Töreli Yazılar

Süleyman Ârif Emre ve Namaza Dair – 2

Orhan ALİMOĞLU

Süleyman Ârif Emre ve Namaza Dair – 2

Orhan ALİMOĞLU

S. Ârif Bey tanınmış bir hukukçu ve siyasetçi… Adıyaman’da 1923’de dünyaya gelmiş ve Ankara hukukta tahsil yapmış, mezun olmuş. Erken yaşlarda siyasete başlamış.

İlk 1961’de YTP den Milletvekili seçilmiş daha sonra da 4. Dönem merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın kurduğu partide milletvekilliği yapmış. Hatta bir dönem Devlet Bakanı da olmuş.
Bizde zengin olanların, kamu hizmeti ve siyasetle meşgul olanların içinde lekelenmeyen, temiz kalabilen çok az eşhas var. Darbe döneminde cezaevi görse de tertemiz tahliye oluyor. Mümeyyiz vasıfları, sağlam iradesi, yüksek idraki, aklı selim, kalbi selim, hissi selim sahibi ve nüktedan olmasıdır.

Biz kendisini, hemşerimiz (Aksekili) olması sebebiyle Antalya’da lise talebesiyken Osman Yüksel Serdengeçti abiden defaatle işitmiştik. Osman abi “Bizim Ârif” diyerek çok hoş, çoğu adliye hatıraları anlatmıştı. S. Ârif Bey, Serdengeçti’nin fahri meccani fisebilillah avukatlığını yapıyormuş. Çünkü kendisi Serdengeçti’nin dava sebebi yazı ve fikirlerinin hak ve hakikat olduğu kanaatindeymiş.
Sağlam hukuk bilgisi ifade kabiliyeti ve yüksek zekâsı sebebiyle birçok davada cezadan kurtarmış. O. Yüksel Serdengeçti hakkında en ihatalı eseri kaleme alan Gazi Üniversitesi hocalarından Aksekili Cemal Kurnaz’ın Deli Rüzgâr adlı eseri de Serdengeçti ve S. Arif Bey’e dair pek çok hatıra hikâye mevcuttur.
“Kelâmından olur malûm, kişinin kendi miktarı” demişler. Kezâ kişinin görünür rütbei aklı eserinde demişler. Kendisinin iki şiir kitabı neşredilmiş. Ama nesrinde de şiiriyet olduğunu görüyoruz.

Merhum S. Arif Emre “Namazın Hayati Özellikleri” isimli bir de eser yazmış. Kitap Dünyasınca yayınlanan kitabın arka kapağında enfes bir kıta var:

Yok huri cinan arzusu hiç hatırımızda

Cennette şifa belki de olmaz yaramız da

Caiz mi olur vuslatı ukbaya bırakmak

Bir secde kadar merhale varken aramızda…

Anlayana neler söylüyor.

“Dinin direği “müminin miracı” olan namaza dair bu kitaptan “şiir gibi” aşkla ve şevkle yazılmış kısımlar naklediyoruz:

Ayakta Durma:

Gözlere ve vücuda kumanda eden damar ve sinirlerin gerilimden ve yorgunluktan kurtarılması için “Gözlükten kurtuluş Kitabında” ayakta durularak yavaş yavaş, sağa sola sallanarak hareket etme tavsiye edilmektedir. Bu tavsiye namazdaki kıyam duruşunu hatırlamaktadır. Ancak namazdaki kıyamda sağa sola salınmak yoktur. Bunun yerine okunan âyeti kerime tesbih ve zikirlerin mânâlarını tefekkür ve mânâlar âleminde bir ruh genişliği kazanma, mânevî zevklerle kendinden geçerek, stres ve sair iç birikimlerden kurtulma olayı mevcuttur.
Bilindiği gibi, Kur’an okumak bizatihi şifâdır. Tabii ki bu şifa gözlere de şamildir. Göz doktorlarının üzerinde ittifak ettikleri bir gerçek ise gözü bozan en tehlikeli âmillerden birisi üzüntüdür. Keder ve stres esasen bütün vücuda zararlıdır. Bundan kurtulmanın en müessir çaresi ise abdest almak, Kur’an okumak, Allah’ın huzurunda O’na teslimiyette bulunmak, Allah’a iltica ve dua ederek dertlere şifa vermesini dilemek ümitsizliklerin yerine ümidin, kederin yerine neşe ve inşirahın geçmesini sağlamaktır.
İşte bütün bu faydalı ve hayırlı değişimler namazda okunan duâlarla-Tesbihlerle fazlasıyla yaşanacaktır.

Kaldı ki âlimlerimizin bizlere öğrettiklerine göre Kur’anı kerimdeki her âyet-i kerimenin şifa bakımından başka bir özelliği vardır. Mesela Esma-i Hüsna’dan Basir ve Nûr isimlerinin zikredilmesi göz nurunu artıran bir olaydır. Ayrıca,
“La gat künte fiy gafletin min haza fe keşefna anke gitâeke fe basarükel yeve hadid” (Kaf suresi ayet: 122) Âyeti kerimesini çokça okumak, göze fayda veren, bozulmasını önleyen ve düzelmesine yardımcı olan şifalı bir duadır” (s.120)

Esasen namaz müminin miracıdır. Miracın en mühim vasfı Allah katında uruç ile cemalullahı rüyettir (müşahede etmektir.) Müşahede ve rüyet Türkçemizde görmek karşılığıdır. Demek ki namazın asli fonksiyonu görme kabiliyetini her yönüyle ister maddî âleme ister mânevî âleme dönük olsun artırmaktır. Namazda görmeyi güçlendiren bu fiziki özelliklere ilaveten namaz cemalullahı görme meleklerine erişme hareketidir, çabasıdır. Namazı bu yüceliğiyle kılmaya muvaffak olmak elbette birbiriyle ilişkisi olan hem kalp gözünün ve hem de vücut gözünün görgüsünü artıracaktır, şifa bahşedecektir.

Konuyu peygamber efendimizin bu konudaki hikmetli bir hadisi şerifi ile noktalayalım: Peygamber Efendimiz: “Bana dünyada üç şey sevdirildi; birisi güzel koku, birisi kadınlar, birisi de “GÖZÜMÜN NURU NAMAZDIR” buyurmuşlardır. (Mişkatül Mesabih, c. 3, hadis no: 5265) Bu hadisteki “gözümün nuru namaz” sözlerinin üzerinde durmak lâzım. Demek ki bu ibâreler sadece edebi bir güzel teşbihten ibâret değilmiş. Böyle olmakla beraber meğer aynı zamanda namazın göze şifâsına işâret eden hikmet ve hakikatleri içine alan bir açıklama imiş…” (s. 122)

“Namaz tâdil-i erkanıyla, ölçülü ve muntazam ağır başlı hareketleriyle tempolu ve ahenkli oluşuyla varılan ilmi neticelere en uygun olacak şekilde kılcal damarların sağlığını korumaya yarayan bir ibâdettir. Namaz bu özelliği ile bütün spor çalışmalarının da üstündedir. Kılcal damarların sağlığının en iyi şekilde korunması demek vücut sağlığının en iyi şekilde korunması demektir. Çünkü kılcal damarların ve o damarların beslediği vücud hücrelerinin ve dokularının yenilenmesi neticesini doğurur. Tıpta varılan en müessir ve kalıcı tedavi şekli ise hücre tedavisidir. Hücre tedavisi ise vücudun bütün organlarının sağlığına kavuşması demektir. Bu neticeler en verimli olarak ancak namazla elde edilecektir”. (s. 125)

***

Abdest:

“Tabiiki namaz abdestten ayrı düşünülemez. Abdest almak olayında da bütün vücuda ve bilhassa kalbe şifâ veren özellikler vardır. Mesela su ile tedavi uzmanı olan Alman hekim Knep:
“Kolları dirseklere kadar soğuk su ile yıkamak kadar kalbe fayda veren bir hareket olamaz.” diyor. Kolları yıkamak böyle de başı ve ayakları yıkamak öyle değil mi? Elbette öyle hepsinin de şifası vardır.

Kolları yıkamak ne getiriyor ki şifalı oluyor? Bilindiği gibi, son tıbbi gelişmeler kollardaki damarların doğrudan kalbe ulaştığını ortaya koymuş koldan damara sokulan ince ucunda minik kamera olan aletlerle kalbin içinin fotoğrafları bile çekilmiştir. Bu damarların su ile devamlı olarak günde birkaç defa abdest alınırken uyarılması, onların açılıp kapanmasına günlük idmanını yapmasına, formunu korumasına ve bu tesirlerin kolayca kalbe kadar uzanmasına yol açar. Bu ise kalbe bir nevi masaj tesiri yaparak kalpteki damarlara sağlık verir.
Ben abdest aldıktan sonra kalbimde bu şifalı tesiri açıkça hissediyorum. Kalbim formuna giriyor, nefesim daha fazla açılıyor, hatta çok derin nefesler alarak bu hâlin şükrünü eda etmeye çalışıyorum”. (s. 127)

***

İrade Gücü Kazanmak:

Bütün ibâdetlerde olduğu gibi, namazda da nefse hâkimiyet kurma olayı vardır. Nefse hakimiyet kolay bir iş değildir. Bunda başarıya ulaşmak herşeyden önce Allah’ın yardımıyla gerçekleşebilir.

Namaz nefse hâkimiyeti temin için, ömür boyu yapılan mücadelenin adıdır. Bu mücadelede salihler, veliler kadar mesafe alınmamış olsa bile, bu azim ve ümit ile namaza devam eden bir namaz kılan kimse, mutlaka kılmayanlara nazaran bir irâde gücü ve hâkimiyeti kazanır.
Bir âyet-i kerimede namazın fahşadan ve münkerden nehyedeceği, önleyeceği açıklanmaktadır. Bu önleme elbetteki irâdeye hâkimiyet kurma neticesinde gerçekleşecektir. Namaz öyle bir irâde talim ve terbiyesidir ki, hayâtın iyi kötü her sahfasında, insan sinirli olsa da, neşeli olsa da ümitsizliğe düşse de iyimser olsa da hastalık hâlinde ve sağlık hâlinde, her türlü şerait ve ahval tahtına yapılması mecbûridir.
Hasılı namaz; temiz olmak, temiz kalmak, edepli olarak setr-i avrette bulunmak, namaz içinde masivaya ait konuları hatıra getirmeyerek mânevî hayâtına irâdesiyle hükmetmek, kıyam, rüku, secde ve kuutta tam zamanında emredilen şekilleri muntazam bir şekilde ve tadil-i erkanına uygun olarak almak suretiyle hem bedenini hem de ruhunu irâdeyle tabi kılmak gibi sayılamayacak çeşit ve derecelerde irâde egzersizleriyle tanzim edilmiş ilâhi bir sistemdir.
Namaz mânevî ve maddi melekelerimizin Allah’ın sevgisiyle ve haşyetle (konsantre olma hâline) kavuşması, bütünleşmesi demektir. Bu bütünleşme aynı zamanda bütün kâinatla, aşrla ferşle kürsi ile ve Allah’ın çeşitli tecellileriyle olan bir bütünleşmedir. Böyle bir bütünleşme hâline erişilince insanın nefsi artık kerhen değil, (zorla değil) severek isteyerek ruhun ve mânânın emrine girecektir. Bu giriş ise irâdenin tam zaferi demektir.

Namazda yapılan irâde hâkimiyeti tatbikatı, aynı zamanda şeytanla insan arasında cereyan eden bir güreş veya bir boks maçı gibidir. Maç boyunca hakemler iki tarafa da müsbet, menfi puanlar verirler. Kimin başarılı veya başarısız olduğunu kaydederler. Namazda da namaz kılanın şeytanın iğvası karşısında aldığı müsbet, menfi puanlar, melekler tarafından kaydedilmektedir. Eğer bu irâde imtihanında şeytanın aldığı puanlar fazla ise, o namaz Hakk rızasına pek uygun düşmeyen bir namazdır. Eğer şeytan canibi hiç puan almamışsa insanın tarafı rahmani puanları, almışsa müsabakayı o namaz kılan, sayı tuşuyla kazanmış demektir.

Bu karşılıklı çekişme ve direniş berâberinde neyi getirir. Elbette ki çetin bir irâde sınavını getirir. Bunda muvaffak olmak irâdenin tam mânâsıyla güçlendiğini gösterir. Efendim böyle olmasa da şeytan bizi rahat bıraksa veya defedilse ne iyi olur diyemeyiz. Diyemeyiz çünkü bu dünya imtihan dünyasıdır. Dünya bir bakıma bir olimpiyatlar mücadelesi ve müsabakaları gibi düzenlenmiştir. Mertebesi ne olursa olsun, bütün insanlar bu çetin müsabakayı hemen her gün, her saniye yapmaktadır ve yapmak zorundadır.
Böyle bir irâde talim ve terbiyesinde derece alarak tamamen şeytani tesirlerden irâdesini nefsini kurtaranlara ne mutlu”. (s.136-138)

***

Rûhi Tedavinin Son Merhalesi:

Bir kimse için dert olan şeyi, inandığı, güvendiği bir kimseye mesela: Kendisini tedavi eden ruh hekimine söylerse, bütün şikâyet ve dertlerini ortaya dökerse yavaş yavaş normal ruh hâline döner ve iyileşmiş olur.

Bu tedavi şeklinde gerçek payı vardır. Dikkat edilecek olursa namazda bu tedâvi mekanizması kendiliğinden harekete geçirilmektedir. Tedavinin temel ilkesi, hastanın inandığı, güvendiği bir şahsa içini açması olduğuna göre namazda Rabbinin huzurunda el bağlayıp duran bir müsalli hâliyle içini Zat-ı Kibriya’ya açmakta, gizli aşikâr her hâlinin Rahman ve Rahim olan Rabbi tarafından en gizli noktasına kadar bilindiğinin idrâkine ermekte, teslimiyetle yapılan dualar neticesinde Cenâb-ı Hakk’ın bütün derdlere devâ vereceğini, bütün hastaları ve hastalıkları şifâya kavuşturacağı inancı ve teslimiyeti içinde, rûhi tedavinin amacı en iyi şekilde kemaliyle gerçekleşmiş olmaktadır. Birde bu tedavinin, ömür boyu günde beş vakit yapıldığını düşünürseniz rûhi hastalıklara yakalanma riskinin hemen hemen sıfıra indiğini kabul edebilirsiniz. En titiz ve en işine bağlı ruh hekimi de olsa hiçbir zaman hastalarına günde beş kere tedavi seansını uygulamak imkânına ve gücüne sahip olamaz. Kaldı ki Allah’ın rahmet tecellisi, yakınlığı ve huşu ile okunan Kur’an bizatihi şifadır. Hem de, hem maddi ve hem mânevî hastalıklara karşı böyledir. Her an huzûrda olduğunu unutmayanlara ise hiçbir ruhi hastalığın uğramayacağı aşikârdır.

Euzü besmele, gusül, abdest zikir sinirleri yatıştıran, stresleri dağıtan, insanı teslimiyete, itidale eriştiren tesirlere sahiptir. Peygamber efendimiz hadisi şeriflerinde öfkeli olanların, abdest alarak iki rekât namaz kılmalarını tavsiye etmişlerdir. Görülüyor ki namaz rûhi tedavilerin her çeşidini ihtiva eden özelliklere sahiptir. Tabii bunun ötesinde namaz tedaviye ilâveten, giderek insanı kemâle eriştiren, insan-ı kâmiller hâline getiren ve Allah’ın yakınlığına ve dostluğuna kavuşturan bir mânevî gelişmenin ve yükselişin yoludur.

Hele bir de namaz aşk ile şevkile kılınırsa, Yunus Emremizin söylediği gibi “aşk gelince cümle eksikler biter” sırrı tecelli eder. Süleyman Çelebi’nin Mevlitte belirttiği gibi Cenab-ı Hakk’ın” Eyleyem bir derde bin türlü devâ” vaadi gerçekleşir ve insan her türlü ayıp, kusur ve eksiklikten piyr-ü pak olur”. (s. 139)

“Cenab-ı Hak cümlemizi, kusurlarımızı bağışlayarak kendisine hakkıyle ibâdet eden, namazlarını hakkıyla kılan kullarından eylesin. Bu dua ve niyazlarla cümlenizi Allah’a emânet eylerim. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerlerinize olsun. Sizlerde bizleri dualarınızdan esirgemeyiniz”. (s. 143)

***

Süleyman Ârif Beyin duasına amin diyor kendisine, bütün sevdiklerine rahmet niyaz ediyoruz.

***

11 Ağustos 2024 de dâr-ı bekâya teşrif eden D. Mehmet Doğan Ağabey Süleyman Arif Emre’nin vefat yıldönümü münasebetiyle 27.07.2019 tarihli “Toprak verimsizleşiyor göç zamanı!” başlıklı çok kadirşinas bir yazı yayınlamış Karar gazetesinde. Rahmetle yadedilmelerine ve fatihalara vesile olur ümid ve temennisiyle onu aynen buraya dercediyoruz:

Toprak verimsizleşiyor göç zamanı!

Süleyman Ârif Emre’ye “cumhuriyet nesli”ndendi demek câiz midir? 1923’te doğduğuna göre, cuk oturur herhâlde! Fakat kendini “cumhuriyet kuşağı” sayanlar ve onların peşinden gidenler Ârif Emre’yi cumhuriyet neslinden sayarlar mı?
Süleyman Ârif Emre, cumhuriyeti doğru eksene yerleştirmeye çalışan, yani yönetimi gerçekten halklaştırmak isteyen siyaset akımındandı. Hangi partide olursa olsun, fikri zikri, istikameti belli bir siyasetçi olarak uzun süre millet vekiliği ve bakanlık yaptı. Galiba en yaşlı üye olarak geçici bir Meclis başkanlığı da var.

Nesli tükenmiş bir siyasetçi kuşağının mensubu olarak, bir asra yaklaşan ömrünü tamamladı,

Allah rahmet etsin.

Süleyman Ârif Emre nesli siyasetçiler, edebiyatla, fikirle, sanatla iç içe idi. Kültür hamuleleri zengindi. Bu konularda konuşmaktan imtina etmez, vücut bulduğu zemini başarıya ulaştıktan sonra önemsiz görmezdi. Şiir yazar, edebiyatçılarla düşer kalkar, hatta daha ötesi fikir mücadelesinin belâlı isimleri olan Osman Yüksel Serdengeçti’nin, Necip Fazıl’ın avukatlığını yapar ve bila ücret yapar…

Onun avukatlığa başlaması nasıl bir iddia sonucu değilse, siyasete atılması da şartların sevkiyledir. Siyasetin bazıları için hizmet mesleği olduğu zamanlar; yani bir zamanlar!

Osman Yüksel, namı diğer “Serdengeçti” ile ahbap olan Süleyman Bey, avukatlığa başlama fikrini ona açtığında, olumlu bir karşılık bulmaz. Bu dürüst ve mahcup gencin başarısızlığından korkmaktadır Osman Yüksel. Ârif Emre’nin cevabı yeterince açıklayıcıdır: “Sırf sizin dâvaları takip etsem, hiç boş kalmam!”

Osman Yüksel Serdengeçti’nin hayatı mahkemesiz, mahpussuz geçmemiştir. Avukatlık Ârif Emre’yi siyasete sürekler âdeta. Şunu söyleyebiliriz: Onun için ne avukatlık ne siyaset meslek olmuştur!

Siyasetin derin suları zamanla sığlaştı. Bir sonraki nesil, Necip Fâzıl’ın Sakarya Türküsü’nü ezbere okur, fakat şiiri edebiyatı derinlemesine bilmez, takip etmezdi. Şimdi bu nesil de geride kaldı. Diplomalı ama elifi görse mertek sanan, şiir nedir, fikir neye yarar bunlara kafa yormayan, ekonomi odaklı, iktidar ihtiraslı amorf ve sathî bir siyasetçi nesli ortaya çıktı. İşte böyle bir dönemde Süleyman Arif Emre gibi siyaset bilgeleri geri plana düştü hatta unutuldu.
Ârif Emre gibiler için toprak verimliliğini kaybetti. Göçünü toplaması yaştan değil, bu verimsizlikten desek, tuhaf kaçmaz!

Süleyman Arif Emre, 45. Yıldönümünü kutladığımız Kıbrıs harekatı sırasında bakandı, yani hadisenin akışını en yüksek seviyede takip etmişti. Hâtıralarında bu konu ile ilgili birinci elden malumat var. Kıbrıs harekatında Necmeddin Erbakan’ın ihmal edilen önemli rolünü bu hatıralar bize açıkça gösteriyor.

Süleyman Ârif Emre ile zaman zaman telefonlaşırdık. Serdengeçti ile ve Necip Fâzıl’la olduğu kadar, Nureddin Topçu ile de ilgiliydi. Topçu ile ilgili yazılarımız bu konuşmaların esasını teşkil ederdi. Bir dönemin şahidi, siyaset adamlığı yanında şairliği de elden bırakmayan Süleyman Ârif Emre’ye tekrar rahmetler diliyorum”.

(D. Mehmet Doğan)

***

Orhan Alimoğlu (21.10.2024)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu