
Nefs ~ Nefes ~ Nefâset Kelimelerine Dâir
-Töreli İştikâk -10-
İştikâk alâkası, müştakk kelimelerin anlamlarını âdetâ tek bir tohumun içindeki mânâ âlemine ircâ eder… N-f-s üçlüsü de kendisinden türeyen, türevlenen kelimelerin anlamları için âdetâ böyle bir tohumun kök uçlarıdır… Nefs, nefes, nefâset kelimeleri ve müştaklarının, aralarındaki anlam alâkaları ile oluşturdukları kavram âilesi zengin ve rengârenk dünyâsıyla karşımızda durmaktadır…
Nefs, kelime îtibârıyla “kendi, öz, öz kişilik; rûh ve aklın yanında ya da dışında insâna –genellikle de bedene– sevk ve idâre kâbiliyeti veren unsurlardan biri; ten, beden; nefis” anlamlarını karşılamaktadır… Tasavvufta nefs, “insânı diğer varlıklardan daha şerefli kılan ahlâkî husûsiyetlerden ziyâde, insânın hayvan gibi –yaratılışça daha âdî– varlıklarla müşterek özelliklerini öne çıkartıp coşturan ve kimi zaman da süflîleştiren sevk ve idâre merkezi” anlamına gelmektedir… Bu noktada, nefs kelimesinden murâdın –genel îtibârıyla– tasavvuftaki “nefs-i emmâre” olduğunu söylemek gerekir…
Nefes, “hayvan ve insan bedeni için lâzım olan hava, bu havanın ciğerlere tek çekimlik hâli, soluk” anlamına gelmektedir…
Nefs, insânın nefes aldığı süre içerisinde, yânî beden ömrüyle sınırlı yaşayan şeydir… Nefs, sâdece bedenî arzû ve istekler bakımından bedeni sevk ve idâre eden merkezdir… Nefs, sâdece bu dünyâ ile sınırlı sevk ve idâre kuvvelerinden biridir… Ötesi yoktur nefsin, yânî âhiret âleminde nefse yer yoktur; bir diğer ifâdeyle, nefsin, ukbâ âleminde hükmü ve îtibârı yoktur… Nefs, bedenin hayâtıyla mukayyed olduğu için, bedenin ölümüyle ya da nefes alıp vermenin kesilmesiyle ölür, bu dünyâda kalır, ukbâya geçemez…
Nefs, yaşayabilmek için nefese muhtaçtır… Bedeni yaşatabilmek için alınan her bir nefesin nefsi ayrıdır; yânî, işin özünde her bir nefs, özüne özgü bir nefese hâstır… Nefs–nefes arasındaki alâka tamâmen maddî âleme âittir, bedenîdir; yânî nefs, ancak nefesle kâim ve dâim olabilen bedenî hayâta dâir hayvânî bir kuvvedir… Beden hayâtı kadar, yânî ancak nefes ömrü kadar ömre sâhip olan nefs, “Kullu nefsin zâ’ikatu’l-mevt. (Her nefs, ölümü tadacaktır.)” (Enbiyâ / 35) âyeti mûcebince mutlak ölümü tadacaktır… Bu minvalde, bu âyetteki nefs kelimesinden murâdın “beden ve bedene âit olan şey(ler)” olabileceğini söylemek mümkündür, Yûnus Emre’nin “Ölürise ten ölür cânlar ölesi degül” mısrâ‘ındaki ten kelimesinden murâdın “nefs” olabileceğini söylemek gibi…
Bir başka zâviyeden yorumlamak gerekirse…
Nefs, nefesli varlıklarda bulunur; insâna da nefesle birlikte emânet edilmiştir… Her insan, nefsiyle ve dahi nefesiyle yaratılmıştır; yânî, nefssiz ve nefessiz insan varlık sâhasında mümkün görünmemektedir…
Nefâset, “nefse, nefese ve beş duyuya hitâb eden bedenî –ya da tensel– hoşluk, güzellik” anlamına gelmektedir… Nefâset, koklama, tatma, görme, işitme ve dokunma yoluyla nefse hoş gelen güzellikler için kullanıldığında doğru kullanımına kavuşmuş olur…
Nefâset, nefsin hoşluğudur, nefse hoş gelme hâlidir… Nefâset, nefesin düzenini değiştiren, alıp verme sıklığını ya da ritmini artıran lezzet, hoşluk ve hayranlık hâlidir… Nefâset, kimi zaman da, nefesi kesecek, durduracak kadar, nefse olağanüstü hayret ve hayranlık veren güzellik hâlidir… Denilebilir ki, nefâset, öncelikle nefes ve nefeslenme yoluyla dimâğa ulaşan hoş kokunun nefste uyandırdığı hayranlık hâlidir…
Nefs, nefes ve nefâset kelimelerinden türemiş bir kelime vardır ki “hem nefse hem de nefese hoş gelen, nefâseti olan şey” anlamını taşır: Nefîs… Anlam bakımından nefîs kelimesinin derecesini artıran bir kelime daha var ki “çok nefîs, pek nefîs” demektir: Enfes… Nefse ziyâdesiyle hayranlık verir, nefîs; nefsi ziyâdesiyle hayrete düşürür, enfes… Nefîs, nefes alıp vermenin mûtad düzeninde farklılık ortaya çıkartarak nefes ritmini artıran şeydir… Enfes ise, nefesi kesip durduracak derecede pek nefîs olan şeydir…
Görüldüğü üzere nefs, nefes ve nefâset kavramlarının hepsi bedene, bedenî hislere ve bedenî hayâta taalluk eden şeylerdir… Bu kavramlarla doğrudan alâkalı bir kavram daha vardır: Nefsâniyyet… Nefsin, nefâset arayış ve beklentisini artıran şey, nefsânî hâsse ya da kuvvedir… Hoş ve güzel koku, tat, manzara, ses ve sıcaklık arayış ve beklentisi hep nefsâniyyettendir… Nefsâniyyet, bir anlamıyla şehvettir, nefsin ve nefesin şehveti, iştihâsıdır… Nefsâniyyet, nefsi ve nefesi esîr ve bağımlı hâle getirir… Tatma, koklama, işitme, seslenme ve konuşmadaki nefes yoluyla nefsâniyyet artar; nefsâniyyet arttıkça da nefes aralıkları sıklaşır, nefes alıp verme hızlanır ve nefs daha da azgınlaşır, taşkınlaşır…
Bir de teneffüs kelimesi var ki, genellikle nefes kelimesinin bir türevi olduğu söylense de, aslında söz konusu her üç kelimenin de ortak bir türevidir… Teneffüs, “nefes almak, nefeslenmek” demektir… Teneffüs, “nefsin hoşuna giden bir şeyle meşgûl olmak, nefsi şımartmak” demektir… Teneffüs, “nefâsetin peşinden koşmak” demektir… Zâten “teneffüs etmek” eyleminin asıl gâyesi de bedene ve nefse hoş gelen bir havada, nefîs bir mekânda, arkadaşlarla sohbetler ederek, nefâseti bol, enfes şeyler yiyip içerek, temiz ve berrak hava ile nefeslenmek ve nefes tâzelemek değil midir..?
Bilhassa Nakşbendî tasavvufunda “hûş-der-dem” şeklinde Farsça bir tâbir kullanılır; bu tâbîrin, “her nefeste ayık olmak, her nefeste nefsin iğvâ ve iğfâline karşı hâzır ve müteyakkız bulunmak, her nefesin nefsinden emîn olmak” anlamlarını karşıladığını söylemek mümkündür… Nefs-i emmâre tâbîr edilen nefs, her nefeste şehevî ve nefsânî arzû ve zevkleri emredici bir nefstir… Nefs-i emmâre, şehvetin ve nefsâniyyetin her nefeslik dâimî emri altındaki nefstir… Tasavvuf, nefesleri nefs-i emmârenin şerrinden kurtarmanın, sâlim ve emîn tutmanın, yoludur… Tasavvuf, nefesleri nefs-i emmâreden temizleyip arındırarak “nefs-i safiyye”ye teslîm etmenin yoludur…
Mâlûmdur ki kimi tarîkatlar “cehrî zikir” usûlüne sâhiptir… O tarîkatların âyinlerinde, esmâ-yı İlâhiyyeden muayyen isimler zikredilirken nefes unsurunun vurgulu ve baskın bir şekilde kullanılması, belki de, “zikrullâhla her bir nefesi arındırma, her bir nefeste nefsi zikirle arındırma” gâye ve gayretine yöneliktir… Belki de zikrin nefâseti nefesledir…
Nefs ve nefes deyip de geçmemeli; zîrâ, nefsin de nefâseti vardır, nefesin de… Nefes, bedenin dâimî bir tutkuyla bağımlı olduğu, nefse en nefîs gelen gıdâdır; nefesin nefâsetini, nefes yolları tutulmuş bedene sormalı… Nefs, nefs-i emmâre mertebesinde henüz hamdır, bu mertebede nefsin nefâseti yoktur; nefs ne vakit olgunlaşır, nefs-i safiyye –ya da nefs-i kâmile– mertebesine erişirse o vakit nefâsetini kuşanmış sayılır… Nefsin nefâsetini ise, nefs-i emmâresini nefs-i safiyye mertebesine erdirmiş olan insân-ı kâmilden öğrenmeli; nitekim ondandır insân-ı kâmil nefesi ve sözlerinin, muhâtabın rûhuna enfes gelmesi…
Geliniz, Dede Ömer Rûşenî’nin, Âsâr-ı Aşk adlı kitâbındaki vecîz duâsına âmîn diyelim:
İlâhî nâ-kes isem dahı kes kıl
İdüb nefsüm nefîs ü hoş-nefes kıl…
Vesselâm…
Abdülkadir Dağlar