İstanbul, hem güzel ülkemizin hem de dünyanın göz bebeği gibidir. Bir o kadar kıymetli, bir o kadar da narindir nazarımızda. Sakınılır ve üzerine titrenir. Üsküdar ise birçok ilçesi içerisinde farklı dokusuyla insanı her an şaşırtır. İç içe girmiş binaların arasında mahsur halde, eski mezarların, yatırların ve türbelerin olduğu bir sokakta yürürken, tarihi arşınlar insan adım adım. Yanınızdan yürüyerek geçen günümüz kıyafetleri içerisindeki insanları ve motor kuryelerini görmesek, dalıp gidecek tarihi arşınlayacağız adım adım.
Yeni yerler görmeyi ve yürüyüş yaparken insanları gözlemlemeyi kendimce keşifler olarak değerlendiririm. Hatta ara sokaklar, dik bayırlar, bitmek bilmeyen basamakların olduğu nadir sokaklar hep ilgimi çekmiştir. Hayaller kurarım, eskinin yaşanmışlığın olduğu hanelerin bulunduğu yolları merak ve heyecan dolu bakışlarımla adımlarken.
Yine böyle yeni keşifler niyetli çıktığım bugünkü yürüyüşümde, sıkıntılı bir telefon görüşmesi yaparken kafamı sağıma çevirdiğimde Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri türbesi yazan tabelaya ilişti gözüm. Gözlerim parladı bir anda. Aslında bu ziyareti yapmayı bir süredir arzuluyordum. Bu benim için güzel bir tevafuk olmuştu. Nedeni ise daha evvel birkaç defa yürüdüğüm bu yol güzergahında türbeyi nasıl olur da fark etmemiştim. Evet işte, tam da karşımda tabelası var ve ben bunu şimdiye kadar görememiştim. Galiba vakit, saat bugüneymiş. Beni o mu çağırmıştı yoksa derdimin dermanı onda idi de o sebepten mi karşıma bugün çıkmıştı? Allahu Alem.
Telefon görüşmemi kısa kesip adımlarımı hızlandırıp yukarıya doğru yürümeye başladım. Karşıma çıkan bahçe kapısı gibi olan siyah demir kapı kilitli olunca korktum; yoksa giremeyecek miyim diye. Arkamdan gelen genç bir kız kilitli mi yoksa girilmiyor mu diye sorunca bilmiyorum ki ben de ilk defa geliyorum diyerek ileriye doğru yürümeye devam ettim. Önüme çıkan bir tabelada “Aziz Mahmud Hüdâyî (1541-1628) küçük yaşlardan itibaren zahiri ve batıni alanlarda ilim tahsil etti. Edirne, Şam, Mısır’da ilim tahsillerini ilerletti. Üsküdar’da bir dergah inşa ettirdi. Tekke edebiyatına damga vuracak ölçüde birçok eser kaleme aldı. Vefatının ardından Üsküdar’daki dergahının haziresine bitişik olan türbesine defnedildi.” yazıyordu. Bu bilgilendirici tabela içeriye girmeden önce insanları karşılıyordu. Sol tarafta bulunan çeşmelerden su içen ve şişelerini dolduranları fark ettim. Biraz da meraklı gözlerle onlara bakarken, karşıma çıkan basamaklara yönelerek adım adım önümde beliren türbeye yaklaşıyordum. Sanırım sıcağın yoğun hissedildiği öğle saatleri olmasından sebeple aşırı bir kalabalık yoktu. Ayakkabılarımı çıkarıp mübareğin baş ucunda duamı çok uzatmadan bitirip çıkış kapısına doğru yöneldim. Uzun süre dar bir alanı işgal ederek ziyarete gelecek diğer insanların hakkına girmemek en iyisi olacaktı.
Türbenin çevresinde Üsküdar’daki diğer tarihi camilerde olduğu gibi çok sayıda mezarlar da mevcuttu. Avlu kısmına yöneldiğimde, erkekler ve kadınlar için namaz kılma kısımları sağlı sollu iki ayrı küçük cami olarak inşa edilmişti. Hanımlar kısmından giriş yaparken merdivenlerde bekleyen, gelenlere bir şeyler söyleyen kadını fark ettim. Pek kulak veremedim, açıkçası o an da gözlerim yapıyı incelemeye odaklanmıştı. Merdivenleri çıkıp ayakkabılarımı dolaba yerleştirdikten sonra içeride sol tarafta sofa gibi küçük bir alanda bir hoca hanım etrafındaki birkaç genç kızla sohbet ediyordu. Sanırım ders anlatıyordu. Benim o anki derdim bir an evvel huzura durmaktı. Vakit namazını kılmış olsam da kılacak başka namazlar da vardı. Yeni yerler görmeyi sevdiğim gibi, farklı camileri görüp oralarda imkân dahilinde vakit geçirmeyi de seviyorum. Sanırım bunun sebebi, hepsinde ayrı bir ruh hissediyor olmam. Nerede, ne zaman okudum veya birisi mi söylemişti onu tam hatırlayamıyorum ama bulunduğum mescitte o anda orada olanlar için dua etmeyi ihmal etmemeye çalışıyorum. Allah’ım, şu an burada Sana el açmış kullarının Senden her ne arzuları var ise onları en güzel, en hayırlı şekilde, kolaylıkla, tez vakitte nasip eyle, niyazında bulunuyorum. Kim bilir, belki onlardan birisi de böyle dua ediyordur. Kimin duasının makbul olduğunu hiç bilemeyiz. Bir duvar dibine sığınarak kırdım dizlerimi; şimdi az biraz dünyadan, dünyalıklardan izole olmak vakti. O hâlim ne kadar vakit sürdü kestiremedim. Galiba artık kalkmalıyım diyerek çıkış kapısına doğru yöneldim. Elimde ayakkabılarım içeriye girerken gördüğüm o hanım bu sefer yanı başımda idi. Yardım istiyormuş meğer, türbeye girerken kocaman tabelada dilencilere yardım etmeyin yazısı zihnimde belirdi hemen. Ve ikilemde kalarak vermeli miyim yoksa uyarıyı dikkate alıp duymazdan ve görmezden mi gelmeliydim? Saniyelik, belki de daha kısa süren karar verme aşaması. Ve kararımı verip oradan ayrıldım.
Çıkarken kalabalığın daha da arttığını fark ettim. İnsanlar baya yoğun şekilde gelmeye başlamıştı. Aman bir şey kaçırmayayım diye kafam oraya buraya dönerken gözlerim de detayları yakalamaya çalışıyor; keşfin ve huzurun her anını doyasıya yaşamak istiyordum. Böyle zamanlarda kendimi meraklı afacan çocuklar gibi hissetmişimdir. Bu tip tarihi mekânlar bana eskilerin ne kadar zevkli insanlar olduğunu düşündürmüştür. Bu ince detaylar, sabrın ve zevkin sanatla vücut bulduğu, yıllara meydan okuyan mimari yapıların seyri de insana hayranlığın yanında içten içe tatlı bir huzurda üflüyor. Ve onların hemen dibinde mantar gibi biten çirkin apartmanların yanında nasıl da haşmetle durduğunu görmek hem hüzün hem de içten içe gurur veriyor. Sağlı sollu yine heybetli mezar taşlarının, selvi ağaçlarının altında gölgelendiği arka kapıya çıkış merdivenlerini çıkarken orada meftun olanlar hakkındaki bilgileri okuyarak ruhlarına ve kabirlerine hediyelerini yolladım avuçlarımdan. Parke taşlı dar bir yol ve fotoğraf çekilen insanlar karşıladı beni. Sağımda, beyaz renkli, yaşanmışlık kokan harika bir konak, onun hemen karşı tarafında ise soğuk görünümlü, estetikten uzak apartmanlar. Şimdi iki yol ağzındayım, aşağıya, soluma doğru mu yoksa sağıma yoksa yukarıya doğru mu yürüsem derken dikkatimi bir bina ve önündeki insanlar çekti. Merakımın peşinden sol tarafa adımlarım yönelmişti bile. Hiçbir detay kaçırmak istemeyen bakışlarımı yüklendim ve ağır ağır ilerleyerek hedefime kitlendim. Gördüğüm kadarıyla eski bir yapıyı andıran taşların üzerine kurulmuş gibi duran, devasa camların dış cephe ve çatısında kullanıldığı yeni ve eskinin harmanlandığı dikkat çekici bir yapıydı bu. Binanın önünde yabancı uyruklu gençleri ve etrafını sardıkları, onlardan yaşça büyük hocaları olması kuvvetle muhtemel olan küçük bir kalabalığa dikkat kesildim. Karşı kaldırımdan turist edasıyla hem onları hem çevreyi gözlerimle taramaya devam ederken bir yandan da acaba hangi ülkelerden buralara gelmişlerdir diye kafamda uçuşan senaryoları yakalıyordum. Çekik gözlüsü, siyah tenlisi, başı örtülüsü, açığı, şalvarlı ve feslisi derken kendi ülkelerine özgü rengarenk kıyafetleriyle dolanan gençlerden oluşan bir güzellik vardı karşımda. Ne kadar bereketli topraklarda yaşıyoruz; dünyanın bambaşka ülkelerinden eğitim için kalkıp gelmiş bu gençler; İstanbul’u öylesine rastgele seçmemişlerdir.
Yoluma, keşfime devam ederken ikindi ezanı okunmaya başladı. Hadi bakalım, geriye dönüş yap Aygül. Vakit namazını, seferi de olsan, Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretlerinin huzurunda kılma nasibini almadan ayrılma buradan diyerek geriye doğru dönüş yaptım. Baktım, benimle birlikte sokak boyunca az önce gördüğüm gençler de hızlı adımlarla camiye doğru gidiyorlar. Yüzümde yine istemsizce beliren o tebessüm geldi kuruldu. Türbeye girerken tenha bulduğum alanda şimdi güzel bir yoğunluk vardı. Cemaat iyice kalabalıklaşmıştı ve omuz omuza durarak saflar dolu şekilde ikindi namazını eda ettik. Acelesi olanlar, çocuklular ve yaşlılar rahatça çıksın, mekânda az daha durayım diye düşünerek ağırdan alıp ayrıldım oradan.
Yine az evvel dikildiğim o yolun ortasındayım. Ya geldiğim yolun kalan kısmını da görmek için sol taraftan yürümeye devam edeceğim ya da sağıma dönerek sıfırdan başlayacağım. Karar vermemi kolaylaştıran bir güzellik beni kendine çekti. Pembe sarmaşıkların sardığı tarihi binanın cazibesine kapılan ayaklarım sağ cepheye doğru yönelmişti artık. Merakım ve heyecanım kol kola girmiş, içimde bir oraya bir buraya sekiyor. Acaba şimdi beni nasıl bir keşif bekliyordu?
Aygül Yıldırım Uzun