Efendim, zaferi duymayanımız yoktur. Hatta milletçe binlerce kez tatdığımız da vâkidir. Fakat gelin görün ki son dönemde Filistin’de yaşadığımız soykırım maalesef biz zaferyâb ve zaferşiar bir milletin boynunu bile bükük bırakıyor. Elbette tek suçlusu biziz…
Bir kerre, hiçbir işimizde mutlak bir zaferin tabiatında olan büyük bir gayret sergilemiyoruz. İşlerin hep hilesine hurdasına kaçıyoruz. Başarısızlık da tabii bu duruma bağlı kaçınılmaz oluyor. Halbuki Rabbimiz Necm suresinin 39. âyetinde “İnsan için yalnız kendi çalıştığının karşılığı vardır” buyuruyor. Peygamber Efendimiz (s.a.s) de hadis-i şeriflerinde “Allah Teâlâ, birinizin yaptığı işi en güzel şekilde yapmasından memnun kalır” buyurarak söz konusu âyeti âdeta Nebevî terbiyenin bir rüknü hâline getiriyor.
Yaşadığımız soykırım karşısında aslında vazifemiz çok açık. Nitekim bu hususda Rabbimiz, Tevbe suresinin 14. âyetinde “Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rezil rüsvâ etsin, onlara karşı size yardım ve zafer ihsân buyursun, baskı ve zulüm altında inleyen mü’min toplulukların gönüllerini ferahlatsın!” buyuruyor. Maalesef bunun gerçekleşmesi ise şimdilik zor gözüküyor! Âl-i İmrân’ın 126. âyetinde buyrulduğuna göre de bunu yapmadığımız sürece kalplerimiz huzura erdirilmeyeceği açık ve net…
Elbette tarih, düz bir çizgi üzerinde ilerliyor gibi görünse de takdir-i ilâhî ve insanın tabiatı gereği tekerrüre muhtaçdır. Nitekim bugün yaşadığımız soykırıma dönük savaşın nüvelerini elbette bağlamları aynı olmamakla birlikte mazideki pek çok savaşda da açıkça görmekteyiz. Herhalde bu hususda hepimizin aklına gelen ilk savaş Uhud’dur. Rabbimiz ise Âl-i İmrân suresinin bazı âyetlerinde bu savaş üzerinden de bizleri şu ifadelerle uyarıyor:
“Birbiriyle savaşan o iki orduda sizin için büyük bir ibret vardır: Bunlardan biri Allah yolunda savaşıyordu, diğeri ise kâfir olup, karşılarındaki mü’minleri baş gözleriyle kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyla destekler ve güçlendirir. Elbette bunda, görecek gözleri olanlar için kesin bir ibret vardır.” (Âl-i İmrân, 13).
“Ey mü’minler! Siz, insanların iyiliği için yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Çünkü siz usûlünce iyilikleri ve güzellikleri emredip yayar; kötülük ve çirkinlikleri yasaklayıp önüne geçmeye çalışırsınız. Bunu da zâten Allah’a inandığınızdan dolayı, onun bir gereği olarak yaparsınız. Ehl-i kitap da iman etseydi, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Gerçi içlerinde inananlar da var, fakat onların çoğu dinden çıkmış fâsıklardır. Onlar size, dilleriyle incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşacak olsalar, arkalarını dönüp kaçarlar; sonra kendilerine yardım edecek kimse de bulunmaz.” (Âl-i İmrân, 110-111).
“Rasûlüm! Hatırla o zamanı ki sen, mü’minleri Uhud’da savaş mevzilerine yerleştirmek üzere sabah erkenden ailenden ayrılıp yola çıkmıştın. Allah her şeyi hakkıyla işiten, kemâliyle bilendir. İşte o anda içinizden iki birlik gevşeklik gösterip geri çekilmeye yeltenmişlerdi. Halbuki Allah, onların yardımcısı ve destekçisiydi. Artık mü’minler, sadece Allah’a güvenip dayansınlar. Düşmana göre sayı ve silahça çok zayıf durumda iken şüphesiz Allah size Bedir savaşında yardım etmiş, sizi muzaffer kılmıştı. Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız. O vakit mü’minlere: “Rabbinizin, indirilmiş üç bin melekle size yardım etmesi yetmez mi?” diyordun. Evet yeter. Eğer siz sabredip Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, o anda düşmanlarınız ansızın üstünüze geliverseler bile, Rabbiniz özel nişanlı, formalı beş bin melekle size yardım edecektir. Allah bu yardımı, sadece sizi zaferle sevindirmek ve kalplerinizi huzura erdirmek için yapmıştır. Yardım ve zafer, ancak kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olan Allah’tandır. Yine bu yardımı Allah, kâfirlerden ileri gelenlerin kökünü kazımak, arta kalanları da baş aşağı çevirip, emellerine kavuşamayan bedbahtlar olarak eli boş geri döndürmek için yapmıştır. Rasûlüm! Kullarımın işinden hiçbir şey sana ait değildir. Allah, ya doğru yola gelirler de onların tevbesini kabul eder, ya da kendilerine zulmetmeleri yüzünden onları cezalandırır.” (Âl-i İmrân, 121-128).
Yukarıdaki âyetlerden görüleceği üzere kâfirlerle savaşmamızla ilgili Rabbimizin hükümleri açık. Mükâfat ve ceza da…
Rabbimizin yukarıdaki âyetlerinde iki yerde açıkça vurguladığı “Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız” ibaresine bakılacak olunursa da bugün de her alanda yaşadığımız buhranların sebebi açıkça ortaya çıkıyor. Yâni efendim, demem o ki Allah’a karşı gelmekten sakınmadığımız müddetçe bu dünyada zafere erişmemiz hayal!
Şâyet sakınırsak da Câhit Sıtkı Tarancı’nın dile getirdiği üzere, attığımız her adım “yeni bir zafer”dir…
Selamet ve letafetle kalınız efendim…