Doç. Dr. Özgür ÇarkİctimâiyatİktisatTöreli YazılarYönetim

Törenin Yitik Parçaları Ubûdiyetten Kopartılan Muâmelât II

Kapitalist sistem, varlığını devam ettirebilmek için pompaladığı tüketim çılgınlığı ile arzuları tahrik ederek fantezileri bir ihtiyaçmışçasına pazarlamaya devam etmektedir. Arzuları semirtilmiş, iştahı kabartılmış tüketim çılgını insanlar yaratmaya devam etmekten başka yaşam şansı olmadığının da farkında.

Dün olduğu gibi bugünde İslâm âlemi siyâsî, ilmî, içtimâî, fikrî ve iktisâdî birtakım buhranlar yaşamaktadır. Yani bir medeniyet krizi…

İlk kriz dönemleri İslâm toplumunun başka din, millet ve kültürler ile karşılaştığı dönemler olan 7. ve 8. Yüzyıllara rast gelirken, sonrasında yaşanan krizler ise Selçuklular döneminde yaşanan Bâtınî, Haçlı ve Moğol saldırıları kaynaklıydı. Hatta Moğol saldırıları Semerkand ve Buhara merkezli külliyatımızı talan etmiş, kütüphanelerimizi ve ilim merkezlerimizi tahrip ederek töreli eserlerimizi de yok etmiştir.

Bugün töreyi hakîkî ve asıl mecrasından kaydıran mahfillerin de bu sayede kendilerine hareket alanı bulabildiğini biliyoruz. Bu tahribâtın yarattığı kaynak ve ilmî zemin boşluğu sayesinde hezeyanlarını ilim diye ortaya saçıyorlar. Bu kişiler, mitolojik ve etnik vehimlerine de Acem’den, Arap’tan, Çin’den hatta Batı’dan kıymeti ve kerâmeti kendinden menkul kaynaklar ile destek buluyorlar.

Oysa bu tahribata rağmen bize kalan Kutadgu Bilig, Dîvân-ü Lügâti’t-Türk, Atabetü’l-Hakâyık, Dîvân-ı Hikmet gibi eserler dahi ne olduğumuzu ve ne olmamız gerektiğini göstermesi açısından yeter de artar bile. Bu konuyla ilgili de yazılacak ve söylenecek çok şey olsa da konuyu bağlamından koparmamak adına tekrar dönelim yaşadığımız krizler meselesine.

İslâm âleminin bugün yaşadığı krizleri incelediğimizde, maksadı aynı olsa da muhtevâsı ve emâreleri itibariyle evvelkilerine pek benzemeyen bir kriz ile karşı karşıyayız.

Bu çağ, bilgi iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelere rağmen algının bilginin önüne geçtiği zamanlardır. Bugün veri veya enformasyon bir petrol gibi veya bir silah gibi görülmektedir.

Oysa bilgi törede KUTTUR! Yani hem dünya hem ahiret mutluluğunun azığıdır. İki asırdır unutturulanlardan, unuttuklarımızdan biri de buydu, belki de en önemlisi buydu.

İki asırdır, Müslüman coğrafyanın çocuklarına içinde bulundukları durumun, geri kalmışlığın, horlanmışlığın nedeni olarak inançları gösterildi. Yani içinde bulundukları menfî durumların tek suçlusunun îmanları olduğu, İslâm olduğu anlatıldı.

O da yetmedi kültür emperyalizminin vâsıtaları sinemalar ve dizi filmler eliyle inancı, töresi, geleneği, geçmişi, medeniyeti ve atası horlandı aşağılandı. Hatta okullardaki müfredatlar da bu aforizmaları destekler mahiyetteydi.

Özetle, bugün İslâm dünyasındaki krizin temel sebebi algılardır.

Nesiller boyu, bu kirli propagandaya mâruz kalan toplumun maalesef önemli bir bölümünde bu propagandadan amaçlanan maksat hâsıl olurken bir avuç şuurlu ve töreli insan ise bu propagandanın aksini iddia ederek ispâtı uğruna mücâdele etmiş, kalem kuşanmış, gerektiğinde de can baş vermiştir.

Hiçbir emeğin zâyi edilmediği ilâhi nizam içinde, rızây-ı ilâhiyi gözeten, kemiyet olarak belki düşük ama keyfiyet olarak yüksek bu kutlu mücadelenin tohumları filize durmuş ve her geçen gün dallanıp budaklanmaya başlamıştır.

Bu müspet netice ile şuurlu sayısında yaşanan artış artık mevcut sistemlerin nâkısalarını yalnız görmekle değil aynı zamanda anlatmakla da kendini vazîfeli sayanların sayısını, müktesebâtını ve mücâdelesini artırmıştır. Artırmaya da devam etmektedir.

Malcolm X’in “bütün uyuyanları uyandırmaya tek bir uyanık yeter!” sözünde anlatmaya çalıştığı hakîkatin tezâhürü bu olsa gerek…

Senelerce kendi toplumunun geri kalmışlığını inancına, geçmişine atasına, Batı toplumunun gelişmişliğini(!) ise bilimine, insanlığına, kültürüne ve dahi seküler oluşuna tahvil eden, ettirilen gençler…

Bu gençler artık İslâm âlemi ile diğerleri arasında gözlenen, kendileri aleyhindeki bu farkın kendilerine söylenenlerden, işlenenlerden başkaca sebeplere dayandığını keşfetmekte, idrak etmektedir.

Bu vâsıta ve mücâdelelerin sonunda, gençlerimiz kendisine coğrâfi keşifler olarak anlatılan seyahatlerin bir hırsızlık ve sömürgecilik gâyesi güttüğünü ve bu coğrafyalardan çalınan, sömürülen yer altı ve yer üstü kaynaklar, madenler ve emek ile gasba, hırsızlığa dayalı, harâmi bir zenginlik oluşturulduğunu anlamaktadır.

Avrupa’da yaşanan Rönesans ve Reform üzerinden Avrupa bilimi ve Avrupalılar parlatılırken, tahrif olmuş Hristiyanlık ve onun Katolik taassup suçlaması üzerinden İslâm’a ve İslâm’a mensup olanlara yapılan tahkir ve tâzirlere rağmen bin yıllık İslâm-Bilim kalesi bugün kısmen de olsa görünür olmuştur.

İslâm bilim tarihinin bu görürlüğüne önemli katkılar sağlayan Salih Zeki Bey (1864-1921), Aydın Sayılı (1913-1993), Sevim Tekeli (1924-2019), Fuat Sezgin (1924-2018), Teoman Duralı (1947-2021) gibi büyüklerimizin, hocalarımızın adını da rahmet ve hürmetle anmak gerek.

Bu isimler ve bu yelkene nefes olan adını sayamadığımız nice isimler sayesinde, İslâm ile bilim ilişkisi bugün artık gizlenemez, saklanamaz ve dahi inkâr edilemez bir noktaya gelmiş, gençlerimiz Avrupa’nın orta çağın karanlığından ancak yine İslâm bilim eserlerinin yardımı ile ve aydınlanması ile kurtulduğunu anlamıştır.

Yine kendisine parlatılarak anlatılan Fransız İhtilâlinin; üç yüzden fazla devletçik şeklindeki bölük pörçük, dükalık Avrupa’sını bugün tek bir devlet haline getirirken, kendi tek ve cihanşümul devletinin altmıştan fazla devletçik olarak parçalanmasına zemin hazırladığını öğrenmiştir.

Öğrenmekle kalmamış, bu emperyalist tasallutun bugün dahi Devlet-i Aliye sınırlarından çıkartılan bu devletlerin mevcut sınırlarını etnik ve ırkçı söylemler üzerinden daha da ufak parçalara ayırmaya çalıştığını bizâtihi kendi gözleriyle görmüştür.

Peki sadece Müslüman coğrafyanın çocukları mı bu durumu görmüş, bu taksîmatın haksızlığını fark edebilmiştir?

Hayır!

Bugün dünyanın neresinde olursa olsun, biraz vicdan, biraz izan sahibi herkes artık bu düzenin bir zulüm düzeni olduğunu görmekte ve anlamakta.

Sosyal medya platformlarında, dünyanın bir tarafında açlık ve yetersiz beslenmeye bağlı can çekişen çocuklar ile diğer tarafında mavi yolculuğa açılmış teknelerinde yatlarında sınırsız açık büfe yiyecekler ile hadsiz hudutsuz bir eğlence içindeki insanları aynı anda izlemekteyiz.

Bir tarafta Gazze şeridinde sahilde kumların içinden un ayıklamaya, bir somun ekmeklik un toplamaya çalışanlar, diğer tarafta İspanya’da festival adı altında kasa kasa domatesleri birbirlerine fırlatanlar yollara saçanlar… Ahh boynu bükük Gazze… Yitik Gırnata… Kadim Endülüs….

Batıda aşırı beslenmeye bağlı hastalıktan mustarip olan insanları, doğuda ise açlıktan ölen çocukların durumunu aynı sağlık bülteninde tartışan şahısları izlemekteyiz. Bu durum hangi temiz vicdanlının vicdanını sızlatmaz.

Onca kurum kuruluş ve müesseseler, medya kartelleri, işletme tröstleri artık bu zulmü, bu barbarlığı, bu kokuşmuşluğu saklamaya, gizlemeye yetmemektedir. Hadsiz hudutsuz eğlenceleri, şovları, akılları bulandıran afyonları, içkileri, neon ışıkları dahi bu yapılanları kamufle etmeye, örtmeye yetmemektedir.

Kapitalist sistem, varlığını devam ettirebilmek için pompaladığı tüketim çılgınlığı ile arzuları tahrik ederek fantezileri bir ihtiyaçmışçasına pazarlamaya devam etmektedir.

Arzuları semirtilmiş, iştahı kabartılmış tüketim çılgını insanlar yaratmaya devam etmekten başka yaşam şansı olmadığının da farkında.

Bu nedenle mallarını rahatça ve daha fazla satmaya devam edebilmesi için birbirine benzeyen tüketiciler ve topluluklar oluşturmaya, tek tipleşmiş bir dünya düzeni kurmaya, kurduğu bu barbarlığı ise idâme ettirmeye çırpınmaktadır. Evet çırpınmaktadır.

Bu batıl dâva elbet yok olmaya mahkumdur. Çünkü ilk insandan bugüne kadar kaim ve daim olan dâva kıyamete kadar sürücüdür.

Bu dâva; merhum üstat Sezai Karakoç’un ve tüm törelilerin amentüsüdür:

“Benim inandığım ve bağlandığım dâva, ilk insan ve ilk yol göstericinin, dünyayı dolduran inkara karşı özgür inanç gemisinin kaptanı olan Hazreti Nuh’un Ebedî Kurtuluş Sancağını uygarlıklar başkentine diken, Ateş imtihanından geçmiş ve Kurban şifasıyla azapların zehrini eritmiş Hazreti İbrahim’in, toplumu yönetecek altın kuralları sütunlar gibi ufkumuzda yükselten ve onları kıyamete kadar tarihin levhası olarak belirleyen Hazreti Musa’nın, ölüleri dirilten, ölü gönülleri diriltici soluğun sahibi Hazreti İsa’nın ve nihayet en büyük insan, en büyük yol gösterici, bütün insanlığa ışık tutucu, fiziği ve fizik ötesini aydınlatıcı son peygamber Hazreti Muhammed’in dâvasıdır.[1, s. 10]”

Kaynaklar
[1] S. Karakoç, Diriliş Neslinin Amentüsü, 55. bs. İstanbul: Diriliş Yayınları, 2017.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu