Doç. Dr. Mehmet SümeTöreli Haberler

Töreli Fikir Meclisi 114. Töreli Türk Edebiyâtı Okumaları

Doç. Dr. Mehmet Süme

Töreli Türk Edebiyatı okumalarının 114’ üncüsü “ Bolu Abant İzzet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Süme’nin “571. Yıldönümü Münâsebetiyle Müjdelenmiş Fâtihin Müjdelenmiş Fethi” konulu sohbetiyle devam etti.

Süme, sözlerine sohbetin başlığına konu olan iki müjdeyi yüzyıllar öncesinden işaret eden Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” Hadis-i şerifini dile getirerek başladı.  Daha sonra Fatih’in 1432 yılında Edirne’de dünyaya geldiğini belirterek çocukluk yıllarına, aldığı eğitime ve hocalarına dair bilgiler verdi. Ardından Fatih’in kişilik özelliklerine değinen Süme, bunları şu şekilde sıraladı; Fatih ciddiyetle hedeflerine odaklanan, bu hedefleri sonuna kadar takip eden ve gerçekleştirme yolunda engel tanımayan bir kişiliğe sahipti. Onu diğerlerinden ayıran en önemli özelliği aşırı derecedeki kararlılığıdır. Siyaseti çok iyi bilen, belirlediği stratejileri başarılı bir şekilde uygulayan bir hükümdardı. Alimler söz konusu olduğunda ise çok yumuşak, onlara hürmet eden onların sohbetlerine katılan ve aralarında ilmi tartışma ortamı hazırlayan bir karaktere sahipti. İstanbul onda bir tutku haline gelmişti ve şehrin fethi düşüncesi atalarından ona miras kalmıştı. Bütün bunların yanında o çok yönlü bir devlet adamıydı.  Avni mahlası ile şiirler yazmıştı. Şiirlerinde sosyal hayat, tasavvuf ve tarihi hikayeler konu olarak ele alınmıştır. Din felsefesi, coğrafya, tarih, matematik ve astronomi gibi ilim dallarına özel bir ilgisi vardı.

Süme, Fatih’in fetih hazırlıklarına ilişkin ise şunları söyledi. Fatih, askeri ve siyasi alanlarda uzun bir hazırlık safhası geçirdi. Öncelikle yeniçerileri kontrol altına alarak kendisine bağladı. Başta Karamanoğulları olmak üzere Anadolu beylikleri ile bir süreliğine barış yolunu tercih etti. Aynı siyaseti Venedik, Ceneviz ve diğer Avrupa ülkelerine karşı da uyguladı. Anadolu Hisarı’nın karşısına Rumeli Hisarını inşa ettirerek İstanbul Boğazının hâkimiyetini ele geçirdi. Çağının en ileri teknolojisine sahip, o ana kadar görülmemiş büyüklükte toplar döktürdü. Bütün bu hazırlıklar onun stratejik bir deha olduğunu gösterir. Fatih tarihte imparatorluk kurmuş devlet adamlarının bütün özelliklerini bünyesinde toplamıştır. O benzerleri arasında en iyisidir.

Sohbetin ilerleyen safhasında Süme, İstanbul’un fethinin, jeopolitik, siyasi, ekonomik ve dini sebepleri üzerinde durdu. Jeopolitik açıdan Osmanlı Devleti’nin Anadolu ve Rumeli toprakları arsında sıkışıp kalmış olan Bizans’a son verilerek Osmanlı toprak bütünlüğünün sağlanması gerekiyordu. Siyasi açıdan Osmanlı taht mücadelelerine müdahil olan, Osmanlıya karşı diğer beyliklerin yanında yer alan her fırsatta Avrupa devletlerini Osmanlıya karşı kışkırtan Bizans’ı bu tür tutumlarından men etmek gerekiyordu. Ekonomik açıdan Karadeniz ticaret yolu ele geçirerek Venedik ve Cenevizlilerin bölgedeki ticari üstünlüklerine son verilecekti. Dini açıdan ise Hz Peygamberin (s.a.v.)  övgüsüne mazhar olmak onun işaret edip müjdelediği komutan olmak hiç kuşkusuz en önemli ve en anlamlı sebepti.

Süme, kuşatma ve sonrasında meydana gelen gelişmeleri ise şu şekilde sıraladı. İstanbul kuşatması 6 Nisanda başladı. Kara ordusu Edirne yönünden, güçlü bir donanma ise denizden harekete geçti. Ancak Latin kuvvetlerinden oluşan yardım konvoyu Osmanlı donanmasını yararak İstanbul’a girmeyi başardı. Bu gelişme Türk ordusu üzerinde olumsuz bir tesire yol açtı, genç padişah otağına çekilmiş kimseyle görüşmek istemiyordu. İşte kuşatmanın en kritik olan bu günlerinde büyük mütefekkir ve mutasavvıf Akşemseddin Hazretleri devreye girdi. Sultana gönderdiği bir mektupla kuşatmanın seyrini değiştirdi.  Stratejiye destek veren yön tayin eden ve fethin müyesser olacağını dile getiren satırları ihtiva eden bu mektup sonucunda hünkâr önceden planladığı kesin olarak anlaşılan gemilerin karadan yürütülmesi fikrini devreye koydu. Boğazdan hareketle Kasımpaşa sırtlarından Haliç’e uzanan bir yol üzerinde döşettiği kızaklar üzerinden yaklaşık seksen gemiyi bir gecede Haliç’e indirdi. Böylece dört bir yandan kuşatılmış olan İstanbul’un fethi 29 Mayıs 1453’te gerçekleşmiş oldu. O gün öyle vaktinde şehre giren sultan öncelikle doğrudan Ayasofya’ya gitti ve fethin sembolü olarak Ayasofya kilisesini camî-i şerife tahvil etti.  Süleyman Bey’i İstanbul’a subaşı Hızır Bey’i ise kadı olarak atadı. İstanbul onun hedefleri doğrultusunda şekillendi. Zira onun zihnindeki cihanşümul Türk-İslam Devletine başkentlik edecek olan en uygun şehir İstanbul’du. Bu yolda kısa süre içinde nüfus, imar ve ekonomik faaliyetlere koyuldu. Bursa’dan Konya’dan, Karaman’dan, Aksaray’dan ve Kayseri’den getirdiği Türkmenleri şehre yerleştirdi. Cihanşümul devlet olmanın bir gereği olarak kuşatma sırasında şehri terk eden Rumların yeniden şehre dönmesi için uygun şartlar hazırladı. Kendi adı ile anılan Fatih Camiini inşa ettirerek İstanbul’a İslami bir sembol kattı. Onun izinden giden ahfadı yıllar içinde İstanbul’u eksiksiz bir İslam beldesi haline getirdiler. Öyleki şehir İslambol olarak anılmaya başladı.  Başta sadrazam olmak üzere her bir vezirine şehrin imar, iskân ve ticari yönden gelişmesini sağlayacak olan icraatlar da bulunmaları yönünde emirler verdi. Böylece 1455’te günümüzdeki Kapalı Çarşı’nın nüvesi olan Büyük bedesten yapıldı. Şehrin merkezine ilk sarayı (Eski Saray) sonradan bunu yeterli bulmayarak Sarayburnu’nda Yeni Saray’ı (Topkapı Sarayı) inşa ettirdi. Veziriazam Mahmud Paşa kendi adıyla anılan alış veriş merkezini kurdu. Onu diğer devlet erkânı izledi böylece Hoca Paşa, Gedik Ahmet Paşa, Murad Paşa ve Davut Paşa’nın kurduğu merkezler ortaya çıktı. Günümüzde bunların her biri İstanbul’un gözde mahallerinde ad olarak yaşatılmaktadır. Osmanlı Devletinde reayanın refahı bir din vazifesi olarak benimsenmiştir. Bu husus Fatih vakfiyesinde şu şekilde dile getirilmiştir. “Hüner bir şehrbünyâd etmektir; Reaya kalbin âbâd etmektir”, (Bir şehri kurmak ulvi bir harekettir insanların kalbinin kazanılması ve yüzünün güldürülmesini sağlar.)

Süme, konuşmasının sonunda, Fatih’in cihanşümul devlet anlayışını şu esaslar üzerine kurduğunu dile getirdi.

Hanlık; “Oğuz Kağan’ın büyük oğlu Gün Hanın vasiyeti ve Oğuz töresi mucibince Kayı Boyu varken başka boy hanlarının soyuna hanlık ve padişahlık düşmez.” Bu anlayış gereğince Fatih Türk dünyasının cihangiridir.

Gaza; Türk ve Bizans çağdaş kaynakları, İstanbul’un fethi için yapılan hazırlık toplantısında Fatih’in “Gaza, atalarımızın olduğu gibi bizimde görevimizdir” dediğini dile getirmektedirler. Fatih giriştiği fetih hareketinin bir gaza olduğu bilincindedir ve elde ettiği zaferle fiili olarak gazi sıfatıyla İslam dünyasının lideri konumuna gelmiştir.

Kayzerlik; bu unvan Roma İmparatorları tarafından kullanılmıştır. Fatih İstanbul’un fethinden sonra kendisini Roma İmparatorluğunun tek meşru varisi saydı. Bu husus çağdaş kronikler tarafından şu şekilde dile getirilmektedir. “Kimse şüphe etmez ki sen Romalılar İmparatorusun imparatorluk merkezini hukuken elinde tutan kimse imparatordur ve Roma İmparatorluğu’nun merkezide İstanbul’dur” (G.Trapezuntios:1466). “İddiasınca dünyada bir tek imparatorluk, bir tek iman ve bir tek hükümdarlık olmalı imiş. Bu birliği kurmak için dünyada İstanbul’dan daha layık bir yer yok imiş. Bu şehir sayesinde Hıristiyan dünyasını hükmü altına alabilirmiş” (J.Lansguschi:1466). Kemalpaşazade ise “tedbiri cihangirlik zikrinde idi” ifadesiyle Fatih’in cihanşümul devlet anlayışını veciz bir şekilde dile getirmiştir. Fatih uzun saltanatı boyunca yukarıda dile getirilen iddiaların gereğini yerine getirerek bir cihan padişahi olarak devletin imparatorluğa evrilmesini sağladı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun temellerini attı. Yerli deyimiyle “Devlet-i ‘Aliyye-i Osmaniyye” vücuda getirildi. Fatih artık, “Sultanü’l- Berreyn ve hakanü’l- Bahreyn(Karaların Sultanı ve Denizlerin Hakanı) dir.

Süme, konuşmasının sonunda Osmanlı asırları boyunca bir fetih bilincinin olduğunu, İstanbul’un fethinin yıldönümlerinin kutlandığını belirtti. 29 Mayıslara tesadüf eden günlerde sadaka dağıtıldığını önceden yapılan hatimlerin bu günde dualarının yapıldığını dile getirdi. Fetih bilincinin günümüzde de devam ettiğini, etmesi gerektiğini benzer etkinliklerin günümüzde de hayata geçirilmesi gerektiğini söyledi. İstanbul’un Fatih’in hedefleri doğrultusunda yüzyıllar içinde ilmek ilmek dokunarak bir İslam Şehri, Türk- İslam şehri vücuda getirildiğini dile getiren Süme, Fatih’in bize hediyesi olan İstanbul’u bu mücevheri, göz bebeğimiz gibi korumamız, onun mirasına sahip çıkan onun misyonunun bilincinde olan ehil ellere teslim etmemiz gerekir, diyerek sözlerine son verdi.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu