Kalp ve Gönül Dünyası
İnsan olmanın erdemli yollarından biri kalplere misâfir olmak, gönüller inşâ etmektir.
Kalp, insanlığın mihenk taşıdır.
Şâirleri, düşünürleri, sevenleri, âşıkları, mâşukları, kısacası canları cânanları etkileyen kalp ya da gönülün sırrı ve hikmetleri nelerdir?
Kalp, Müslümanlığın menbaı, ilâhî buyrukların ikametgâhı ve dağıtım merkezidir.
Kimi nasıl seveceğini kalp bilir. Sevginin ayarını, miyârını kalp ayarlar ve düzenler.
Ancak kalp ya da gönül bunu yaparken kendisine yüklenen değer yargılarına göre yol gösterir, o oranda rehberlik eder. Yani, bizi yanlışa götüren veya doğruları tercih ettiren müsebbip kalp değil; insanın irâdesi ve tercihleridir. Böyle olduğu için insan yaptıklarından sorumludur. Bu yüzden insan cezâ veya mükâfat görür. Bundan dolayı insan; “Ben yapmadım! O yaptı!” diye kalbini işâret edemez.
İşte bu sebepler yüzünden; “İnsan kalbinin esiridir” diyemeyiz! Çünkü kalp mânevi duygulardan beslendiği oranda doğruyu ve güzeli sahibine fısıldar; kalp, kötü duygulardan etkilendiği oranda insanı yanlış yollara yönlendirir.
Kalp vücutta bir organdır. Ancak organın ötesinde mânevi ve ruhânî değeri vardır. Kalp, Cenâb-ı Allah’ın tecelligâhıdır.
Kalp insanın hem niyet ölçeri hem de gizliyi, âşikârı kaydeden kara kutusudur.
Hikmet, ilim ve irfan sâhibi Yunus Emre:
Ben gelmedim dâvî (kavga) için,
Benim işim sevî (sevgi) için.
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim.
diyerek; Dost’un yâni Allah’ın evinin gönüller olduğunu söylemiştir.
Başta şahsımız olmak üzere, herkese hakikat yolundan, sevgi güzergâhından geçmelerini, dostluktan yana olmalarını tavsiye etmeliyiz.
Diyebilmeliyiz ki:
Gönül kırma, can yakma!
Kimseye eğri bakma
Âlemin sâhibi var,
Yanlış mecrâya akma.
Tekrar Yunus Emre’yi dinleyelim mi?
Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz.
Dünya kimseye kalmaz. Hepimiz gurbetteyiz ve misâfiriz. İyilik yapmakla, gönül kazanmakla heybemize hayır doldurmalıyız.
Bilmeliyiz ki;
Herkes Müslüman olacak yaştadır.
Bu sevda ile, bu ülkü ile, bu inançla insanlara yaklaşmalıyız.
Tebliğ ve gönül kazanma noktasında tatlı dili, güler yüzü iman kabul ederek, ahlâki güzellik bilerek yaşamayı şiâr edinmeliyiz.
Bu hususta Kuran’dan bir örnek sunalım.
Allah, Musa (as)’ı Tebliği ve uyarı görevi için gönderirken şöyle buyuruyor:
“Ona ( Firavun’a) yumuşak bir söz söyleyin. Umulur ki, öğüt alır ya da korkar.“ (Tâ- hâ, 44).
Bu âyetten alınması gereken çok güzel dersler var. Allah; kendisine şirk koşan, ilâhlık dâvâsında bulunan ve insanlara zulmeden firavuna inkârından ve zülümlerinden dönebilme fırsatı veriyor. Âyetten anlaşılan; karşımızdaki zâlim de olsa dâvet görevi usulüne, âdâbına uygun yapılmalıdır. Hata yapan, günah işleyen insanlara özür hakkını, pişmanlık beyanını ifade edecek fırsatı vermeliyiz. Gönül kapımızı af için açık tutmalıyız.
Bilmek lâzım!
Lokman Hekim’in yüzüğünün taşında “Afta hatâ, cezâda hatâdan evlâdır.“ sözünün yazılı olduğu söylenir.
Tekrar kalbi, gönülü anlatmaya çalışalım. Ahlâk ve güzel duyguların membâı kalptir.
Gönül kıran kaybeder!
Kalbi incitmemek, gönlü kırmamak lâzım. Kalbi yalan yanlış işlerle, gıybet ve dedikoduyla, çirkin ifadelerle mahzun etmemeli, ele de kendimize de kara çalmamalıyız.
Töresöz der ki:
“Gönül sırça saraydır, kırılırsa yapılmaz.”.
Kalbini kirleten kaybeder!
Kuran-ı Kerim’de kalbini kirletenlere şöyle bir uyarı var:
“Onu (kalbi) kirletip kötülüğe boğan da kaybeder.“ (Şems, 10).
Can yakan kaybeder!
“…Canı yanan sabretsin, can yakan da yanacağı günü beklesin.” (Hz. Muhammed).
Kul hakkına giren kaybeder!
Mevlânâ Celâledîn-i Rûmî diyor ki:
“Duydum ki, gıybetimi yapmışsın, yüzüme söylemekten kaçınmışsın. Benim gibi bir âcizden korkmuş, Allah’tan korkmamışsın..”
İnsan iyi düşünmeli, kötülüğü işlemeden önce!
İnsan yaşarken bilmeli, dönüşün olmayacağını ölünce!
İnsanoğlu neden hakikatlerden bu kadar kolay kaçabiliyor? Neden yanlış işlere kolayca meyil edebiliyor? Neden dilimizle insanların kalbini yaralıyoruz?
Hazret-i Muhammed’in nasihatı kutsal bir aşk gibi gönlümüze işlemeli, zihnimize kazınmalıdır.
İşte o söz:
“Ya sus! Ya hayır söyle!”
Sâdi Şirazi; aşka uçarsan kanatların yanar, diyor.
Mevlânâ; aşka uçmazsan kanat neye yarar, diyerek her emânetin bedeline işaret ediyor.
Yunus Emre; aşka varınca kanadı kim arar, diyerek ballar balını bulmanın huzurunu yaşıyor.
Kalbimizi tanıyalım!
Kalbin sözlük anlamı; bir şeyin altını üstüne getirmek, bir nesneyi tersyüz etmek, değiştirmek gibi anlamları ifade eder. Bu mânâdan yola çıkarak kalp; hayırdan şerre, şerden hayırlı işleri yapmaya meyledebilir. Bu dönüşümler, değişimler insanın inancı, irâdesi, ahlâkı, vicdânı, nefsini kontrol etme ya da hevâ ve hevesine yenik düşme gibi tercihlerinden oluşur.
Kalbin mânevî yönü; imanı ve güzel huyları temsil eder. Kalp nefsin ve ihtirâsın tesirinde kaldığı zaman kötülüğü ve inkârı yansıtır.
Neden mi?
Nedeni şu!
Biz kalbimizi ne ile besliyoruz?
Hayırla mı, şerle mi?
Üstâd Necip Fazıl Kısakürek’in “Sakarya Türküsü”nden bir mısra:
Oluklar çift; birinden nûr akar, birinden kir
Kalp, nûr ile beslenirse ikâmet ettiği insanı hayra götürür; kir ile beslenirse şerre götürür. Tercih insanın!
Konunun daha iyi anlaşılması için Hz. Muhammed’in şu hadis-i şerifini bilmekte fayda vardır.
“… Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.“
Kur’an’da Allah şöyle buyurur:
“Unutmayın ki, kalpler Allah’ı anarak huzura kavuşur.“ (Ra’d, 28).
Kalbi, günümüzde kullanılan navigasyona benzetebiliriz. İyi kalp hayırla beslendiği müddetçe insanı güzel amellere, Allah’ın hoşnut olacağı hedeflere götürür. Sağlıksız kalp insanı çirkin ve zararlı işleri yapmaya sevk eder.
Kalp, yürek, gönül gibi kavramlar özünde aynı olsa da, aralarında mecâzi ve mânevi mânâ yönüyle farklılıklar ihtivâ eder.
Edebiyatta, tıpta ve dini tanımlarda kalp kavramı daha çok kullanılır. Mâmâfih, tasavvufta ve edebiyatta “gönül“ kavramı kullanımı daha yaygındır.
Yürek ise; kanın temizlendiği ve hücrelere temiz kanı pompalayan organ olarak anlaşılır. Ancak tıpta kalp kelimesinin de bu anlamda kullanıldığı görülmektedir.
Yürek kelimesi mecâzi olarak, bir kimseye cesâret ve yiğitlik pâyeleri vermek için de kullanılır.
Görüldüğü gibi her üç kelime de herhangi bir kavram kargaşası yaratmadan insanlar tarafından birbirinin yerine kullanılabilmektedir.
Buna göre; kalbin maddi anlamda kullanımına “yürek”; kalbin mânevi mânâda kullanımına “gönül” denir.
Kuran’da geçen “fuâd” kelimesi kalp anlamındadır. Yine, göğüs mânâsına gelen “sadr“ kelimesi kalbi işâret etmek için kullanılmaktadır.
Gönül incitme!
Kalp kırma!
Töresöz ne diyor?
“Alma mazlumun âhını, çıkar âheste âheste.”
Haberin var mı? Kimsesizin kimsesi var.
Ya kırdığın gönlün âhı arşa ulaşırsa hâlin ne olur? Hiç düşündün mü?
Mazlumun, mağdurun gözyaşına yer gök şâhitlik eder.
Âlemin sâhibi var. Haberin var mı?
İlâhî adâlet bu dünyada da, âhirette de tecelli eder.
Derler ki; “Yaptığın hatâdan habersiz sanma, kara karıncayı gece gören var.”.
Kuran’a göre Allah; kullarına şah damarlarından daha yakındır.
Ey insan! Eden bulur, haberin var mı?
Ah alan pişman olur. Haberin var mı?
Mevlânâ Hazretleri’nin ibretâmiz nasihâtından feyz almak lâzım.
Ya kırdığın gönlü Allah seviyorsa?
Bilemezsin! Bilseydin ödün kopardı..?
Hulâsa:
Sen kendin ile yüzleş! El ne sanırsa sansın;
Hakikat aynasında, kalbin kadar insansın.
Mustafa Arslanoğlu