Mehlika Tuğba TürkümTöreli Yazılar

BİR KALBİNİZ VARDIR

Mehlika Tuğba Türküm

Bazı sözler vardır; yaz sineği gibi uyutmaz, hatta nereye konsa murdar eder, mide bulandırır. Bazıları ısırgan gibi dalar, bazıları da çalı dikeni gibi takıldın mı sökülür gidersin. Bazı sözler bir motif gibi ilmek ilmek dokunur içine. Bir binektir bazısı, dörtnala koşturur seni. Çiçek gibidir bazı sözler, kokusundan ayırt edilir… Yani bir sözün ne dediği kadar ne hissettirdiği de kalır akılda! Söz, havada bir sestir ama insanda iz bırakır. Bu nedenle söz ile ilgili birçok deyim ve atasözü vardır. Bunlardan biri de işkembe-i kübradan konuşanlar için söylenmiş: karnından konuşmak. Peki, sözün düşünceden değil de karından gelmesi ne anlatır bize? Burada kastedilen, akılsızca ve mesnetsiz söz söylemek değil sözün muhakemeden başka bir kaynağı olduğuna dikkat çekmektir. Neden karın? Çünkü karın bölgesi, birçok kadim inançta “hazza düşkünlük” ve “aşağı yönlü arzuları” temsil eder. Bu nedenledir ki karından gelen sözler pek ciddiye alınmaz.

Bugün, karnından konuşmayı “bilgisizlik, yalancılık ve boşboğazlık” sayıp karnından geldiği gibi yaşamayı normal kabul etmek, modern insanın en büyük çelişkisidir. Hayatın anlamını geçici ve değişken hazların peşinde arayan insan, söz konusu bilginin kaynağı olunca aklına ve insan aklının ürettiği bilgiye inanıyor. Biraz üstüne gidince de gardını alıyor; haz merkezli bir hayatı meşrulaştırmak için her davranışına “akıllıca” sebepler bularak kendini temize çekiveriyor. İlâhî kanunları yok sayıp aklı tanrılaştıran insan, kendi ölçülerine göre tartıyor kendini. Böylece arzuların avukatı, akıl mahkemesinin yetkilerine göre bir hüküm veriyor. Ahlâkın kaynağı olarak aklı kabul eden insan, ilâhî adalet karşısında öyle küstahlaşıyor ki en acımasız kâtilin bile bahanesi “adaleti sağlamak” oluveriyor!

Sözün kaynağı ne olmalı peki? Karın pek aşağı, akıl pek yukarı! İşte akıl ve karnın arasında duran bir şey var: kalp! Hani şairin “Bir kalbiniz vardır, onu tanıyınız.” dediği gibi. Nedir kalp? Kalp, duygu kanallarıyla kök salar ve akıl dallarıyla göğe uzanır. Bir ağacın gövdesi gibi, aşağıdan damar damar beslenir, yukarıda çeşit çeşit meyveler verir. Karın aşağıdır ama aynı zamanda hayâtîdir, tıpkı toprak gibi. Toprağın üstüne çıkamayan tohum çürür; fazla su alan da hiç su almayan da ölür. Akıl, baştadır ve temsili nimeti gökyüzüdür. Güneş görmeyen ağaç büyümez, çok güneş gören de kurur. Gövde, yani kalp, ancak bir ölçüye göre yetişir. O hâlde ölçülü sözün kaynağı da “yetişmiş” olgun bir kalptir. Peki, kalbin ölçüsü nedir?

Kalbin ölçüsünü bilmek için evvela kalbi tanımlamak gerek. Ne saf duygu merkezi ne de aklın zıddıdır kalp! Hatta Kur’an’ın ifadesiyle hem akleder hem de fıkheder. Kalbin bu dereceye ulaşması için evvela insanın kendini tanıması, ihtiyaçlarını ve arzularını bilmesi gerekir. Mesela yemek yemek bir ihtiyaçtır ama çok yemek bir arzudur. Sevmek bir ihtiyaçtır ama fazlası bağımlılıktır. Bu ölçüyü anlatan hoş bir nükte vardır. Geminin yüzmesi için su lâzımdır ama su, geminin içine dolarsa gemiyi batırır. Burada gemi, kalptir; su da dünya nimetleri. Dünya nimetinin kalbe dolmaması için “niyet” madenini arayıp bulmak gerekir. Arzularımız, akıl-idrak potasında eriyerek bir cevhere dönüşür. İçinde altın madeni gizleyen bir kaya adam öldürecek kadar büyüktür ama kayadan çıkarılmış bir altın değerli bir ziynet olur. Bu nedenle hemen her inanç sisteminde, kalbin arınması ve kalbin korunması için karnın ve aklın terbiyesi şarttır. Az yemek, az konuşmak, az uyumak, bilmediğini bilmek ve nefsi terbiye etmek gibi riyazet yolları ile aşağıdan gelen tazyike karşı içte bir denge ve dirayet hâli inşa edilir. Hırçın bir akıntının çer-çöpü önüne katıp sürüklemesi gibi, kalbin kıyıları aşınır, köprüleri yıkılır, bahçeleri talan olur gider. Kalbi toparlamak ise aklın görevidir. İmar olmadan inşa olmaz elbet.

Kalp terbiyesinin bir diğer veçhesi de akıl terbiyesidir; bir başka deyişle irâde terbiyesi. Aklın terbiyesi, aklına güvenmemekle başlar.  Sanılanın aksine, aklın duvarlarını aşmak, kalbin direncini kırmaktan çok daha kolaydır. Akıl, kalpten önce teslim olur. Çünkü akıl, telkin yoluyla bir sünger gibi yumuşar. Aklın tuzağı yine akıldır. “Bir şeyi tercih etme ve seçme illüzyonu” ile kendi aklının ölçüsüne göre hareket ettiğini sanar insan. Yetkin olmak, insanı güçlü ve özgür hissettirir. Hâlbuki “özgürlük masalı” ile uyutulur akıl. Bir hapishanede kendi yatağını seçme özgürlüğü kadar bir hürriyettir bu. Fikirdeki telkinin hareketteki karşılığı da alışkanlıklardır. İnsan, sürekli gördüğüne körleşir. Tekrarlanan her hareket bir makine soğukluğuyla otomatikleşir. Bu, sözde de böyledir. İnsan, duyduğu şey ile duyulur ve çoğunluğun diliyle konuşmaya başlar. Kalabalıkta bağırmadan anlaşmak ne mümkün? Hakikâtin yanına kadar gitmedikçe doğrunun sesi duyulmaz…

Kalb kelimesi “değişme, dönüşme, tersine çevirme” anlamına gelmektedir. Bu nedenledir ki kalpten gelen sözün “ham” olması mümkün değildir. Nasıl ki ekmek buğdaydan yapılır ama buğdaya benzemezse, akıl değirmeninde öğütülen söz de kalpte pişer, dönüşür ve değişir. Bazen çok pişer, kavrulur; bazen az pişer, çiğ kalır…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu