DilDoç. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

Şakk ~ Şıkk ~ Şakâ’ik Kelimelerine Dâir

-Töreli İştikâk -17-

Şakk ~ Şıkk ~ Şakâ’ik Kelimelerine Dâir

-Töreli İştikâk -17-

Bir kelimenin türeyiş ve türevleniş mâcerâsını öğrenmeye, anlamaya; bu mâcerâda hangi kelimelerle kökteşlik ve yoldaşlık alâkası gösterdiğini görmeye; bu arada, bu kökteş ve yoldaş kelimelerin kavram-anlam alanını ortaya çıkarmaya çalışma ameliyesidir, “töreli iştikâk”… Bu yazıda ise bizâtihî “iştikâk” kelimesi etrâfında bir iştikâk denemesi yapılacaktır; ş(e)-k(a)-k(a) harf üçlüsünden müştakk, yânî kökteş ve türemiş olan kelimeler etrâfında bir iştikâk temâşâsıdır bu…

Şakk, “bir bütünü çatlatıp ortadan ikiye yarma, iki parçaya ayırma” demektir…

Türkçe’de “iki şak olmak” deyimi, ortadan ikiye yarılmak, ayrılmak anlamına kullanılır; iki parçalı ya da kırılarak iki parçaya ayrılmış nesneler için de bir sıfat olarak “iki şak” tâbîri kullanılır… Anadolu’da, ortadan iki parçaya yarılmış hâlde kavrulmuş olan leblebi çeşidine ise “şah leblebi” denir ki “şak leblebi”den galatlaşmış olsa gerektir…

Mâlûmdur ki, hazret-i Peygamber efendimizle alâkalı meşhûr iki mûcize “Şakk-ı Sadr” (göğsünün ikiye yarılması) ve “Şakk-ı Kamer” (ayı ikiye yarması) adlarıyla anılmaktadır… Aynı zamanda bu mûcizeler, bir topluluğu şakk edip îman-küfür kutuplarına ayıran olağanüstü hâdiselerdir de…

Şıkk, “doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin birden fazla tercih unsuru, seçenek” anlamına gelmektedir…

Rivâyet odur ki Şıkk, aynı zamanda bir kâhin ile bir cinnin de adı imiş… Hazret-i Peygamber’imizden önce insanlar haddinden fazla kehânetle meşgûl oluyorlarmış… Gûyâ kâhinler, cinleri gökyüzündeki melekleri dinletmek üzere kullanıyorlar, onlar vâsıtasıyla Levh-i Mahfûz’dan geleceğe dâir haberler çalıyorlarmış… Bu kâhinlerden birisinin adı Şıkk imiş; bu kâhin tek gözlü, tek elli, tek ayaklı, yarısı olmayan, yarım bir insan görünümünde imiş… Bu kâhinin emrindeki cinnin adı da Şıkk imiş; bu cinnin de bedeninin baştan ayağa doğru yarısı yok imiş…

İddiâ edilebilir ki, ortadan iki parçaya ayrılmış olmakla birlikte bir yarıları bulunmayan, yarım vücutlu varlıklar oldukları için bu kâhin ve cinne Şıkk adı verilmiş…

Şıkk meselesi, “ancak kehânet yoluyla doğru tercihte bulunabilmenin mümkün olabileceği seçeneklere şıkk denir” tanımı zâviyesinden değerlendirmekle belki biraz daha aydınlatılmış olabilir… Bununla birlikte, “iki ya da daha fazla şıkk arasında zor bir tercihte bulunmanın da kehânet gibi bir şey sayıldığı” şeklinde bir yorum da yabana atılacak gibi değildir; bu şıklar arasında tercihte bulunabilmek de ancak gâibden haber almakla mümkün gibidir… Sözün özü, zorluk seviyesi çok yüksek eşdeğer seçeneklerden her birine şıkk denir…

Şukka, muhâbere ve mükâtebe dilinde “iki parçaya ayrılmış ya da bir parçası koparılmış kâğıt parçasına yazılmış kısa bilgi, haber, tezkere” anlamlarında kullanılmaktadır…

Şikâk, “âilevî ya da ictimâî birlik hâlini ikiye bölmek –ya da daha fazla parçaya ayırmak-, bölücülük yapmak; nifak çıkarmak; düşmanlık yapmak” anlamlarını karşılamaktadır…

Şikâk, bölücülük ve düşmanlık tohumunun çatlatılması, şakk edilmesidir… Şikâk, âileyi ya da cemiyeti iki ya da daha fazla şıkk arasında ayırmak, bölmektir… Şikâk, âileyi ya da cemiyeti meşakkat çemberine sokmaktır…

Meşakkat, “zorluk, güçlük, sıkıntı, zahmet” anlamlarına gelmektedir… Meşakkat kelimesinin cem‘i, yânî çoğulu olan meşâkk ise “zorluklar, güçlükler, sıkıntılar, zahmetler” anlamlarındadır…

Meşakkat, âdetâ sabır taşını şakk edip çatlatan sıkıntılı hâllerdir… Meşakkat, âdetâ bedeni şakk edip çatlatan doğum sancısıdır… Meşakkat, insan ve cemiyete âit kuvvet ve tâkat topunu çatlatıp şakk eden şikâktır… Meşakkat, iki ya da daha fazla şıkk arasında tercihte bulunamamanın verdiği zorlanma ve âdetâ beyin çatlaması hâlidir…

Şâkk, “ortadan ikiye yaran, –en az– iki parçaya ayıran; sıkıntı veren, zahmetli” anlamlarında bu üçlü kök üzerine kurulu kelimelerin ism-i fâilidir…

Şakîk, “ortadan yarılarak iki tarafa ayrılan parçalardan her biri; aynı ebeveynden olma erkek kardeş” anlamlarına gelmektedir… Şakîka ise, “aynı ebeveynden olma kız kardeş” anlamındadır…

Şakîk(a), “iki şak olmuş” ve “bir elmanın iki yarısı” tâbirleriyle ifâde edilebilecek olan kız-erkek kardeşlerden her biri; belki tek yumurta ikizleridir…

Şakâik –ya da şakâyık-, şakîk(a) kelimesinin cem‘i ya da çoğulu olmakla birlikte daha çok “soğanlı bir çiçek türünün adı” olarak bilinmektedir… Şakâyık çiçeğine bu adın veriliş sebebine dâir iştikâkî ihtimaller şöyle derlenebilir:

Halk tıbbında, şakâyık adı verilen çiçeğin, bilhassa hâmile kadınların sancılarına iyi geldiği rivâyet edilmektedir… Bu çiçeğe bu ismin verilme sebeplerinden biri de bu rivâyet olsa gerektir… Şöyle ki, şakâyık çiçeğinin kolaylaştıracağı hâmilelik süreçleri sonunda kadının doğuracağı yavru kardeşlerden her birine, erkek ise şakîk, kız ise şakîka denmektedir…

Yunan mitolojisinde bir rivâyete göre Zeus, kıskanç ilaç tanrısının, şakâyık çiçeği aramak üzere ormana gönderdiği peri cinsinden öğrencisi Paeon’a zarar vermemesi için, bu periyi şakâyık çiçeğine döndürmüş… Bir başka rivâyette ise Apollon’un, çok hoşuna giden Paeon’a alâka göstermesi Afrodit’i kızdırmış; Afrodit, bu alâka esnâsında yanakları allanan Paeon’u kırmızı şakâyık çiçeğine döndürmüş… Ezcümle, güzelliğiyle mâruf bir ilaç perisinin, rakiplerinde şikâk tohumlarının çatlamasına, yânî kıskançlık ve düşmanlık duygularının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiş olması da şakâyık adının verilişi ile ilgili iştikâkî ihtimallerden biri sayılabilir…

Taşköprîzâde Ahmed Efendi’nin (öl. 1561) meşhur hâl tercümesi ya da biyografi kitâbı “Eş-Şakâ’iku’n-Nu‘mâniyye fî-‘Ulemâ’i’d-Devleti’l-‘Osmâniyye” adlı eserinin ilim âlemindeki şöhreti “Şakâyık”tır… Şakâyık-ı nu‘mân, lugat anlamı olarak “kan kırmızı şakâyık çiçeği” demek ise de bu eserde Nu‘mân’dan murâdın, Hanefî mezhebinin yolbaşçısı İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin ismi “Nu‘mân” olduğunu söylemek gerekir; bu da, eserde sâdece Osmanlı’daki Hanefî şeyh ve âlimlerin zikredilmesinden ötürüdür… Osmanlı hâl tercümesi ve tezkirecilik geleneğinde yazılmış kimi eserlerin bağ-bahçe anlamına gelen isimler taşıdığı bilinmektedir; “Şakâ’ik-ı Nu‘mâniyye” isimlendirmesini de bu dâirede ele almak, Osmanlı şeyhleri ile âlimlerinin bir arada topluca anlatıldığı böyle bir esere “kan kırmızı şakâyıklar bahçesi” anlamına gelebilecek olan bir ismin verilmesini müellifin, hâl tercümelerini zikrettiği kişilere bir cemîlesi, bir latîfesi saymak yerinde olacaktır…

İnşikâk, “iki parçaya yarılma, ayrılma; Kur’ân-ı Kerîm’de bir sûrenin adı” anlamlarındadır… Şakk-ı Sadr ve Şakk-ı Kamer olayları, “İnşikâk-ı Sadr” ve “İnşikâk-ı Kamer” şeklinde de isimlendirilmektedir… Munşakk ise, “ikiye yarılmış, ayrılmış parçalardan her biri” demektir…

İştikâk ve müştakk kelimelerine gelince…

İştikâk, “bir kökten türeme, türevlenme; kökenbilim; etimoloji” anlamlarına gelmektedir… İştikâk, aynı zamanda “müştakk ya da kökteş kelimelerin beyit ya da mısrâ bağlamında bir arada kullanılması” anlamında bir belâgat-bedî‘ unsurunun, bir edebî san‘atın da adıdır…

İştikâk kelimesinin, şakk kelimesi muvâcehesinde “yarma, yarılma, ayrılma” anlamlarıyla alâkasına dâir neler söylenebilir..?

“Toprağa düşen ya da ekilen bir tohumun inşikâk ederek çatlayıp yarılması, ondan türeyen fidan ve ağacın da dallara, budaklara ayrılması” istiâresi merkeze alındığında, kelime şecerelerinin de bu istiâre çerçevesinde meyveden dallara, dallardan gövdeye ve gövdeden köke doğru bir istikâmette –ya da tersine, kökten meyveye doğruiştikâk yoluyla ortaya çıkarılabileceğini söylemek gerekir… Kezâ, iştikâk kelimesini “bir meyveyi ikiye yarıp çekirdeğini, çekirdeğinin de kabuğunu kırıp lübbünün, özünün ortaya çıkarılması ameliyesi” şeklinde yorumlamak da mümkündür…

Bir başka nazarla, iştikâk ilmi, kökteşmiş gibi görünüp de kökteş olmayan kelimeleri birbirinden şikâk etme, ayırma gâyesini de tekellüf etmiştir… Yânî, kardeşlik ve kökteşlik yoluyla akrabâlık ilişkisi içerisinde olmayan kelimeleri –eğer kazârâ aynı âilenin fertleri sayılmışlarsa– tefrîk ve taksîm etmek de iştikâkın bir vazîfesidir…

Son tahlilde bir ıstılâh olarak iştikâk, “bir kelimenin yarılarak, parçalarına ayrılarak özüne, kökenine ulaşılması ameliyesi” şeklinde de tanımlanabilir… Bu anlamda iştikâk ile töre arasında çok sıkı bir benzerlik alâkasının bulunduğu açıktır; o da, törede olduğu gibi iştikâkın da yol boyunca tözü, özü, aslî olanı hâtırlatmasıdır…

Müştakk, “tek öz kökten türemiş türevlerin ve kelimelerin her biri; iştikâk edilmiş şey ya da kelime; kökteş” anlamındadır… Müştakk, “kökteş ya da kardeş kelime” şeklinde de tanımlanabilir…

İştikâk, köklere dönüş, köklere yolculuktur… Köklerin de göklerin derinliklerinde olduğu kabûl edilecek olursa, köklere ulaşmak için gökyüzünün inşikâk etmesi –ya da şakk edilmesi– gerekmektedir. Gökyüzünün yarılarak beşerin nihâî mânâda köklere yolculuğunun başlayacağı kıyâmet günü için şu iki âyet dikkat çekicidir:

Fe ize’nşekkati’s-semâ’u fe kânet verdeten ke’d-dihân. (Gök yarılıp da -eriyip kızaran- yağ gibi kıpkırmızı gül hâlini aldığı zaman.)” (Rahmân / 37)…

İze’s-semâ’u’nşekkat. (Gök yarıldığı zaman.)” (İnşikâk / 1)…

Şu âyet dahi hem hazret-i Peygamber efendimizle alâkalı şakk-ı kamer / inşikâk-ı kamer mûcizesine işâret etmesi hem de bu mûcizenin aynı zamanda kıyâmet vaktinin yaklaşmış olduğuna da bir işâret olduğunu bildirmesi bakımından mühimdir:

İkterabeti’s-sâ‘atu ve’nşakka’l-kamer. (Kıyâmet sâ‘ati yaklaştı ve ay yarıldı.)” (Kamer / 1)…

Mevlâmız, şikâk ehlini cümlemizden ırak eylesin… Mevlâmız, gökyüzünün şakk edildiği kıyâmet vaktinin meşakkatından cümlemizi emîn eylesin… Mevlâmız, ebedî istirâhatgâhımızı şakâyık bahçesine dönüştürsün…

Selâm’ın selâmeti, Latîf’in letâfeti cümlemizin ve cümle sevdiklerimizin üzerine olsun…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu