DilProf. Dr. Abdülkadir Dağlar

Tab‘ ~ Tabî‘at ~ Tıbâ‘at Kelimelerine Dâir

-Töreli İştikâk -68-

Tab‘ ~ Tabî‘at ~ Tıbâ‘at Kelimelerine Dâir

-Töreli İştikâk -68-

İştikâk, ezelî âlemlerin muvakkat tecellîlerini yeryüzünde temâşâ edebilmek ve oluş-bozuluş hattında yeryüzünden gökyüzüne iz sürebilmek için en kıymetli levâzımı tedârik eder: Kavramlar ile kelimeler arasındaki derûnî ve muntazam örüntüyü… Bu, çoğu zamân bizâtihî bu temâşâlı iz sürme eyleminin husûsî bir vechesine dâir hudûdu muayyen bir örüntü kesitini kavramaya ve anlamlandırmaya çalışmakla başlar… İşte bu küçük kesitleri bir araya getirip netîcede o yekpâre örüntüyü idrâk etme gayret ve ameliyesidir, iştikâk…

Şu bir hakîkattır ki, yeryüzündeki her mevcûdun gökyüzünde bir vücûdu vardır; binâenaleyh iştikâk da aslında, mevcûddan vücûda ve mevcûdâttan da Vücûd’a, yânî var edilmişlerden var edene yönelen bir seyr ü temâşâdır… Bu yolda aynı istikâmete doğru sayısız iştikâk mecrâsı ve eylemi vardır, olacaktır… Bunlardan birisi bu iştikâk denemesinde tanınmaya ve anlaşılmaya çalışılacak, t(â)-b(â)-(ayn) harflerinin aynı sırada bir araya gelmesiyle oluşan üçlü kökten türemiş üç kelime arasındaki kökteşlik münâsebetleri yorumlanacaktır… Hemen söylemekte yarar var; buradaki t(â), elifbânın d(âd) harfinden sonra gelen, 16. harfi, “kalın t” ünsüzüdür…

Tab‘, “-insân için- doğuştan gelen mizâc, huy, yaratılış; -kitâb ve fotoğraf için- basma, baskı” anlamlarına gelmekle birlikte, töreli san‘at ve edebiyâtta “kalb, gönül aynası” karşılığında da kullanılagelmiştir…

Tabî‘at, “insânın beş duyusuyla algılayabildiği dış âlem; insânın doğuşundan îtibâren yeryüzünde muhâtab olduğu su, toprak, havâ, âteş unsurlarından teşekkül etmiş olan mâden, bitki ve hayvânlardan oluşan dış çevre; yeryüzünün maddî yaratılış husûsiyetleri; doğa” anlamlarındadır…

Tıbâ‘at, “kitâb ve mecmû‘a gibi yazılı neşriyâtı nüshalar hâlinde basma işi” demektir…

Bu üç kelimeden müştereken türeyen matba‘a kelimesi ise, her birini alâkadâr eden bir ism-i mekândır ki lugavî olarak “tab‘ yeri, tıbâ‘at yeri; baskı yeri” anlamındadır… Yeri gelmişken söylemeli: Esâsında tab‘ da tabî‘at da birer matba‘a mesâbesindedir, aynalarında yansıyan varlıkları kendilerine hâs malzemelerle basan birer matba‘a…

Yine, tabî‘î kelimesini de bu meyânda anmak gerekir, “tab‘a ve tabî‘ata âit; aslî mizâcının ve yaratılışının husûsiyetlerini koruyan” anlamında…

Birbirleriyle lafzen akrabâ olmaları haysiyetiyle iştikâka mevzû olan bu üç kelime arasında ne gibi mânâ alâkaları tesbît edilebilir; deneyip görmek yerinde olur:

Tab‘, insân tabî‘atıdır; daha özelde ise san‘atkâr tabî‘atıdır… Tab‘, tabî‘atın beşerî-insânî bir aynasıdır… Tab‘, insândaki tabî‘attır, yânî insâna basılmış tabî‘attır… Tab‘, insânın kalbinde yâhut gönül aynasında ta‘ayyün eden mânevî hakîkatları, maddî san‘at malzemeleri üzerine -âdetâ kâlıb basar gibi- basmaktır… Tab‘, tıbâ‘attır; mânevî -metafizik- âlemlerde mazmûn hâlde yazılı olan şeyleri tabî‘ata, tabî‘atta mündemiç sesleri, yazıları, çizgileri ve resimleri de insânın kalbine basmaktır… Tab‘, tabî‘î özleri söze, tab‘î sözleri de yazıya aktarmaktır…

Tabî‘at, yeryüzünün tab‘ıdır… Tabî‘at, sayısız tab‘ın bir arada bulunma ve her birinin, kendisinden ve birbirinden pay alma imkânına sâhip olduğu sonsuz yansımalar sâhasıdır… Tabî‘at, gökyüzündeki misâl âleminin sâbit kâlıblarının yeryüzüne tab‘ edilip basılmış hâlidir… Tabî‘at, tabî‘î tıbâ‘atın mahallidir; sonsuz tecellî nüshaları tabî‘atta kisve-yi tab‘a bürünür…

Tıbâ‘at, tab‘ı ve tabî‘atı tab‘ etmek, kitâbî safhaya geçirmektir… Tıbâ‘at, önce tabî‘atta ve sonrasında da tab‘da neşv ü nemâ bulan özlerin sözlü tecellîlerinin basılarak yazı zemînlerine, sahîfelere aktarılmasıdır… Tıbâ‘at, matba‘adaki en tabî‘î eylemdir…

Gökyüzü Kitâbından Yeryüzü Kitâbına…

Denilebilir ki, tabî‘at, gökyüzündeki Ümmü’l-Kitâb’ın, yânî kâinât ve mükevvenât kitâbının anası sayılan Levh-i Mahfûz’un yeryüzündeki tecellîsi ve tezâhürüdür… Bir başka söyleyişle, tabî‘at, -kudemânın ifâdesiyle- nüsha-yı kübrâ sayılan ana kitâbın nüsha-yı suğrâsı, yânî küçük nüshasıdır…

Bir matba‘a olarak tabî‘at, Levh-i Mahfûz’daki hakîkatları ve bilgileri ayrı ayrı sayısız kitâb ve sayısız nüsha hâlinde tab‘ edip basan âdetâ bir tıbâ‘athânedir… Kezâ tabî‘atı, -teşbîhte hatâ olmaz- üzerindeki sûretlerin, resimlerin, görüntülerin hakîkî şekillerinin -aslî formlarının- tab‘ edildiği bir fotoğraf stüdyosu saymak da mümkündür…

Öte taraftan, tab‘ da, dikey zamânın yatay tabî‘attaki tezâhürlerinin ânlık resimlerini çeken ve hattâ biriktiren, bir fotoğrafçı gibidir… Bu resimlerin hakîkatlarını tab‘ edip basarak yeryüzünün duyular dünyâsına sunan da yine bizâtihî tab‘ın kendisidir…

Tabî‘î Âyetler Kalb Levhasında…

Bu kelimelerden iştikâk yoluyla türeyen bir kelime var ki sâdece insâna mahsûs bir eylemi işâret eder: İntıbâ‘… Umûmî mânâda temâşâ ve izleme eylemlerinin bir netîcesi olan intıbâ‘, Türkçe’ye “izlenim” şeklinde aktarılmıştır…

İntıbâ‘, tabî‘atın insân tab‘ına, yânî kalbe veyâ gönle yansımasından ibârettir… Tabî‘atı temâşâ eden insânın tab‘ı, tabî‘attan resimler, manzaralar çeker ki işte buna intıbâ‘ denir… Bu bakımdan intıbâ‘, insân tab‘ının en mühim eylemi sayılır; zîrâ insân, tabî‘atın yanında bütün yönleriyle beşeriyeti ve cemiyeti de temâşâ eder, tab‘ı vâsıtasıyla onlara dâir de çok çeşitli intıbâ‘lar edinir…

Âlem yâhut evren, bünyesinden sûre sûre, âyet âyet Kur’ân-ı Kerîm’i de doğuran bir “ana kitâb” olarak nitelenen Levh-i Mahfûz’un, kevnî-tabî‘î âyetler hâlinde istinsâh edilmiş bir nüshası mesâbesindedir… İşte intıbâ‘, aynı zamânda bu kevnî-tabî‘î mushafın insân kalbindeki yâhut tab‘ındaki ferdî ve şahsî nüshasının istinsâhı sayılır…

Bir San‘at Aynası Olarak Tab‘…

Töreli san‘at nazariyâtında, san‘atkâr rûhuna, hissiyâtına ve kâbiliyetine sâhip insânın kalbi veyâ gönlü de tab‘ kelimesiyle ifâde edilmektedir… Bilhassa Dîvân Şiiri geleneğinde bir ayna olarak tasavvur edilen tab‘ için “mazmûn aynası” da denilebilir…

Bâkî, övdüğü kişinin -memdûhunun- tab‘ını, saltanatın câna cân katan güzelliğinin aynası, yine göğsünü -gönlünü- de âlemi gösteren saltanat aynası olarak nitelemektedir:

Tab‘ı mir’ât-ı cemâl-i cân-fezâ-yı saltanat

Sînesi âyîne-yi ‘âlem-nümâ-yı saltanat

[Tab‘ı saltanatın cân artıran güzelliğinin aynasıdır; göğsü de saltanatın âlemi gösteren aynasıdır…]

Beyitte, “ayna” vasfıyla nitelenen tab‘ – sîne ikilisinin, “gönül” anlamını karşılayacak şekilde bir arada kullanılması da dikkat çekicidir…

Tab‘ aynası madde mertebesinde tabî‘atı, -dolaylı olarak- mânâ mertebesinde ise tabî‘at aynasında tecellî ve tezâhür eden Levh-i Mahfûz’u yansıtmaktadır… Meselâ, Nef‘î’ye göre tab‘, âdetâ şiirlerin aslî ve hakîkî hâllerinin -yânî mazmûnların- saklı tutulduğu bir şiir Levh-i Mahfûz’u vasfını kazanmalıdır:

Levh-i Mahfûz-ı suhandur dil-i pâk-i Nef‘î

Tab‘-ı yârân gibi dükkânçe-yi sahhâf degül

[Nef‘î’nin tertemiz gönlü -tab‘ı-, şiir Levh-i Mahfûz’udur; dostların tab‘ları -gönülleri- gibi küçük sahhâf dükkânı değildir… ]

Gelibolulu Âlî ise, tab‘ın, şâirdeki ilhâm mahalli olduğuna işâret etmektedir… Ona göre nükteler, mânâlar ve mazmûnlar sihirli ve mûcizevî sözler söyleyebilen şâirin tab‘ına ilhâm edilmektedir… Böyle bir şâirin en bâriz alâmeti ise, tâze, yepyeni, -yâni orijinal- sözler söylemesidir:

Benem ol şâ‘ir-i nev-güfte-yi sihr ü i‘câz

Tab‘uma nükte vü mazmûn u ma‘ânî mülhem

[Sihir ve i‘câzın yepyeni -orijinal- sözlü şâiri benim; nükte, mazmûn ve mânâlar tab‘ıma ilhâm edilir…]

Ezcümle denilebilir ki, tab‘, töreli san‘atkârın maddî ve mânevî âlemden edindiği intıbâ‘ların -henüz san‘at eserine dönüşmeden önce- şekil ve sûret kazandığı ibdâ‘ ve ihtirâ‘ aynası, tasavvur merkezidir…

Hâsıl-ı merâm…

Tabî‘atta her şey birbirine ayna tutmaktadır; tab‘lar da birbirini görme ve kendilerini birbirine gösterme azm ü hevesindedirler… Her bir göstermenin bir tab‘, bir basma ve hattâ bir tıbâ‘at işi sayılabileceği artık âşikârdır… Farkında ve şuûrunda olsun yâhut olmasın, insânoğlu tab‘ını tabî‘atta nereye döndürürse döndürsün Allâh’ın yüzünün muhâtabı hâline gelecektir… Zîrâ, öyle buyuruyor, Allâh: “Fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh. (Nereye dönerseniz, Allâh’ın yüzü oradadır.)” (Bakara / 115)…

Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu