Aslına bakarsanız Gazze’yi konuşmaya ve gündemde tutmaya devam etmemiz gerektiğini yazmak dahi üzücü. Hele ki dünyanın pek çok ülkesinde tepkilerin gün geçtikçe daha da arttığına şahitlik ederken! Bizim din kardeşlerimizin sesi olmak noktasında çok daha fazla emek ve vakit harcamamız gerekmez miydi?. Zira bizler hesap gününün olduğuna inananlarız.
Az önce önüme bir video düştü. Açtım ve sonuna kadar izledim. Gazzeli bir genç, gözleri yaşlı bir şekilde son durumlarını anlatıyor ve yalvarıyordu. Sesimizi duyurun ve herkesle paylaşın; bu son konuşmam olabilir diyordu. Konuşmasının öncesinde ise akıllı füzenin sivil bir aracı yol boyunca takip edişini ve sürücünün nasıl bir gayretle, hızla kaçmaya çalıştığını gösteriyordu. Evet, elimde telefonum ve ben bunu gördüm. Gözlerim yarın mahşerde buna şahitlik edecek.
Ben Müslümanım, Allah’ın kuluyum ya, hani yatsı namazını geciktiren, yıkadığı çamaşırını katlamayı, ütü yapmayı önceleyen ben… Hangi yüzle cennet için dua edeceğim? Kalktım oturduğum koltuktan ve o geciktirdiğim namazımı kılmak için abdest almaya geçtim. Musluğumdan akan suyla, sabahleyin güzelce temizlediğim banyomda aldım abdestimi. Yeni astığım mis gibi, yumuşacık havluma ellerimi ve yüzümü kuruladım. Ve aynada kendimi gördüm. “Aygül, sen az evvel ağlıyordun, ne oldu şimdi iki dakikaya daldın yine dünyaya? Hayırdır, yatmadan önce cildin kuruyor diye Hindistan cevizi yağı mı sürüyorsun?” dedim kendi kendime. Sen busun işte! Aynadaki suratıma bakıp halimden utanarak boyun büktüm zayıflığıma.
Vardım seccadeye, durdum huzura, niyet ettim yatsının sünnetine. “Ben senin huzuruna varıyorum Ya Rabbim ama ne yüzüm ne de söyleyecek sözüm var.” Çok günahkârım. Gazze’de din kardeşlerim kıyılırken, ben keyfimden kıyım yapamıyorum. Bak, namazımı bile geciktiriyorum. Şimdi huzurundayım ama hıçkırıklarla okuyorum dualarımı. Gözümün önünde izlediklerim beliriyor, kalbim göğüs kafesinden firara yelteniyor. Boğazımdaki düğümler çözülmüş, gözümden yaşlar akın akın hücuma kalkmış. Ne mümkün mahcubiyetimin tarifi. Yarın mahşerde huzurunda nasıl hesap vereceğim? Din kardeşlerim tüm dünyanın gözleri önünde katledilirken, bana da soracaksın: “Gördün, dinledin, hepsinden haberdar idin. Ne yaptın?” diyeceksin. Yüzüm olmayacak ki, utancımdan başımı kaldıramayacağım. Gözyaşlarımla kıldığım bu namazım şahitlik eder mi bana bilmem! Ama nasıl arzu ettim orada olup o çocuklara, mazlumlara siper olabilmeyi. Bu dünyaya dalmış bedenim hiç değilse o işe yarardı belki.
Hıçkırıklarımı Kur’an okuyarak sakinleşir diye hatmimi okumak için kaldığım sayfamı açtım. Of Allah’ım, bu nasıl bir ibretlik an! İsrailoğullarını anlatan satırları okumak. Bir tokat daha yedim, bu nasıl bir tevafuk böyle Aygül! Allah’ım bana daha nasıl gösterebilirdin ki; silkelenip kendime gelmem gerektiğini? Bu şefkat tokadı bile aklımı, başımı ve yüreğimi Senin yoluna koymam için uyarının en güzel hali. Hamdolsun.
Hâlâ yüreğim mengenede gibi, boğazımdaki düğümlerle cebelleşiyor ve iç çeke çeke yazmaya çabalıyorum. Korkuyorum şayet bu hislerimi buraya yazmazsam yine dalarım hülyalı dünyaya diye. Dudaklarımı ısırıyor, dişlerimi sıkıyorum. Elimden yazmak geliyor sadece diye hayıflanıyorum. Utanıyorum Rabbim, hem de çok. Şehadete eren çocukların yüzleri geliyor aklıma ve annelerin sana el açarak yaptıkları o duaları. Onlar bu dünyayı yaşayamadan gittiler. Bizler, zevk-i sefa içinde hayatı geçirirken sadece üzülüyoruz onlar için. Oysa ki ne mutlu onlara, cennette aldılar yerlerini; en güzel köşklerinde. Bizler burada yeni moda giysileri, en güzel yemekleri ve son trendleri takip edip sahiplenme sevdasındayız. Bizim derdimiz yok mu hiç? Olmaz mı? Mesela Fenerbahçe’ye kim başkan olacak, kırk yaşımda emekli olabilecek miyim, arabayı değiştirme vakti de geldi, yarın düğünde ne giyeceğim, konser var nasıl gitsem, bulaşık makinesi Fairy olmadan doğru düzgün yıkamıyor, çamaşırlar da hep lekeli çıkıyor makineden… Gâvur işte, her şeyinde en iyisini de onlar yapıyor. Bu boykot ne zaman bitecek, çok uzamadı mı? Aman, bir tek benim yapmamla değişecek ve soykırım bitecek değil ya! Sanki ben o malum markaların kahvesini içmesem, hamburgerini yemesem, kıyafetlerini almasam ne olacak ki? Zulümden vaz mı geçecekler? Yo, yine devam edecek. Bak kaç aydır, bir geri adım attı mı? Atmadı yani olmuyormuş demek ki, etki etmiyor onlara. Diye diye çıkar yol bulmaya çalışan Müslüman din kardeşlerinden yardım bekleyen ey Gazzeliler beklemeyin; aradığınız o ümmet yok! Ulaşılamıyor, kapsama alanı dışındalar, çekmiyor. Kâğıt üzerinde yedi milyarız amma, bir avuç Siyonist domuza dur diyecek ne yürek ne de iman var bizde.
Ölürken de sessiz olun, velveleye vermeyin her tarafı. Sizin yüzünüzden telefondan bile keyif alamıyoruz artık. Tam zevkle bir şeyler izleyip eğlenirken, videolarınız düşüyor önümüze, İzleyip de etkileniriz belki, vicdana geliriz diye de kaydırıveriyoruz hemen ekranı. Sağ el şehadet parmağımız en çokta o işe yarıyor artık.
Ve akıl veriyor, tavsiyelerde bulunuyor uzmanlar: böyle görüntüleri çok fazla izlemeyin, haberlere bakmayın, etkisinde kalır ve ruh sağlığınız bozulur diye. Kalalım, kalalım da çıkamayalım. Bari bunu yapalım. Madem elimizden hiçbir şey gelmiyor, ancak dua ediyoruz diyoruz ya, o dualarımızı belki ağlayarak ederiz de vicdanımız az biraz rahatlar. Ne kadar rahatlarsa artık. Kelâmım da yetmiyor, yazamıyorum. Ne kulluğuma, ne ibadetime, ne de hayr hasenatıma güveniyorum. Garanti değil, olamaz da. Ancak öyle zor bir zamana denk geldi ki ömrümüz, imtihanımız sadece kulluk vazifelerimiz değil!
Yaptıklarımızdan çok yapmadıklarımızdan sorulacak sanırım. Boykotu yeteri kadar yapmadık, sosyal medyada çokça duyurmadık, birbirimize anlatmadık, dualarımızda unuttuk, büyük kalabalıklar olup sesimizi haykırmadık. Zira hep daha mühim işlerimiz vardı. Hem şimdi en havalı boy boy fotoğraflarımızı paylaşıp, beğeni rekoru kırmak varken; kim bakar Gazze’de olan biteni anlatan videolara? Milletin iki parmağıyla büyüterek inceleyebilecekleri yüz ve endamların sergilendiği artistik pozların daha fazla ilgi çekip beğenildiği ve yorumlarda iltifatlara mazhar olunan sosyal medyayı, Gazze’nin sesini duyurmak için kullanamıyoruz. Sürekli önümüze düşse de telefon ekranını yukarıya kaydırarak, haberleri, yazıları okumayarak ve dahi paylaşamayarak adeta görmezden gelmeye çabalıyoruz. Maalesef bu bizim normalimiz olmuş gibi. Zalimin zulmü de, mazlumun çığlıkları da sıradan olmaya başlıyor sanki. Bunu asla normalleştiremeyiz!
Velhasıl, Gazze zafere erişip çocuklar yine gülüp oynamaya başlayana kadar, evet yine Gazze diyeceğiz. Kısık sesler bir gün birleşince gürleşecek. Ve zafer sonrası Kudüs’te Ayasofya’da şükür secdeleri edilecek. Zafer elbette inananların olacak. Âmennâ ve saddaknâ…
Aygül Yıldırım Uzun