Doç. Dr. Erhan Çapraz

Alaktan alâkaya…

Efendim, bugünkü yazımda sizinle “alak” üzerinden bir alâka kurmaya çalışacağım. Bakalım nasıl olacak. Ben de çok merak ediyorum.

Lügatimiz Kubbealtı’nda alak, [l ince] (ﻋﻠﻖ) i. (Ar. ‘alaḳ “yapışmak”tan veya “yapışkan şey”den) “sülük” mânâsına gelmektedir. Sülük kelimesi ise i. Fars. şelūk veya zelūk’ten türemiş olup malûm olduğu üzere, “tatlı sularda yaşayan ve bâzı hastalıklarda kan emmesi için insan vücûduna yapıştırılan, yaklaşık 15 santim uzunluğunda halkalı bir solucan türü”dür. Fakat Arapça alak, lügattaki “pıhtılaşmış kan” suretindeki ikinci mânâsı ile artık Farsça sülük kelimesinden tamamen ayrılmış olmaktadır. Bu durum ise biraz sonra ele alacağımız üzere, doğrudan alak’ın hakikat alanıyla irtibatı ile alâkalıdır.

Bu yüzden Arapça “alak” ile Farsça “sülük”, sadece mecaz alanında “bir”leşirler. Nâbî merhum bir şiirinde hazımsızlığı tasavvur edemeyen zalimleri, kötü kanı çeken bir sülüğe benzetir:

“İçsin ko hûn-ı mâl-i harâmı alak gibi

Zâlim tasavvur etmez ise imtilâsını”

Sülüğü, merhum Necip Fâzıl da şu şiirinde bir sıfat olarak “sıkıntı veren, sırnaşık, bıktırıcı, usandırıcı şey” mânâsında kullanır:

“Bir fikir ki sıcak yarada kezzap

Bir fikir ki beyin zarında sülük

Elbette her iki şiirde de bir mahiyet farkı bulunmakla birlikte “sülük gibi yapışmak”tan mülhem lisanda yaygın bir mecaz alanı iyice aşikârdır gayrı…

Alak kelimesi, bizi “hakikat alanı”nda ise doğrudan kutlu kitabımız Kur’an-ı Kerim’e bağlar. Zira Kur’an’da, adını ikinci âyetinde geçen alak kelimesinden alan bir sûre mevcuttur. İlk kelimesi “ikra”dan dolayı ikra adını da alan âyette Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla Hz. Peygamber’e (s.a.s.) “‘Oku, yaratan rabbinin adıyla; insanı alaktan yaratan O’dur. Oku, rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bilmediğini öğreten O’dur’” vahyi tebliğ edilmiştir. Bu sayede alak, hakîkî mânâsına da böylece vasıl olmuştur. Dolayısıyla ilk emirde, “oku” ile “alak” üzerinden bir alâkanın mevcudiyeti söz konusudur.

Alâka kelimesi ise yine i. Ar. ‘alaḳ “yapışıp ilişmek”ten türemiş olup “İki şey arasındaki bağ, ilgi, râbıta, münâsebet” mânâsına gelir ki âyette de açıkça görüleceği üzere bu rabıta ilkin Cebrail Aleyhisselam ile Hz. Peygamber (s.a.s.) ve “ikra” ile “alak” arasında kurulmuştur. Bu bağlamda alâka kelimesinin lügatta kazandığı, “İstek, meyil, arzu”, “Merak, tecessüs, dikkat” ve Gönül bağı, sevgi, aşk” suretindeki her üç mânâsında da tamamen bu hâl-i irtibatın etkili olduğu görülmektedir. Kelimenin edebiyatta bir de Kelimelerin hakîkî mânâsından mecâzî mânâya geçilmesine sebep olan husus, hakîkî ve mecâzî anlamlar arasındaki ortak bağ” mânâsı mevcuttur ki bu da tıpkı yukarıda alak (sülük) da olduğu gibi hakîkî olanı mecâzî olana bağlamakla mükelleftir. İşte alâkanın lisanda “alâka beklemek, alâka çekmek (toplamak, uyandırmak), alâka duymak, alâka göstermek, alâkası kalmamak, alâkası olmak, alâkası yok, alâkayı (alâkasını) kesmek ve alâka-bahş” suretindeki türlü fiil yapıları da aslında Cebrail Alayhisselam vasıtasıyla Hz. Peygamber ile kurulan ilk irtibatın (ikra-alak) nüvesini (tecellî) açığa çıkarır. Kısacası alak, alâka üzerinde bizi doğrudan Rabbimize bağlar.

Diğer taraftan âyette “ikra” (oku), yani fiilden sonra “alak” (kan pıhtısı, embriyo) isminin gelmesi gibi Türkçede “-alak/-elek” eklerinin de hemen bir fiilden sonra gelmesi ise bize zaman ve zeminin (lisan) ötesinde bu hâl-i irtibatın sürekliliğini izhar eder.

Efendim, lisanımızda bir de “allak (allâk) bullak” suretinde tecellî eden bir “allak” kelimesi mevcuttur ki bunun da Türkçe mi, yoksa Arapça mı olduğu tartışılmaktadır. Bu bağlamda yukarıda bizim de kurmaya çalıştığımız irtibat, söz konusu tartışmayı artık gereksiz ve geçersiz kılmıyor mu sizce de, ne dersiniz?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu