Fevhâyı ne zaman bir eski metinde görsem aklıma hep fetvâ gelir. Bu durum her ne kadar iki kelime arasında şekil (kalıp) veya söyleniş yakınlığına bağlı gerçekleşse de esasında her iki kelimenin mânâca birbirine kardeş olduğu da açıktır. Yâni fehvâ, bize her zaman sözü fetvâya mutabık söylemeyi zorunlu kılar. Maalesef biz bugün fetvâyı da fehvâyı da unuttuk…
Malûm olduğu üzere fetvâ, “Bir mesele hakkında şerîatın hükmünü anlamak için sorulan soruya müftü tarafından muhâtap zikredilmeden verilen cevap, sorunun şer’î cevâbı” mânâsına gelir. Teşmil hâlinde ise “Yapılan veya yapılacak bir şeyi tasdik etme, müsâade, izin” demektir. Dolayısıyla fetvâ, her durumda bize şer’-i şerife bağlılığın bir esasını verir. Bu esas üzere hareket etmek ise işte fehvânın özünü teşkil eder. Tam bu noktadaysa “fetvâ” ile “fehvâ” tıpkı kalıpta olduğu gibi aynı mânâda da birleşiverir. Zira fehvâ da zaten “mânâ” anlamına gelmektedir. Kısacası fetvânın mânâsı ile fehvânın mânâsı aynı mânâ kalıbında hakîkî mânâ içün “bir”leşir. Bu bağlamda Şemseddin Sivâsî Efendi’nin kitabının fehvâsını “rûşen”e teşbihi hiç de boşuna değildir:
“Ola işbu kitâbım sana gülşen
Safâsı bî-bahâ fehvâsı rûşen”
Töreli edebî gelenekte bir de rûhun fehvâsı sıkça zikredilir. Zira Hak ile hakikat arasındaki zâtiyet irtibatı sadece rûhun fehvâsıyla kurulabilir. Bu yüzden Leskofçalı Gâlib, Tanrı’dan tüm ölüleri dirilterek rûhun fehvâsının mâhiyetini âleme göstermesini diler:
“Bir nefesle serteser emvâtı ihyâ eyleyip
Âleme göster nedir mâhiyyet-i fehvâ-yı rûh”
Hersekli Ârif Hikmet Bey de yine benzer bir niyazda bulunarak akl ile rûhun fehvâsının mâhiyetinin bilinemeyeceğini bize açıkça ızhar eder. Yâni akl, yalnız rûhun fehvâsıyla bir mânâ kazanır:
“Feylesofun kavlin etme zîb-i gûş-i i’tibâr
Kim bilinmez akl ile mâhiyyet-i fehvâ-yı rûh”
Eski metinlerde görüleceği üzere fehvânın en yaygın kullanım şekli ise “Gereğince, … sözü gereğince” mânâsına gelen zarf şeklindeki kullanımıdır. Kâtib Çelebi’nin şu cümlesinden de anlaşılacağı üzere bu durumda da fehvâ bizzat bir töresöze ( atasözü, deyim, kelam-kibar vd.) eşlik eder:
“Bunlara benzer sözleri, kişi bilmediğine düşmandır fehvâsınca darbımesel ederdi.”
Yukarıdaki misâlde de açıkça görüleceği üzere, tıpkı fetvâda olduğu gibi fehvânın da töresöz sayesinde şer’-i şerife merbûtiyeti esasdır. Bu durum da elbette töreli dairede hakikat alanına bağlı ortaya çıkar. Dolayısıyla bu alandan beslenmeyen bir sözün veya kelimenin fehvâ niteliği kazanabilmesi asla mümkün değildir.
O hâlde törenin fehvâsınca söz töreli gerektir!
Töreli kâlle töreyle kalınız efendim…