Aygül Yıldırım UzunTöreli Yazılar

Gülüşlerinden Vurdular

Ah… Bilsem ki şu bedenim gözü yaşlı garip çocukların gülümsemesi için kurban edilmeli, bir salise dahi düşünmezdim; alın canımı, verin çocukları(mı).

Şimdi ne yazsam acaba, anlatabilecek miyim; yüreğime hapsolmuş barajlar patlatan önünde durulmaz hislerimi?

Dur desem, dur, yapma! Onlar daha çocuk, bırak oynasın, zıplasın. Susadığın kan ise al, kurut damarlarımı, bırakma hiç; akmasın, kalmasın bir damla dahi. Yeter ki, yeter ki ağlamasın, hiç ölmesin günahsız bir sabi dahi.

Dün telefonlarımıza bir son dakika gelişmesi düştü haber sitelerinden. Çocuk ya, on bir yaşında bir çocuğu, gürültü yaptığı için tüfekle öldüren canavarın, kendisini “Ben onu Suriyeli sanmıştım.” diyerek adeta temize çıkaracağını düşündüğü pişkince savunmasını okuduk. Bu gözler, bu kulaklar nelere şahitlik ediyor böyle? “Sen Suriyelisin, Iraklısın, Filistinlisin ve ölmeyi hak ediyorsun.” Hani Siyonist domuzların askerleri de kendimize öldürmek için küçük çocuk ve bebek arıyoruz diye söylüyordu ya, işte bu kafanın, bu kör olası zihniyetin de o domuzlardan bir farkı var mı? Yok… Zerre miskal farklı değiller; aynı yalağın suyundan içmişler.

Biliyorum, bunlar, bu sıfatsız nasipsizler sayıca çok değiller. Ama son yıllarda o kadar çok seslerini yükselttiler ki biz sanıyoruz halkın büyük çoğunluğu da böyle düşünüyor. Yok, öyle değil. İnanın bana, kaç yıldır sahadayım ve Bolu’da da mazluma el uzatanlar o kadar fazla ki tahmin dahi edemezsiniz… Onlar isimsiz ve görünmezlik pelerinli iyilik savaşçısı olan güzel yürekler. Ama  bazen söyleyemiyor, gösteremiyorlar. Hem olumsuz tepkilerden çekiniyor hem de yaptıkları çok da duyulsun istemiyorlar. Ancak kötülerin ve zalimlerin bu kadar görünür olduğu; zulmün ve şiddetin adeta pornografisinin tüm dünyada canlı canlı izlendiği bu çağda, artık iyilikler ve iyiler daha bilinir olmalı.

Şehrimizde Gazze’de başlayan vahşete tepkimizi göstermek için birçok yürüyüş düzenlendi. Ancak bu yürüyüşler esnasında yanımızdan geçerken laf atanlar, ağız burun kıvırarak, yüzlerini ekşiterek kararmış gözlerle bakanlar da oluyordu. Dua ediliyor ya, dua; el açmaya dahi tenezzül edip “âmin” diyemeyenler vardı. Zaten katılanlara bakınca da hep aynı simalarla karşılaşıyorduk. Bu, demek değil ki sayıca biz ve bizim gibi düşünenler az; aksine biz daha fazlayız. Ancak düşünceyi aksiyona geçirmek, meydana cesurca çıkmak noktasında problem yaşıyoruz. Neden bu özgüvene sahip değiliz? Neden “Ayranım ekşimesin.” tavrını daha çok sahipleniyoruz? Ve neden bir karıncadan ibret alamıyoruz?

Evet, buradan haykırıyorum: Iraklı yetim de benim, Suriyeli sümüklü sabi de benim, Doğu Türkistan’ın gözyaşlarıyla büyüyen çocuğu da benim, o kara kuru çingene kızı da, kara kaşlı kürt de benim. Rim… Ah, Rim! Zeytin gözlü, dedesinin ruhunun ruhu, kıvırcık saçlarını yüreğimize dolayıp, düğümleyen Filistinli küçük şehit Rim. Sen ise hepimizin evladı, hepimizin torunu oldun.

Ve ben, bir tane dahi mazlum çocuğun yüzünde tebessüme vesile olacaksam, bunun için elimden, dilimden, bedenimden ne geliyorsa, şu yüreğimdeki aşkımla çabalamaya devam edeceğim. Her daim, her alanda dilim döndükçe haykıracak ve yazabildiğim kadar, yüreğimle kalemim nakşedecek tüm beyaz sayfalara.

Dilerim ki Yüce Rabbim’ den, bu çocuklar sizden, benden, hepimizden razı olsunlar. Varınca huzur-u mahşere, şikâyet ettiklerinden olmayalım. Âmin.

 

 

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu