
Kıyâm ~ Kıymet ~ Kıvâm ~ Kavm Kelimelerine Dâir
-Töreli İştikâk -2-
Kelimeler ile mefhumlar, kavramlar arasında ezelî, muazzam bir insicâmın olduğuna inananlardanım; ilmek ilmek, halka halka örülen ve ebede kadar genişleyerek uzayan sonsuz mantık-kelâm insicâmıdır bu, merkezinde ezelî mânâlar âleminin yer aldığı… İştikâk ise, bu insicâmı çözmeye, anlamaya ve anlatmaya çalışan bir ilim dalıdır…
Bu yazı çerçevesinde yine günlük hayâtımızda kullanılan birçok kelime ve mefhum arasındaki alâkaları şahsî yorumlarla dikkatlere sunmaya çalışacağız… Önümüzde kökteş k-y-m ile k-v-m üçlülerinden türeyen kelimeler var… Bu tefekkür ameliyesinin ilk sırasında kıyâm, kıymet, kıyâmet ve kâmet kelimeleri bulunmaktadır…
Kıyâm, “kalkmak, doğrulmak, ayakta bulunmak, ayakta durmak” anlamlarını karşılamaktadır… Eski Türkçe’de “tur(mak) > dur(mak)” fiili tam olarak bu anlama gelmektedir… Kıyâm, dînî-ıstılâhî bir kelime olarak da namâzın tekbirden sonra gelen ve kendisinde kırâat rüknünün gerçekleştirildiği, “ayakta durma” rüknüdür… Kıyâmın, “haksızlık ve zulüm karşısında toplu ayaklanma” anlamında kullanıldığı da bilinmektedir…
Kıymet, “değer, eder, bahâ” anlamlarına gelmektedir… Bu anlamlara “öz değer” gibi bir anlam da eklenebilecek olursa, kıymet kelimesini “bir şeyin, bir kimsenin cevherî değeri” olarak da yorumlamak mümkündür…
Kıyâmet kelimesi ise, “dünyâ hayâtının sonrasında, tüm bedenlerin ba‘su ba‘de’l-mevt, yânî öldü(rüldük)kten sonra yeniden diril(til)mesi, ölü bedenlerin yeniden ayağa kaldırılması” anlamında kullanılmaktadır… Kıyâmet, çürümüş bedenlere yeniden ayağa kalkma kâbiliyet ve kuvveti verilmesi, demektir…
Kıyâm, kıymeti kendini aşan eylemdir… Kıyâm, kıyâmete hâzırlıktır –ki kıyâmet gelmeden kıyâm etmeli-… Kişinin kıymeti, kıyâmı nisbetincedir; Hakk’a kul olduğunu kabullenişinin bir göstergesi olan namazda kıyâma kalkmadan, haksızlık ve zulüm karşısında kıyâm edip ayaklanmadan kişi kıymetini bulmuş olamaz…
Kâmet, dînî-ıstılâhî dâirede “namaz cemâatini farz namâzına dâvet edip kaldıran, kıyâm ettiren ve içerisinde ezandan fazla olarak “kad kâmeti’s-salâtu kad kâmeti’s-salâh” ifâdesi bulunan çağrı” anlamında kullanılmaktadır… Kâmet, töreli edebî dâirede ise daha çok “boy, boy-pos, insanın boy-posunun ayakta görünüşü” anlamıyla karşımıza çıkmaktadır…
Türkçede “namâza durmak” birleşik fiili –“durmak” yardımcı fiilinin aslî mânâsı ile değerlendirilecek olursa– tam olarak “kalkmak, namâza kalkmak, kıyâm için ayağa kalkmak, kıyâma durmak” anlamlarına geldiği âşikârlık kazanır… Artık denilebilir ki, kâmetin kıymeti kıyâm iledir; yânî, bir kişinin uzun boyu, gösterişli boy-posu, o kişinin ancak Hakk’ın huzûrunda kıyâm etmesiyle, haksızlık ve zulüm karşısında ayaklanmasıyla aslî ve hakîkî kıymetini kazanır… Aksi takdirde o boy, o boy-pos kâmet olma vasfını yitirmiş sayılır…
Kâmet, yalnız insan özelinde boy ve boy-pos anlamlarına gelir; hayvanların boyuna kâmet denmez… İnsanlara verilmiştir, iki ayağı üzerinde durma ve yürüme özelliği… İnsanlara verilmiştir, kıyâm etme özelliği… Sâdece insanlar kıyâm ile mükellef tutulmuşlardır… Dolayısıyla, gerektiğinde ve vaktinde kıyâm etmeyen kişi, hakîkî insan olma vasfını da elde edemez demektir…
Diğer taraftan, kâmet ve kıyâm, hayât ve sağlık alâmetidir; ayağa kalkamayan, ayakta duramayan bir beden ya ölüdür ya da yarı-ölü denebilecek kadar hastadır… Demek oluyor ki gerektiğinde ve vaktinde kıyâma kalkmayan insânın ölüden bir farkı yoktur…
Kıvâm ve kavm kelimelerine gelince…
Kıvâm, “bir terkîbin hakîkî, mutlak ve ideal ölçüsü” demektir… Kıvâm, bir terkîb netîcesinde ortaya çıkmış mürekkeb –ya da birleşik– bir şeyin, vücûd bulma, mevcûdiyet sâhasına inme ve var olabilme ölçü, derece ve aşamasıdır… Kıvâm, dem, tav anlamlarını da kuşatır…
Kıvâm, çamurdan yaratılmış âdemoğlunun yaratılış ve varlık sâhasına indiriliş sürecinde, kıyâm edebilme, ayakları üzerinde kalkabilme ve durabilme kâbiliyetini kazandığı seviyedir… Bu anlamıyla kıyâm edebilme kıvâmını bulmayan hiçbir insan varlık sahasına indirilmez…
Kavm, “bir arada var olabilen, bir arada yaşayabilen, ancak birbirleriyle anlam kazanabilen insanlar topluluğu; kavim; kabîle; millet” şeklinde tanımlanabilir…
Kavm, birbirleriyle yaşayabilme, birbirlerini tanıyıp yorumlayabilme, ancak birbirleri sâyesinde güçlü olabileceklerinin, var kalabileceklerinin idrâkinde olabilme kıvâmına gelmiş insanlar topluluğudur… Kavm, ortak tehdit ve tehlikeler karşısında, topyekûn kıyâm edebilme kıvâmı kazanmış insanlar topluluğudur; ancak böyle bir topluluk “kavim” adını kullanma hakkını elde eder… Denebilir ki, kavmin kıvâmı, kıyâmı iledir…
Kıvâmını bulmamış her kıyâm daha baştan ölü doğmuş sayılır, başarısız kalmaya mahkûmdur… Kıvâmını bulmamış, mutlak ve ideal kıvâmını kazanamamış bir kavim de çok uzun ömürlü olamayacaktır… Kıvâm, kıyâmın da kavmin de hakîkî kıymetini belirleyen mutlak bir ölçüdür… Daha genel bir ifâdeyle, bir şeyin kıymeti kıvâmı nisbetincedir.
Kıyâm ve kıvâm kelimeleri etrâfında kökteş başka kelimeler de var, ikâmet, istikâmet, mukîm, müstakîm, takvîm gibi…
İkâmet, “geçici ya da kalıcı olarak bir yerde bulunmak, durmak, oturmak” anlamlarına gelmektedir… İkâmet, “ikâme etmek” şeklinde birleşik fiilde kullanıldığı üzere, “yerli yerine koymak, yerine oturtmak” anlamlarını da karşılamaktadır…
Diğer taraftan ikâmet, ayağa kaldırmak, kıymetini vermek, kıymetlendirmek anlamlarını da üstlenmiş durumdadır… Bir yeri, bir beldeyi ayağa kaldırmak, o yeri hayâta oturuma, yânî ikâmete açmakla mümkündür; üzerinde yaşanmayan, oturulmayan yer, ölü yerdir… Bir yerin kıymeti, şerefi orada bulunanla, orada oturanla kâ’imdir… Nitekim kelâm-ı kibârdır: Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn (Mekânın şerefi o mekânda bulunanladır)…
İstikâmet, “dosdoğru yol üzerinde dosdoğru durmak” anlamına gelmektedir… İstikâmet, dosdoğru, dimdik kalkıp doğrularak kıyâm etmek demektir… “Fe’stakim kemâ umirt…” (Hûd / 112) emri “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” şeklinde anlaşılabileceği gibi, “Emrolunduğun gibi dosdoğru dur…” ya da “Emrolunduğun gibi dosdoğru kalk, kıyâm et…” şeklinde de anlamlandırılabilir…
İkâmet ve istikâmet kelimeleri muvâcehesinde kıyâmı şöyle de yorumlamak mümkündür:
Kıyâm, kıymetini istikâmetinden alan duruştur, kalkıştır… Kıyâm, ikâmete istikâmet veren duruştur, oturuştur…
Mukîm, “ikâmet eden” anlamına gelmektedir… Mukîm, bulunduğu makâmı ayağa kaldıran, demektir… Mukîm, bulunduğu makâma kıymet veren, demektir… Mukîm, bulunduğu makâma kıvâmını, yânî hakîkî ölçüsünü bulduran, demektir…
Müstakîm, “istikâmet üzere bulunan” anlamındadır… Müstakîm, dosdoğru yolda bulunan, demektir… Müstakîm, dimdik ayakta olan, demektir… Müstakîm, kendisini “Fe’stakim kemâ umirt” emrine uyduran kişidir…
Takvîm, “kıvâm vermek, kıvâmını buldurmak” anlamına gelmektedir… Takvîm, zamânını, demini, tavını buldurmak, demektir… Takvîm, kıvâmıyla kıymetli hâle getirmek, demektir… “Lekad halakne’l-insâne fî-ahseni takvîm. (Şüphesiz, biz insânı en güzel biçimde yarattık.)” (Tîn / 4) âyetindeki “ahsen-i takvîm” terkîbini ise, insânın, kavimlerin, toplulukların ve türlerin en güzeli olarak en güzel bir kıvâmda yaratılmış, ayağa kaldırılmış olması, şeklinde anlamak mümkündür…
Bir yıllık zamânı ay ay, gün gün, vakit vakit gösteren şeye de “takvîm” denmesi, bir yılın vakitlerden, günlerden, aylardan, mevsimlerden terkîb edilerek yaratıldığına bir işâret sayılabilir… Bir yılın kıvâmı, yânî ne zaman başlayıp ne zaman biteceği, vakitler, günler, aylar ve mevsimler üzerinden izlenir…
Kâ’im ve Kayyûm kelimeleri ise…
Kâ’im, “kıyâm eden, ayakta duran” anlamındadır… Kâ’im, kıymetini bulan, kıymetini koruyan, kıymetli, demektir… Kâ’im, kıvâmını bulan, kıvâmını koruyan, demektir…
Kayyûm, “el-Kayyûm; Esmâ’ü’l-Hüsnâ’dan, Allâh’ın güzel isimlerinden biridir”… Kayyûm, “idâreten çöken bir kurumu, kuruluşu ayağa kaldırmakla mükellef tüzel şahıs ya da şahıslar” anlamında da kullanılmaktadır…
Kayyûm, mahlûkâta kıyâm kâbiliyeti verip ayağa kaldıran Allâh… Kayyûm, kıyâmeti yaratan ve ilelebed yaşatacak olan Allâh… Kayyûm, mahlûkâta kıvâm veren, kıvâmıyla yaratan Allâh… Kayyûm, “Lekad halakne’l-insâne fî-ahseni takvîm.” âyetinde ifâde edildiği üzere, insânı en güzel kıvâmda, ahsen-i takvîm üzere yaratan Allâh… Kayyûm, insanları topluluklar hâlinde, kavim kavim yaratan Allâh… Kayyûm, mekânları ve makâmları kendilerine hâs kıymetlerle yaratan, onları insanlarla ayağa kaldırıp yaşatan Allâh… Kayyûm, mekânları ve makâmları eşref-i mahlûk olan insan ile şereflendiren, kıymetlendiren Allâh…
Ve makâm…
Makâm, “ayağa kalkma, kıyâm etme, durma, bulunma yeri” anlamına gelmektedir… Makâm, olması gereken kıvâmı bulma yeri, demektir… Makâm, kişinin gerçek kıvâmını ve kıymetini bulduğu yerdir… Makâm, kâ’im oldurulan, ayağa kaldırılan yer… Makâm, mukîmiyle kâ’im olan, ayağa kaldırılan, ayakta kalan yer… Makâm, kavmin oturduğu, yaşadığı yer… Makâm, kavmin kıymetlisinin oturduğu, bulunduğu yer…
Kâ’im-i makâm (kâ’im-makâm), yânî kaymakam… Kavmi ayağa kaldıran, kavme kıymet bulduran, kavme istikâmet veren, kaymakam… Makâmı ayağa kaldıran, makâma kıymetini veren, makâmda ikâmet eden, makâma istikâmet veren, kaymakam…
Hulâsa-yı merâm…
Dilin kıyâmı ve kıymeti dosdoğru söz iledir… Fikrin kıyâmı ve kıymeti tefekkür ile kâ’imdir; akıl tefekkür ettikçe kıvâmını korur… Kalbin kıyâmı, kıvâmı ve kıymeti zikir ve şükür ile dâim olur; kalb, kıvâmını ve kıymetini yitirme tehlikesinden ancak muhabbet ve aşk sâyesinde emîn olur…
Selâmet ve letâfetle…
Abdülkadir Dağlar