DilDoç. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

Hırfet ~ Harf ~ Hurâfe Kelimelerine Dâir

-Töreli İştikâk - 8-

Hırfet ~ Harf ~ Hurâfe Kelimelerine Dâir

-Töreli İştikâk – 8-

Önce, söz yaratıldı, “ol” sözü… Sonra, kalem oldu, içi söz ile doldu… Sözden sözler türedi… Söz uçtu, yazıya kondu… Söz ete kemiğe, söz yazıya büründü… Yazı söze ayna kılındı, söz yazıda göründü… Ve iki harf olduruldu “Kun. (Ol.)” denir denmez; “kâf” ile “nûn” iki harf… Kaleme yol yol, satır satır yazması buyuruldu; kalem, levh üzerine çizdi tüm yolları ve levh üzerine yazdı tüm sözleri… Dil söyledi, kalem yazdı…

Söz ile yazı arasında ne var, yazı sözün nesi olur..? Ses ile harf arasında ne var, harf sesin nesi olur..? Söz ile yol, yol ile yazı arasında neler var..?

Bu yazı da bu soruları soruyor, bu sorulara cevap arıyor… H-r-f üçlü kökünden türemiş bu yazının kelimeleri: Hırfet, harf ve hurâfe… Bu kelimelerle aranıyor soruların cevâbı…

Hırfet, “yol, meslek; san‘at, zenâat” anlamlarında kullanılmaktadır… Bu kelimenin cem‘i ya da çoğulu hıref kelimesidir, “san‘atlar, zenâatlar; meslekler” anlamında… Töreli Osmanlı çalışma ve iş hayâtında çeşitli san‘at ve zenâat sınıfları ile meslek birliklerini ifâde etmek için “ehl-i hıref” tâbîri kullanılırdı…

Harf, “sesleri yazı yoluyla gösteren işâretlerden her biri; söz, lâf, lâkırdı” anlamlarına gelmektedir… Harf kelimesinin cem‘i ya da çoğulu olan hurûf kelimesi ise “harfler” anlamındadır…

Hurâfe, “dînin temel akâidini bozan yorum; uydurma” demektir… Hurâfe, şerîat çizgisinin dışına taşan, akâid dâiresinin sınırlarını zorlayan yorum, inanış ve uygulamalara denmektedir… Hurâfe, din yolundan çıkmış ve din yolundan çıkaran uydurmaları ifâde etmektedir…

Harîf, “yoldaş, meslektaş; aynı san‘at ya da zenâatın erbâbı; herif” temel anlamlarının yanısıra “lâflayan, sohbet eden, meclis ve sofra arkadaşı” anlamlarıyla da kullanılmaktadır… Kimi Anadolu ağızlarında erkek arkadaşlar arasında yapılan yemeli içmeli, oyunlu eğlenceli sohbetler için “harfene / herfene / herefene” kelimeleri kullanılmaktadır ki bunların, “harîfâne” (herifçe, erkekçe, yoldaşça, arkadaşça) kelimesinden bozulmuş olduğu söylenilebilir…

Tahrîf, “bozma, saptırma, bulunması gereken noktadan ayırma, yoldan çıkarma” anlamlarına gelmektedir… Harflerin yerini değiştirmek, bozmak; bir kelimenin, bir kelâmın, bir ibârenin mânâsını değiştirmek, bozmak; dînî bir akîdeyi yanlış ya da aşırı yorumlar yoluyla değiştirmek, bozmak… Bunların hepsi tahrîf kelimesinin anlam dâiresini dolduran tanımlar olabilir…

Tahrîf kelimesinin ism-i mef’ûlü olan muharref kelimesi ise genelde “esas mâhiyeti bozulmuş, aslî hüviyeti değiştirilmiş olan yazı, dînî metin” anlamında kullanılmaktadır; kelimenin, bilhassa da Tevrât ve İncîl metinlerinin tahrîf edilmiş olduğunu ifâde ederken kullanıldığı bilinmektedir…

Bu kelimelerle kökteş bir kelime daha var, “sapma, düz-doğru yoldan çıkma, azma” anlamlarında: İnhirâf… Ve bu kelimenin ism-i fâili, “sapmış, düz-doğru yoldan çıkmış, azmış” anlamlarında: Münharif

“Yol” ile “yoldan çıkmak” kavramlarının, birbirine bir sikkenin iki yüzü mesâbesinde bulunması, zıt şeylerin ve kavramların birbiri ile kâim oldukları hakîkatına ayna tutmaktadır… Yoldan çıkmak için yolda olmak gerekir; zîrâ yolda olmayanın yoldan çıkmasından söz edilemez…

Harf, noktanın sese giden, sesi gösteren yoludur… Yazılı bir metin harflerden oluşur; yazılı bir metnin bütünlüğünü oluşturan harfler birbirinin harîfi sayılır… Sayfa –ya da sahîfe– bir zemindir, bu zemin üzerindeki satırlar birer yoldur, bu yollardaki harfler ise birbirinin harîfi ya da yoldaşıdır… Harflerin san’atı olan hüsn-i hatt ile yazıcılar zenâatı olan kitâbet en mühim hırfet dallarından biridir; hattatlar da kâtibler de kelimenin tam anlamıyla, hırfet erbâbıdır, kendi sınıflarının harîfleridir…

14. asırda İran bölgesinde yaşayan Fazlullâh-ı Hurûfî (Esterâbâdî), Kur’ân-ı Kerîm’e, harflerinden –ve sayılardan– hareketle şerîat dâiresinin dışında görülen yorumlar getirdiği, dînin esâsı olan ibâdetleri de yine aynı minvalde harfler –ve sayılar– üzerinden yorumladığı için Hurûfî olarak anılmıştır… Hurûfîlik, şâir Seyyid Nesîmî vâsıtasıyla 14. asırdan îtibâren Osmanlı memleketinde, bilhassa da şiir ve şâirler arasında etkisini göstermiştir… Yayıldığı bölgelerde Hurûfîlik, dînin ahkâmını bozmak ve şerîat yolundan sapmak olarak değerlendirilmiş, bu bakımdan, hurâfe üreterek dîni tahrîf eden sapkın cereyanlardan biri sayılmıştır…

San’at ve zenâat sınıflarının yanında, bir yol ya da bir meslek, mezheb ve tarîk olarak Hurûfîlik de harîflerini aynı gâyede bir araya toplayan hırfet sınıflarından biri sayılabilir… Dolayısıyla, Hurûfîlik yoluna giren dervişleri de birbirlerine harîf kabûl etmek yerinde olur…

Harîf kelimesi, avam dilinde –aşağılama ve alaylama edâsı da yüklenerek– “herif” şeklini almıştır… Dikkate şâyandır ki halk arasında genellikle âdap-erkân, yol-yordam, hak-hukuk bilmez, muâmelâtı bozuk, yoldan çıkmış erkekler için kullanılan bir tâbirdir, herif, olumlu sıfatlarla birlikte anıldığına pek rastlanmaz… Benzeri bir şekilde, harfene (harîfâne) adı verilen meclislerin, erkek hemcinsler arasında teklif-tekellüfsüz rahat bir tarz üzerine kuruldukları, umûma kapalı olmaları dolayısıyla da kendi içlerinde lâubâlî ve çizgi dışı bir husûsiyet de gösterebileceklerini düşünmek zor olmasa gerektir…

“Ses” ve “söz” kıymetlidir… Ses ve sözün aslî mecrâsı “şifâhî”dir, sözlüdür… Ses ve sözü harf ve yazı ortamına aktarmak, tâbîri câizse, bir hurâfedir ve de bir tahrîf ameliyesidir… Zîrâ, harfler sesleri, yazılar da sözleri hakîkî değerleriyle tam olarak aktaramazlar… Şifâhî ya da sözlü bağlam his ve heyecan aktarımına da imkân tanımaktadır; bu aktarımın kitâbî ya da yazılı bağlamda tam olarak gerçekleşmesi söz konusu olamaz… Dolayısıyla harf ve yazı, ses ve sözü aslî mecrâsından, izleğinden, yolundan çıkarmak sayılır…

Gelgelelim Türkçedeki yazmak, yazı, yazık kelimelerine…

Yazmak, günümüzde en yaygın kullanılan hâliyle “sesleri, kelimeleri, sözleri harfler vâsıtasıyla sathî bir zemîne sâbitlemek” anlamındadır… Bununla birlikte, yazmak kelimesi geçmişinden getirdiği “bulunulması gereken noktadan ayrılmak; yanılmak, yanlışa düşmek; yoldan çıkmak, yolundan sapmak; şaşırmak, hedefi tutturamamak” anlamlarını karşılayarak da kullanılagelmiştir…

Yazmak fiilinin artık günümüzde unutulmuş ya da sâdece bâzı ağızlarda kalmış anlamlarıyla doğrudan alâkalı bir fiil daha var Türkçe’de: Azmak… Azmak, “düz-doğru yoldan çıkmak, sapmak, yöresini yurdunu ve yolunu yitirmek” anlamlarına gelir… Kezâ bir fiil daha var, bu fiilden türemiş: Azıtmak… “Bir şeyi ya da bir kimseyi düz-doğru yoldan çıkartmak, saptırmak; bir şeye ya da bir kimseye yöresini yurdunu ve yolunu yitirtmek” anlamlarına gelir, azıtmak

Yazmak kelimesinin günümüzdeki Türkçe argoda “ayartmak, yoldan çıkarmak” anlamlarında kullanılması ise, yazmak kavramının, bu kelime vâsıtasıyla taşınıp getirilmiş olan temel anlamlarından kaynaklanmaktadır…

Yazı, “harfler ve işâretler vâsıtasıyla sesleri, kelimeleri, sözleri levha, tabaka, sayfa, duvar gibi zeminlerde gösteren, görünür kılan şekil(ler); seslerin, kelimelerin, sözlerin harflerle resmi” demektir… Yazı, târihî Türkiye Türkçesi’nde ve günümüz ağızlarında “ova, sahrâ, ıssız kır alanı; düz ya da ana yolun dışı; yaban” anlamlarında da kullanılmaktadır; –yerleşim yerinin dışında kalmak anlamında– “yazıda yabanda kalmak” deyimi, kelimenin bu anlamını çok iyi ifâde etmektedir… Bu anlamıyla yazı, işlek hâlde kullanılan yolun dışında, uzağında bir yerdir; yolcu, yoldan çıkarak, yoldan saparak ya da yolu yitirerek kendisini yazıda bulur…

Harf, bir noktanın, bulunduğu yerden hareket ettirilmesi, düz çizginin –sağa sola, ileriye geriye doğru– eğilmesi, bozulması yoluyla oluşur… Mahallinde såbit duran bir nokta, yerinden oynatılmakla; düz çizgi üzerinde bulunan bir şey, düz çizgisinden, doğrusundan, yolundan sapmakla yazmış, yazılmış olur… Sâbit nokta ile düz-doğru çizgi, yazı ile bozulmuş olur…

“Yazıp bozmak” ve “yaz-boz” ikileme deyimleri bu minvalde değerlendirilip yorumlandığında bu kavram-anlam çerçevesinde taşlar daha da yerine oturacaktır…

Yazık… Târihî ses seyri içerisinde “yazuk” kelimesinin Türkiye Türkçesi’nde aldığı son şekil… “Suç, cürüm, günah” anlamlarında kullanılmaktadır… Yazuklu kelimesi târihî Türkiye Türkçesi’nde “mücrim, günahkâr” anlamında kullanılmaktaydı… Bununla birlikte yazık kelimesi günümüzde daha çok “acınacak hâl” anlamında kullanılmaktadır…

Suç işlemek, hukuk dâiresinden çıkmak ve kânun yolundan sapmaktır… Günâh işlemek, din dâiresinden çıkmak ve şerîat yolundan sapmaktır… Bu fiillerin, “yoldan çıkmak” anlamında yazmak ve yazuk kelimeleri ile alâkası âşikâr olarak görünmektedir…

Hulâsa-yı merâm ve hâsıl-ı kelâm…

Yazmak, kişinin, kendi duygu ve düşüncelerine ulaşmasının bir yoludur… Yazmak, kişinin, kendi duygu ve düşüncelerine ulaşılabilmesi için başkalarına bir yol açmasıdır… Bununla birlikte, yazmak, bir bakıma “duygu ve düşünceleri bir zemîne sâbitlemek” demektir… Yazılmış –hele de yayınlanmış– bir metnin tashîh edilmesi zordur; o metin vâsıtasıyla yayılmış ama tashîh edilememiş zararlı duygu ve düşüncelerin tahrîf edici, yoldan çıkartıcı oluşu da yadsınamaz bir gerçektir… Şu hâlde, şifâhî metinler –tashîh edilebilirlik bakımından– kitâbî metinlerden daha emîn ve daha metîn görünmektedir…

Belli ki bu yazının kaderi de bindiği dalı kesmekmiş…

Sözün, kalemin ve kitâbın mutlak sâhibine emânet olunuz…

Selâmet ve letâfetle kalınız…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu