Son günlerde sokak hayvanları ile ilgili haberlere, yorumlara, tartışmalara tanıklık ediyoruz. “Kurunun yanında yaş da yanar” atasözü aklıma geliyor. Teşbihte hata olmaz sözünün affına sığınarak şunu söylemek istiyorum. Toplum içinde hatalı, kusurlu ve suçlu kimselerin olması o toplumun tümüne mâl edilemez. Doğanın da kendi içinde bir dengesi var. İnsanoğlunun kural tanımaz ve tedbir almaz tavırları sebebiyle bu denge bozuluyor. Ölümlere sebebiyet vererek insanlarda korku ve endişeye yol açmakta olan bazı hayvanların faturası o türün tüm canlarına kesilmemelidir.
Şimdiye kadar kısırlaştırmamak, bazı cinslerin evcil olarak beslenmesi, tasma ve ağızlık ihmali, hayvan barınaklarının yetersiz ve özensiz olması bu sorunlara sebebiyet veren başlıklardan bazılarıdır.
Batıya özenerek evinde köpek besleyenler sonraları bu canları sokağa salıyor. Sonrasında sebep oldukları felakete veryansın ediyorlar.
Mikroçip ile kayıt altında tutulan hayvanların da takipleri yapılmalı, sahipsiz bırakıldıklarında ise ilgili kişilere yaptırım ve caydırıcı cezai işlemler uygulanmalıdır.
İnsanlarla iç içe yaşayan hayvanlara zulüm etmek, uyutmak, insanlığın fıtratına aykırıdır.
Bu gündemi fırsat bilen bazı belediyelerin ve şahısların kamunun gözü önünde köpekleri sistematik biçimde öldürmeleri ve bu canlı türünün varlığını tehlikeye atacak uygulamaları ne kadar insani? Hayvanî güdüler taşıyan insanoğlu nasıl da her fırsatı değerlendiriyor.
…
Terör suçlusu olan, kadınlara, çocuklara, bebeklere, hayvanlara tecavüz eden onca ahlâk yoksunu kişilerin idam edilmeleri gerekiyorken, bu suçlular devlet tarafından bakılıyor ve besleniyorlar.
İnsanlara zarar veren her iki cinsin mahlukları da aynı ortamda beslenebilir. Hatta sokakta çocukları parçalayan ve ölümlerine sebebiyet veren köpekler ile hücre arkadaşlığı yapabilirler.
….
Hayvanlara tecavüz eden, işkence yapan insan denen kişilere cezai kararlar yetersiz gelirken, köpekleri uyutma kararı ise resmen katliamdır.
Allah’ın verdiği cana saygı duymak, yaşam haklarını ve türlerini yasa ile korumak insani görev ve vicdan sorumluluğudur.
Devlet eliyle alınacak tedbirler ile bu sorunların önüne geçilebilir.
“Nasıl olacak?” sorusuna bin kafadan milyon tane yorum yapıldı. Kamu yararına olacak kararı devlet vermelidir elbette. Lâkin öncelikli olarak bu hayvanlar bu hâle neden ve nasıl geldi ona açıklık getirmek gerekiyor. “Sokak hayvanları insanların dostudur, canları koruyalım!” sloganından “Köpeklere ölüm!” nâralarına ne ara geçildi?
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” düsturu ile insan haklarına sahip çıkmanın yolu denge terazisinden geçer. Kapitalist mama sektörünün hayvanların yediklerine, içtiklerine, aşılarına ne kattıkları belirsiz…
Canavara dönüşen köpeklerin laboratuvar araştırmaları yapılmalı diye düşünüyorum.
Ekolojik denge öylesine bozuldu ki, sokak köpekleri yerine şimdilerde sokak yılanları türedi. Olağan kabul etmeye başladığımız yılansı haberlere sıkça rastlıyoruz. Ekolojik sistem bize nasıl bir mesaj veriyor ve bunun nedeninin cevabını ise eko bilimcilerden bekliyoruz.
Aklıma şu hadise geliyor: “Papa IX. Gregory’nin kedilerden nefret ettiği ve onları yok etmek için fetva verdiğine dair yaygın bir kanı vardır. İddialara göre, kedilerin toplu olarak öldürülmesi sonucunda fare ve kemirgen hayvanların türemesine sebep olarak Avrupa’da veba salgınının yayılmasına neden oldu.”
…
İstanbul’da gece saatlerinde gezen bir İngiliz vatandaşının sokak köpekleri tarafından saldırıya uğraması sonucunda İngiltere hükümetinden ültimatom alan 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, II. Mahmut yönetimi, aniden çıkartmış olduğu kararla kentteki 80 binden fazla sokak köpeğinin toplu bir şekilde Sivriada’ya sürgün edilmesini emreder. Adaya bırakılan köpeklerin tamamı açlıktan veya birbirlerini yiyerek ölmüştür.
1912 yılında meydana gelen büyük deprem köpeklerin ahına, günahına bağlandı. Sivri Adanın adı da Hayırsız Ada oldu.
…
Sokak köpekleri, 1910’a kadar İstanbul’da kendi sokaklarında bakılarak halkla beraber yaşadılar.
Avrupa’da ise parfüm, kimya sanayi için katliamlar çoktan başlamış, sokaklarda tek köpek kalmamıştı. Fransızlar bir öneri getirdi:
“İstanbul’un sokak köpeklerini toplayıp bize satın.” Fransa ile anlaşma imzalandı. Ancak halk köpekleri vermedi, direndi. Her köpek kendi sokağının bir sakini gibiydi. Halktan destek gelmeyince bu işler paraya muhtaç olan insanlara, serserilere havale edildi. Toplama sürerken halk isyan etti, gemiyle Fransa’ya gönderilmek üzere Tophane’de bekletilen binlerce köpeği bir baskın yaparak kurtardı. Ancak hükümet bir kez Fransa ile anlaşma yapmıştı, bu işten vazgeçmedi. Daha kapsamlı daha organize bir toplama işi başlatıldı.
Kısa sürede 80 bin köpek toplandı ve Tophane’de bekletildi… Halkın bir kez daha hayvanları kurtarmaması için başlarına asker dikildi. Fakat Fransa’dan bir türlü yükleme talimatı gelmiyordu. Köpeklerin beslenmesi ve bakımı da sorun haline geliyordu. Fransa’dan yanıt gelmeyince hükümet köpeklerin fiyatını indirdi, sonra bedavaya vermeye bile razı oldu ama, Fransa’dan çıt çıkmıyordu. Köpekleri artık Tophane’de bekletme olanağı yoktu. Kentten uzak bir yer, Sivri Ada seçildi. 80 bin köpek Ada’ya nakledildi.
Köpeklere burada bir süre daha bakıldı. Tâ ki Fransa anlaşmayı fesih ettiğini, köpekleri almayacağını bildirene kadar.
Bundan sonra köpekler Sivri Ada’da tamamen kaderine terk edildi. Halk bir süre yiyecek taşıdı ama sonra bu da imkansız bir hale gelince
köpekler açlıktan ve susuzluktan can verdiler. Köpeklerin acı çığlıkları Anadolu Yakası sahillerinde duyuluyor, sabaha kadar dinmiyordu.
Ölümler başlayınca, 2-3 yıl boyunca tüm sahil kokudan yaşanmaz hale gelmişti. İstanbul halkı bu suçtan dolayı çok üzgün ve çaresizdi. Pek çokları sahildeki evlerini kapattı.
…
Bu başıboş ve sahipsiz köpek sorununu trajik sonuçlara sebebiyet vermeyecek şekilde hem bilimsel hem de vicdani ölçüler içinde çözebiliriz.
Dünyanın başka yerlerinde bu sorunun çözümüne ilişkin gerçekleştirilen başarılı uygulamalarından da yararlanabiliriz.
Öfke ve kızgınlık ile durumu daha da vahim hale sokmadan…
Ortak akıl ile..
Canlılara kıymadan…