
Seyf ~ Mesâfe Kelimelerine Dâir
-Töreli İştikâk – 6-
Seyfi Ali…
Anadolu’da erkek çocuklarına konulan isimlerden biri… İlk bakışta, birbirinden bağımsız iki ismin, Seyfi ve Ali isimlerinin bir erkek çocuğa –iki isim olarak– konulmuş olduğunu düşündürebilir; ancak bu, imlâ yetersizliğinin yol açtığı bir anlam kargaşasıdır… İşin aslı şöyledir:
Seyf-i Alî, iki kelimeden müteşekkil, Farsça usûlünde bir terkîb-i izâfî, yânî bir isim tamlamasıdır, “Alî’nin kılıcı” demektir… Demek ki, Seyfi Ali isminden murâd, hazret-i Alî’nin kılıcı Zülfikâr –ya da daha sahih bir telaffuzla Zülfekâr– olmalıdır… Zülfikâr ismi de yine Ehl-i Beyt hassâsiyeti ve muhabbetinin fazlaca bulunduğu âileler tarafından erkek çocuklara konulmaktadır…
Millî irfânımızın töreli edebiyâtında çok kullanılan bir söz var, hazret-i Peygamber’imize izâfe edilen: Lâ fetâ illâ Alî ve lâ seyfe illâ Zülfekâr… Yânî, Alî’den başka delikanlı ve Zülfikâr’dan başka kılıç yoktur… Yânî, bu söze göre hazret-i Peygamber’imiz, delikanlı yiğitler arasında hazret-i Alî’yi, kılıçlar arasında da onun Zülfikâr’ını diğerlerinden ayırmakta, ayrı tutmaktadır…
Seyfullâh ismi de ashâb-ı kirâmdan, büyük cengâver ve ordubaşı hazret-i Hâlid bin Velîd’in lâkabıdır, “Allâh’ın kılıcı” anlamına gelmektedir…
Müslüman, mücâhid ve akıncı bir ordu-milletin, erkek çocuklarına bu isimleri vermesi kadar mânidar ne olabilir..? Ok-yay ve kılıç… Bunlar bizim millî resmimizin alâmet-i fârikalarından değil midir..?
Pekâlâ, söze başlık olan, kökteş seyf ile mesâfe kelimeleri arasında nasıl bir anlam alâkası kuruludur..? Bu kelimeler, bünyelerindeki hangi anlam alâkaları ile birbirine kardeş ya da akrabâ düşmektedir..?
Seyf, yukarıda da değinildiği gibi, “kılıç” demektir…
Mesâfe, “ara, uzaklık; iki nokta, şey ya da kişi arasındaki uzaklık; iki taraf arasındaki kalbî ya da fikrî uzaklık” anlamlarına gelmektedir… Mesâfe, mef’alet vezninde bir ism-i mekândır… Seyf kelimesi ile kökteşlik bakımından mesâfe kelimesi, “kılıç yeri” ya da daha açık bir ifâdeyle “iki şey ya da kişi arasında bir kılıç boyu mikdârı uzaklık ve alan” anlamıyla da yüklü hâldedir…
Seyf, mesâfe açan bir âlettir… Yânî, seyf, keskin olması hasebiyle, kestiği herhangi bir bölgeyi iki parçaya ayırır ve iki tarafa ayırdığı bu parçalar arasında mesâfe oluşturur… Seyf, dost-düşman taraflar arasına hat çekip mesâfe koyan bir savaş âletidir… Seyf, doğru ile eğri, gerçek ile yalan, hayr ile şerr, iyi ile kötü, Hakk ile bâtıl, mü’min ile kâfir arasına sınır çizip mesâfe ve alan açan bir cidâl ve cihâd âletidir…
Seyf, yânî kılıç, “kavga”yı istiâre eden bir semboldür… Seyf, fikirlerin ve görüşlerin sözlü münâzara ve münâkaşasında kullanılan keskin ve sivri “dil”dir… Seyf, yazılı münâzara ve münâkaşada kullanılan keskin ve sivri “kalem”dir… Burada, Firdevsî-yi Rûmî’nin “Münâzara-yı Seyf ü Kalem” adlı eserini hâtırlamak da ayrı bir güzellik olacaktır…
Seyf, “adâlet âleti”dir; haklı ile haksız, zâlim ile mazlûm, gâlip ile mağlûp, hâkim ile mahkûm, kâtil ile maktûl arasında hukûkî bir ara açarak “adâlet mesâfesi” oluşturan bir âlettir… Seyf, îtidâl ile ifrat ve tefrit arasına hat çeken mesâfe âletidir…
Mesâfe, seyf, yânî kılıç vâsıtasıyla açılan ve oluşan aradır… Mesâfe, kavga kelimesinde basitçe ifâdesini bulan mücâdele ve mücâhede sırasında ve sonucunda seyfin, yânî kılıcın açtığı aradır… Mesâfe, seyf, yânî kılıçla açılan yaranın hâtırlattığı aradır…
Mesâfe, sözlü ve yazılı kavgaların seyfe benzetilen vâsıtaları sayılan dil ve kalemin açtığı aradır… Mesâfe, kılıç gibi dil ve seyf gibi kalem vâsıtasıyla yapılan dînî, felsefî, ilmî ve edebî münâzara ve münâkaşaların; siyâsî, politik, diplomatik tartışma ve polemiklerin bozduğu aradır…
Mesâfe, “araları açık olmak”, “araları bozuk olmak” deyimlerinde de ifâdesini bulan sıcaklık ve yakınlık kaybıdır… Mesâfe, “mesâfeli olmak”, “mesâfeli durmak”, “aralarına mesâfe girmek” deyimlerinde de ifâde edilen samîmiyetsizlik ve resmîlik hâlidir…
Türk halk hikâyelerinde görülen bir uygulama –ya da kullanılan bir motif– var: “Araya kılıç koymak”… Bu, henüz nikâhları kıyılmamış, birbirine nâmahrem iki nişanlı ya da iki sevgilinin birlikte yolculukları esnâsında, bir yerde yatıp uyumaları gerektiği hâllerde delikanlının, kılıcını kendisi ile sevdiği kız arasına koyması şeklindeki bir uygulamadır… Bu, seyf vâsıtasıyla araya kılıç boyu kadar bir “mahremiyet mesâfesi” koymaktır… Bu, bir nevi, delikanlının nâmûsu sayılan pusatı ya da kılıcı ile kıza temînat vermesi, huzur ve îtimat telkîn etmesidir…
Diğer taraftan, seyf–mesâfe kelimeleri arasındaki iştikâk ya da kökteşlik ilişkisi, pek tabîdir ki, İngiliz parlamentosunda 14. yüzyıldan günümüze kadar gelen bir uygulamayı da akla getirmektedir: “Kılıç mesâfesi”… Avam kamarasında iktidar ile muhâlefet milletvekillerinin birbirlerini kılıçla âniden yaralama ihtimâlinin önüne geçmek amacıyla, bu iki grup arasında iki kılıç boyu kadar oluşturulan bir mesâfedir bu…
Kadim devlet teşrîfâtında, bir devlet görevlisinin, halktan birinin ya da bir elçinin hâkan, pâdişah ya da sultâna fazla yaklaşmasını önlemek maksadıyla seyf, yânî kılıç boyu ölçeğiyle bir “emniyet mesâfesi” oluşturulduğunu tahmîn etmek zor olmasa gerektir; öyle ki siyâsetnâmeler ile teşrîfatnâmeler, hükümdar huzûrunda bulunma adâbı gibi saray erkânına dâir pek çok mâlûmat ve tâlîmat ihtivâ etmektedir… Kezâ, muhâfızların ve kapıkulu askerlerinin sultânı koruma mesâfesinin de bu kılıç boyu ölçeğine göre tanzîm edilmiş olabileceği de pekâlâ söylenebilir ki bunu “muhâfaza mesâfesi” şeklinde adlandırmak mümkündür… Zîrâ târîhin sayfaları ânî sûikasda uğrayıp yaralanan ya da ölen hükümdar ve devlet adamlarıyla doludur…
“Sosyal mesâfe” kavramının bir deyim hâlinde fazlasıyla kullanılıp âdetâ tüketildiği son birkaç yıldır devlet kurumlarının cezâî müeyyidelerle bu mesâfeyi sağlamaya çalışması mesâfe–seyf ilişkisini yeniden tefekkür gündemine taşımıştır… Aslına bakılacak olursa hakîkî mesâfe, şifâhî töre ve yazılı kânunlar vâsıtasıyla oluşturulur; cezâî müeyyideleri de temsîlen seyf, yânî kılıç ile korunur…
Hulâsa, son yorum ve son söz olarak diyelim ki: Mesâfe, seyften korur; seyften emîn olmak için de mesâfeyi korumak önemli ve gereklidir…
Abdülkadir Dağlar