca yıldır sahada çalışırım, beni böylesi etkileyen anlarım azdır. Yüzünü incelerken kaşının, gözünün yüzünün güzelliği kadar bakışlarıydı; beni hortum gibi içine çeken. Öyle anlamlar yüklendi ki o an’a, buraya yazmaya anlatmaya kelâm yetmez. Aslında alışkınım, alışkın olmam da lazım ama ne bileyim, nasıl anlatayım hâlâ tesiri altında olduğum o bakışları… Benim öyle içime işlemiş olacak ki gecenin şu saatinde bunları yazarken buldum kendimi.

Acımasızca öldürülen, katledilen ve hatta soykırıma uğrayan mazlumların sayısı her geçen gün artarken, ben o gün karşılaştığım bu günahsızlara, “Siz kimlerdensiniz?” diye sormadım. Soramazdım, sorulmazdı da! Ama çok merak ediyorsanız söyleyeyim Iraklı idiler. Uzun süre sahada çalışınca sormaya pek lüzum kalmıyor ve tanıyorum artık. Iraklı, Afgan, Suriyeli, Roman, Doğulu veya Bolulu ne önemi var ki hepsi de benim gözümde soylu insanoğlu.

Ve Gazze aylardır yürek yangını… Dinmek bilmeyen adı konmamış bir imtihan. Taraflar: mazlum bir halk, şeytanın kurs gördüğü zalim bir ırk ve seyirci milyonlar. Ama yine de tüm bu olanlara izleyici kalmayan kalamayan kitleler. Kimi zaman bu tepkileri, televizyon veya telefonlarımızda takip ederken duygulanıyoruz. İnsanlığın ölmediğine dair ümitlerimiz yeşeriyor, sürgüne uğramış yüreklerimizde. Hele bir de bu isyanın, başkaldırının en yüksek duyulduğu haykırışların gayrimüslim olan insanlardan gelmesi, tükenme noktasına gelmiş umutların yeşereceğine dair inancımızı arttırıyor. Özellikle son günlerde yurt dışındaki üniversitelerde başlayan protestoları bu sebeple çok kıymetli görüyorum. İnsan kıyıcı, esfel-i safilin bir ırkın zulmü, bu protestolar etkisiyle son bulacak mı bilinmez. Ancak şu hakikat ki sessiz kalmayan, tepkisini öyle veya böyle bir şekilde gösteren herkes, hangi dine ve ırka sahip olursa olsun hakiki ademoğludur. Kocaman yüreğe sahip, vicdanı diri kalan,mazlumun şeceresine bakmayan, safını onun yanı belleyen kim olursa olsun bizim kardeşimizdir.

Ve hayalini kurmaktan asla vazgeçmeyeceğim içten bir duam var! Çocukların sadece şekeri elinden alındığı için ağladığı ve koşup oynarken düşüp dizinin kanadığı bir dünya düşlüyorum. Olur mu, bilinmez! Ama olsun diye çabalayanlardan olabilmeyi isteyerek bir yerden başlayabilir miyiz?

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu