Ümit Dağın Ardında
-Nasreddîn Hoca Şerhi – 2-
*
Kelimeler, mefhumlarının en mutlak, en ideal olanlarıyla gerçek anlamlarını kuşanırlar yâhut hakîkî mânâlarını yüklenirler… Hâl bu minvalde olmakla birlikte, aynı kelime her kullanılışında mefhûmunun her biri diğerinden farklı mânâ seviyesinde tezâhür eder ve her biri diğerinden farklı mânâ rengiyle tecellî eder… Yânî, –eş seslilik hâli dışında– bir kelimenin mefhûmu tek olsa da kullanıldığı yerlere –ya da bağlamlara– göre mânâları muhtelif olabilir… Bir dilin mânâlar âlemi de kelimelerinin kullanılış maksatlarının zenginliğine ve renginliğine bağlı olarak zenginleşir ve renginleşir…
**
Ümit (< ümmîd) kelimesi de böyledir…
İnsanlar bu dünyâya dâir nice ümitler beslerler; fânî olana dâir fânî ümitlerdir bunlar… Ama, insân-ı kâmilin ümîdi böyle mi..? Töreli kâmil insan, bedelsiz, emsalsiz ve pek kıymetli ümit cevherini geçici, uçucu, yitici olana değil de mutlak, bâkî ve ebedî kalıcı olana sarf eder… Töreli insan, ümit ipini değişmeyen, sâbit hakîkata bağlar…
Ebediyyen elde kalıcı olana dâir mutlak ümitlerin temel kaynağı, tek hedefi ve nihâî gâyesi, sebâtın, kıyâmın, devâmın ve bekânın mutlak âlemi olan “Kâf Dağı”nın ardıdır… “Dağ” kelimesinden ideal anlamda kavranılması gereken mefhum ve mutlak mânâda anlaşılması gereken şeydir, Kâf Dağı…
***
Pekâlâ, Kâf Dağı neresidir, Kâf Dağı’nın ardında ne yoktur..?
Töreli edebiyâtın mecazlar, teşbihler ve istiâreler âleminde Kâf Dağı, Arş-ı a‘lâ, Arş-ı a‘zam ve Arşullâh tâbirleriyle de ifâde edilen “Arş”tır… “Seb‘a semâvât –yedi felek-” ile “Kürsî” feleklerinin ötesinde, insâna göre en ötedeki felek sayılır, Arş –feleği-…
Meselâ, Necip Fâzıl Kısakürek, Kâf Dağı ile Arş arasındaki bu istiâre alâkasını Çile şiirindeki şu mısrâlarla yorumlamaktadır:
Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş’a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!
Kâf Dağı’nın –yâhut Arş’ın– ardı, ötesi ise mahlûkâtın, mevcûdâtın, yânî mâsivânın –Allâh’tan başkasının– bulunmadığı, Allâh’ın husûsî mülküdür; yaygın olarak da “ötelerin ötesi” anlamındaki “mâverâ” kelimesiyle anılagelmiştir… Ezcümle, mâverâda mâsivâ yoktur…
Kezâ, bir başka nazarla söylemek gerekirse, bu dünyâya göre Kâf Dağı’nın ardı, “âhiret”tir, “âhiret hayâtı”dır, dünyevî aklımıza göre mechuller âlemidir…
****
Nasreddîn Hoca…
Töreli âlem tasavvurları ile hayat telakkîlerini mizâh dili ve latîfe üslûbuyla halka tâlim ve telkîn eden hocamız…
Latîfeleri, akl-ı maâş –geçimlik akıl– için şerhe muhtaç hocamız…
Günün birinde Hoca’nın eşeği kaybolur…
Dilinde bir türküyle ve şen şakrak bir şekilde eşeğini aramaktadır, Hoca… Hoca’yı görenler onun bu keyifli hâl içerisinde gezintisinin sebebini sorarlar; Hoca da kaybolan eşeğini aradığını söyler… Etrâfına toplananların biraz da şaşkınlıkla “Hocam, insan, eşeğini hîç böyle bir sevinçle türkü söyleyerek mi arar..?” şeklindeki îtirazlarına, Hoca’nın verdiği cevap şöyledir:
“Şu dağın ardında olduğuna dâir kuvvetli bir ümîdim var; eğer eşeği o dağın ardında da bulamazsam siz o zaman görün bendeki feryâd u figânı, zârı zârı ağlamayı..!”
*****
Hoca’nın bu latîfesi bize neler söyler; duyalım, dinleyelim:
֎ Bu fânî dünyâda her şey yitici, kaybolucudur… Zîrâ, “Kullu şey’in hâlikun illâ vecheh lehu’l-hukmu ve ileyhi turce‘ûn. (O’nun –Allâh’ın– zâtından başka her şey helâk olucudur –yok olacaktır-; hüküm –hikmet– onundur ve O’na döndürüleceksiniz.)” (Kasas / 88) buyuruyor, Rabb’imiz, ki bu, kâinâtın aslî töresidir…
֎ Bu dünyâda helâk olup kaybolanlar ve bu dünyâdan geçenler için kendimizi helâk edercesine üzülmemek gerekir… Töreli insâna yakışan şey, bu dünyâlık kayıpları neredeyse şen şakraklık derecesine varan bir metânetle karşılamaktır… Bu, dâimâ hayret makâmında temâşâ etmekle elde edilebilecek bir kemâl mertebesidir…
֎ Töreyi bilen kâmil insan dâimâ şu şuûrunu korumaktadır: Bizâtihî kendisi gibi bu dünyâdan geçip kaybolan, ölüp yok olan her şey Allâh’a döndürülecektir; yânî, onların aranması gereken son merci‘ ve bulunabileceği mutlak âlem, Kâf Dağı’nın ardıdır…
֎ Hüznün asıl sebebi, sevdiklerimizden bu dünyâda ayrılmak değil, onlarla Kâf Dağı’nın ardında –yânî âhirette– buluşamamak ve bir araya gelememek olmalıdır; insan, o ihtimâl için endîşelenmelidir… Zîrâ, hakîkî hüzün, geçici olandan değil, kalıcı olandan mahrûmiyettir…
֎ Eşek: Amel… Eşek, kulları bu dünyâdan Kâf Dağı’nın ötesindeki ebedî nîmetlere taşıyıp ulaştırması beklenen amellerin kinâyeli temsîlidir… Başka bir yorumla, kullara Sırât Köprüsü’nü geçirecek olan “amel bineği”dir…
İnsan bu dünyâdayken amellerini kaybetmemeli ki âhirete vardığında ebedî nîmetlerden mahrum kalmasın… Bu dünyâdayken sâlih amel işlemeyi seven kimse, âhirete geçtiğinde de ebedî nîmetlerle mesrûr olur, sevinç içerisinde yaşar…
֎ Endîşe duyulup korkulması gereken asıl şey, bu dünyâda sâlih amel diye işlenilen şeylerin âhirette hîç bir ecrinin ve mükâfâtının görülemeyecek olması ihtimâlidir…
֎ Ümîdin asıl kaynağı îmandır, âhiret inancıdır… Ayık olunmalıdır ki bu dünyâ ümitsizlik yurdudur; ümitsizliğin bir kaynağı bu dünyânın geçiciliği ise diğer kaynağı da âhiret inancı eksikliğidir…
֎ Kul, nefsinin –müfsid arkadaşlarının-, kendisini sâlih amel işlemekten alıkoymasına izin vermemeli, araması gereken şeyleri aramaktan, işlemesi gereken şeyleri işlemekten vazgeçmemelidir…
֎ Kemâlini bulamamış ham arkadaşlar –yâhut nefis-, amelleri muhâfaza etme –eşeği arama– sürecinde ümitsizliğe sebebiyet verebilirler; onların bu iğvâlarına da kulak asmamak lâzımdır… Zîrâ ilâhî müjdedir: “Lâ-taknatû min-rahmetillâh. (Allâh’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyiniz.)” (Zümer / 53)… Kul, bu müjdenin esrârıyla mesrûr, sevinçli ve güleç yüzlü olmalıdır…
******
Hâsıl-ı kelâm…
Töreli edebiyat, dünyâ-âhiret güzergâhında kulların rûh hâllerinin “havf u recâ” –“bîm ü ümmîd”, “korku ile umut”– arasında olmasını tavsiye etmektedir… Bu latîfe de, bu hakîkat aynasında Hoca’nın latîf bir temsîlidir…
Selâmet ve letâfetle…
Abdülkadir Dağlar