
Bu hafta sonu Mustafa Süs hocamız dersimizin sonunda bizlere yapmamız için bir ödev verdi. “Deneme yazısı nedir?” başlıklı bir deneme yazmamızı istedi.
Aslında derse gelmeden önce bir ödev daha vermişti. Ama ben o ödevi gördüğümde… Büyük temizlik sebebiyle evim almış başını gidiyordu. Ertesi gün de, yıllar sonra yeniden hala olmanın heyecanıyla, ödevi pek önemsemedim. Bu bir itiraf da sayılır aslında. Ama elimde, bir gece vakti uykumdan uyanıp karanlıkta yazdığım bir karalama vardı. Onu ödev niyetine hocama sundum. Aslına bakarsanız, kendimce ukalalık ettim biraz. Hadi bu da yeni bir itiraf olsun: “Zaten sitede yazıyorum, herhalde benden istemez,” kibrine düştüm. Tövbeler olsun. Allah affetsin.
Artık lafı daha fazla uzatmadan size, benim için “deneme yazısı nediri” biraz anlatmaya çalışayım, parmaklarım yazdığı kadar. Zira defter kalem yok, telefonumun not defterine yazıyorum. Elbette ara sıra karaladığım defterlerim de oluyor. Ah, işte o dağınıklık huyum yine geliyor — mevzuyu anında dağıtma hâli… Nerede kalmıştık? Ha, deneme yazısı ne demekti?
Kendi düşüncelerimi yazıya dökmeden önce, hele bir durun da Google emiceye sorayım, o ne diyor, bir bakayım.
Sordum da geldim: Deneme, yazarın belli bir konuya ilişkin kişisel duygu ve düşüncelerini anlattığı metinlere denirmiş. Google’ın engin bilgilerinden faydalandıysak, sıra benim gevezeliğimi okumaya geldi.
Hadi Bismillah. Buyurun bakalım Aygül’ün diyeceklerini okumaya…
Benim için yazmak ne demek? Neden yazıyorum? Kimin için yazıyorum?
Bu sorulara verecek tek bir cevabım var: Kendim için. Ve benim gibi düşünenler için.
Yazı yazmanın bana iyi geldiğini ilk kez ortaokul yıllarımda, kompozisyon ödevlerini yaparken fark etmiştim.
Yazmaktan zevk almamın yanı sıra, üstüne bir de aldığım yüksek notlar eklenince, işin gün sonu hasılatı da harika oluyordu tabii. Ama zaman içinde… Büyüdükçe, yaşa(ma)dıkça… Hayat merdivenlerini düşe kalka çıkarken, yazmak benim için bir ihtiyaç hâline dönüştü.
Kimi zaman, aslında çoğu zaman, en yakın dostum defterim ve kalemimdi. Onlar benim derttaşım, sırdaşım, yoldaşım oldu. Neden mi? Herhalde bunu en iyi, yazmayı alışkanlık hâline getirenler anlayacaktır.
Ve şimdi zihnimde, Sait Faik Abasıyanık’ın o meşhur sözü yankılanıyor: “Yazmasaydım çıldıracaktım.”
Bazı insanlar duygularını konuşarak, ağlayarak, bağırarak, kahkahalar atarak, göz yaşı dökerek, kavga ederek ve hatta vuruşarak dışa yansıtır. Ama bazıları… Sessiz sedasız, içindekileri sadece yazıya dökerek kendini beyaz sayfalarda kaleminden akan kelimeleriyle ifade ederler. Ya kırmaktan, ya üzmekten ya da anlaşılmamaktan korktuğu içindir bu içine çekilme hali.
Şayet o büyük yazarlar, okuduğumuz kitaplarını yazmasaydı, kendi hislerini kaleme almasaydı…
Biz, bizim gibi düşünenlerin var olduğunu nereden bilecek, birbirimizden nasıl haberdar olacaktık?
Aynı acıları yaşamış insanların da olduğunu görmek, “Yalnız değilmişim,” duygusunu tatmak…
Belki de yazarken de, okurken de en çok aradığımız şey buydu.
Yazıma devam ederken şunu da belirtmek istiyorum: Yazılarımın Töreli Fikir sitesinde yayınlanıyor olması, benim yazar olduğum anlamına gelmez. Benim yazılarıma; ister sohbet, ister anı, ister deneme deyin — nasıl görmek isterseniz. Ama Gazze’de yaşanan zulmü anlattığım “Şehit Melekler” yazımda da, çocukluğumun geçtiği Erenköy’ün sokaklarında yıllar sonra yeniden yürürken yazdığım “Çocukluğumla Vedalaştım”da da, ve yılların birikimi olan gözlem ve sohbetlerimin tesiriyle “Artık Kendimizi Sevme Vakti” derken de…Asıl derdim hep aynıydı: Bu duygulara, bu yaralara ortak olanların iç sesinin tercümanı olabilmek.
Ve bazen öyle dönüşler aldı ki yazdıklarım…
Sevinç ve hüznün birbirine karıştığı, duygularımın allak bullak olduğu o anlar…Yazımı okumuş, beğenmiş diye sevinsem mi; yoksa yazdıklarımı gözyaşlarıyla okuduklarını söyleyenlere üzülsem mi, bilemediğim his karmaşası…
Yüzümdeyse belirsiz ifadelerle kalakaldığım o anlar.
Ve bazen cevap olarak sadece şöyle söyleyebildim: “Ben de yazarken ağlamıştım. Onun yansımasıyla tesiri olmuş demek ki...”
Geçenlerde bir tanıdık,
“Aygül, sen hep yaz. Biz de hep okuyalım,” dedi.
Yazmak, bana da, okuyanlara da iyi geldikçe; Ben de Rabbimin rızasına uygun sözler söylemeyi ve bir yüreğe bile ‘İşte, ben de yazsam böyle yazardım’ dedirtebilmeyi; bitmeyen hevesim ve sönmeyen heyecanımla sürdüreceğim, inşallah.
Zaten hayat dediğin şey de denemelerle dolu değil mi?
Sana “Yapma, etme, sakın deneme,” deseler bile…
Sen yine dene.
Yine dene.
Ta ki olana, oldurana dek…
Yılma.
Gör bak, işte bana da dene“ME” dediler ama denedim.
Ve sen de şimdi bu satırları okudun.