DilDoç. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

Berk ~ Burâk ~ Berrâk Kelimelerine Dâir

-Töreli İştikâk - 9-

Berk ~ Burâk ~ Berrâk Kelimelerine Dâir

-Töreli İştikâk – 9-

Kavramlarla kavramlar, şeylerle şeyler, olaylarla olaylar arasında ilişki kurmada “teşbîh” adı verilen beyan yolu insanlara önemli bir yardım ve kolaylık sağlamaktadır… Bu yardım ve kolaylık kimi zaman açık kimi zaman da örtülü olabilmektedir… Bâzen bir özel ismin hangi kavram ve şeylerle kökten bağlılığının, hangi alâkalar vâsıtasıyla olduğunu tesbit, kimi zaman müşkil bir durum arzedebilmektedir; bâzen de bu alâkaların tesbîtine kolaylıkla ulaşılabilmektedir… Bu durum, alâkaların târihî derinliklerinin boyutuyla ilgili olsa gerektir…

Kâinatla tabîat, tabîatla insan ve insanla eylemleri arasındaki her türlü fıtrî alâka, şuûraltından şuûra, rûhtan akıla doğru insan düşüncesini meşgûl etmektedir… Varlık tabakaları arasındaki dikey ilişkiler ile her bir tabakanın kendi içindeki yatay ilişkilerin aslı araştırıldığında, hepsinin tek bir cevherî kökten türevlendiği rahatlıkla görülebilir… Şimşek ile parlaklık arasındaki yatay ilişki açık, şimşek ile binek arasındaki dikey ilişki ise ona nisbetle daha kapalıdır… Bu misâl üzerinden giderek berkBurâkberrâk kelimeleri arasındaki kökteşlik alâkasına dâir neler söylenebilir, bir bakalım…

Berk, –kalın kâf harfi ile– Arabî dilde “şimşek” demektir…

Burâk, Mi’râc gecesinde hazret-i Peygamber efendimize Kâ’beMescid-i Aksâ arasındaki İsrâ ve Mescid-i AksâMâverâ arasındaki Mi’râc yolculuğunda tahsîs edilen binit ya da binek hayvânı…

Bâzı kaynaklarda mevzûya dâir yapılan yorumlarda, Burâk’ın sâdece İsrâ süresince görevli olduğu, yolculuğun yükseliş mertebelerinde ise Mi‘râc (merdiven), meleklerin kanatları, Cebrâîl’in kanatları ile –yaygı şeklindekiRefref adlı bineğin de kullanıldığı görülmektedir… Mâmâfih denilebilir ki, Burâk, Mi’râc yolculuğundaki binek ya da bineklerin tek ya da ortak adı görünümündedir…

Öte yandan, Kâ‘be’ye doğru yolculuğunda hazret-i Îbrâhîm’i taşıması için görevlendirilen bineğin de aynı Burâk olduğu yönünde bir yorum da aktarılmaktadır… Kezâ, kimi zaman cennetteki atların da Burâk adıyla anıldığı görülmektedir…

Burâk, Mi‘râc hâdisesine dâir Türkçe edebî metinlerde, yânî mi’râciyyelerde, genellikle “at” resminde tavsîf ve tasvîr edilmiş olması hasebiyle de halkın dilinde “Burâk atı” şeklinde kalıplaşmış bir ifâdeye dönüşmüştür… Zîrâ, kimi kaynaklardan aktarılan rivâyetlerde Burâk’ın hazret-i Peygamber efendimiz tarafından, “kanatları bulunan, parlak renkli, gözünün gördüğü mesâfeyi bir anda kateden, katır ile eşek arasında bir binek” minvalinde tasvîr edildiği görülmektedir…

Berrâk, “açık seçik bir şekilde görünen; çok parlayan, çok parlak” anlamındadır…

Burâk isminin berk ve berrâk kelimeleri ile alâkasına gelince…

Burâk, berkten –yânî şimşekten– yaratılmış bir attır… Burâk, berk hızında bir attır… Berk gibi, Burâk’ın da temâşâ ettiği mekân göklerdir… Beşerî olarak algılanabilen en hızlı şeyin “ışık” olduğu, onun da âdetâ bir anda çakan şimşekle temsîl edildiği varsayıldığında, Burâk’ın, ışık ya da berk hızında koştuğu ileri sürülebilir… Berk, geceleyin çok daha açık, olağanüstü ve büyüleyici bir şekilde görülür; kezâ, Burâk dahi geceleyin o büyük mûcize yolculukta vazîfesini –âdetâ berk gibi bir lâhzada çakıp parlayarak– yerine getirmiş bir attır… Ezcümle, Burâk, âdetâ şimşek gibi, bir lâhza parlayıp gürleyerek –yânî kişneyerek-, göz kapayıp açıncaya kadar menziline ulaşan en ideal attır…

Berrâk, gecenin zifirî karanlığını âdetâ gündüzün parlak aydınlığına tebdîl eden, dönüştüren berktir… Berk, karanlık göklerde çakarak âdetâ göklerin derinliklerini yarıp görünür kılar ki ortaya çıkan manzara ancak berrâk kelimesiyle ifâde edilebilir; bu durumda berrâk kelimesini “çok çakarak çok parlayan ve çok parlatan berk –yânî şimşek-” şeklinde tanımlamak da mümkün hâle gelir… Berk, açık ve parlak bir görüş yânî berrâklık sağlar; kimi zifirî gece yolculuklarında yön ve yol tâyîni husûsunda berk –yânî şimşek de– çakması istenen, beklenen bir kılavuz olabilmektedir… Bunun gibi, Burâk da geceleyin İsrâ ve Mi‘râc yolunda yolculuk yaptıran bir kılavuz, bir attır… Burâk, berrâk –yânî parlak– renklidir; bir diğer deyişle, Burâk’ın rengi berkin renginden daha berrâktır… Yânî, “Burâk, berkten berrâktır”…

İyi atta parlaklık özelliği aranır… Bu kabul çerçevesinde Burâk-berrâk kelimeleri arasındaki alâkanın bir benzeri Farsça rahşrahşân/rahşende kelimeleri arasında da bulunmaktadır; şöyle ki, rahş “at”, rahşân ve rahşende ise “parlayan, parlak” anlamlarına gelir… Denilebilir ki rahş –yânî at-, berk –yânî şimşek– gibi, Burâk gibi rahşân ve rahşende olmalı, parlamalı…

Töreli Türk Edebiyâtı’nda, her ne kadar Düldül, Aşkar, Kırat, Tulpar, Şebdîz gibi özel atlar birer kahraman atı olarak idealize edilse de, genel mânâda tüm atların timsâli Burâk’tır… Mübâlağalı bir at teşbîhi ve istiâresi gerektiğinde dile getirilecek olan at, Burâk’tır; kezâ onun en mühim vasıfları sayılan berrâk renkli ve kanatlı olma özelliği ile berâber, âdetâ berkten –yânî şimşekten– yaratılmışçasına, berk gibi koşması da temsîlî teşbih yoluyla dile getirilen hususlardandır…

Meselâ, Şeyhî Hüsrev ü Şîrîn adlı kitâbında Hüsrev’in atı Şebdîz’i tavsîf sadedindeki

Zemîn-peymâ zemân-rev berk-tacîl

Yıl irmez gerdine ger yile bin yıl…

beytinde, Şebdîz’in âdetâ adımlarıyla zemîni –yânî yeryüzünü– boydan boya ölçtüğünü, zaman gibi hızla akıp geçtiğini –ya da zamanla yarıştığını-, berk –yânî şimşek– gibi ânî, acele ve hızlı koştuğunu söylemekte; rüzgârdan daha hızlı olmasından dolayı da, rüzgârın –bin yıl esse bile– onun ayağının tozuna yetişemeyeceğini ifâde etmektedir…

Töreli Türk Şiiri’nde “rahşiyye” (at tavsif ve tasvirleri yapan edebî tür) şâiri olarak da bilinen Nef‘î, Sultân 4. Murâd ile Mustafa Paşa için rahşiyye kasîdeleri kaleme almıştır… Bunun yanında Nef‘î, başka paşalar için yazmış olduğu medhiyyelerde de onların atlarıyla ilgili övgülü tavsiflere de yer vermiştir… Nef‘î, Sultân 4. Murâd’ın atlarından bahsederken, onların bir lâhzada, yânî göz yumup açma mikdârı bir sürede tüm âlemi katederek göz nûru ile görme hızında menziline eriştiğini dile getirmektedir:

Tayy ider âlemi bir göz yumup açınca bu da

Bu kadar çâbük ü çâlâk olur mı acebâ

Nicedür her biri süratde kıyâs it meselâ

Menzile nûr-ı basar gibi berâber irişür…

Nef‘î’ye göre, Sultân 4. Murâd’ın yıldırım gibi âteşten atlarıyla şimşekler ve rüzgârlar iddiâlaşamaz, yarışamaz:

Olur mı böyle bir âteş-inân-ı sâika-cünbiş

Ki cür’et idemez anunla berk u bâd davâya…

Nef‘î, Hüseyin Paşa’nın atından bahsederken onu berk –yânî şimşek– hızındaki Burâk’a benzetmiş, menziline Cebrâîl’den evvel ulaşacağını söyleyerek ise mübâlağa etmiştir:

Ne ejderdür ne Ankâ ol Burâk-ı berk-süratdür

K’irişür müntehâ-yı menzile Cibrîlden akdem…

Nef‘î, yiğit Nasûh Paşa’nın atından (rahş) bahsederken de, onun parlak nallarından çıkan kıvılcımların gökyüzüne kadar ulaştığını ve gökte parlayan (rahşân) güneşin kandîlini yaktığını söylemektedir:

O şeh-süvâr-ı dil-âver ki nal-i rahşından

Çıkan şerâr uyarur şem-i mihr-i rahşânı…

Akıncı ruhlu töreli şâirlerimizden Yahyâ Kemâl Beyatlı da, Akıncı şiirindeki

Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan

Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan

Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla

Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla…

mısrâlarında aynı “Burâk istiâresi” etrâfında doludizgin Arş’a kadar yükselen şimşek-at teşbîhini kullanmıştır… Kezâ, onun Mohaç Türküsü şiirindeki atlılar da baştan başa aynı istiâre etrâfında dörtnala cennete koşmaktadır:

Bizdik o hücûmun bütün aşkıyla kanatlı

Bizdik o sabâh ilk atılan safta yüz atlı

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle

Canlandı o meşhûr ova at kişnemesiyle

Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü

Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü

Gül yüzlü bir âfetti ki her pûsesi lâle

Girdik zaferin koynuna kandık o visâle

Dünyâya vedâ ettik atıldık dolu dizgin

En son koşumuzdur bu asırlarca bilinsin

Bir bir açılırken göğe son def‘a yarıştık

Allâha giden yolda meleklerle karıştık

Geçtik hepimiz dört nala cennet kapısından

Gördük ebedî cedleri bir anda yakından

Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle berâber

Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle berâber

Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden

Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden…

Töreli hayat tarzımız, insâna tabîat ve kâinatla ilmen, fikren ve amelen sulh ve salâh içinde, barışık yaşamayı tâlim ve telkîn ederdi… İnsânın, binek hayvânıyla, atıyla bile hemdem ve hemderd olabilmesi, tüm tabîatla alâka kurup tüm kâinatla arasındaki derûnî âhengi kavrayabilmesi adına çok mühim idi… Hulâsa, şâirlerin daha kolay ama daha derinden yakalayabildikleri bu derûnî âhenk şiire dönüştüğünde tüm insanların da dikey yönde şuurlanmasına vesîle olacaktır…

Selâmet ve letâfetle kalasınız…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu