Aygül Yıldırım UzunTöreli Yazılar

Gönlüm Çiçeklendi

Yeni bir yıla girerken herkesin kendine göre bir beklentisi olabiliyor. Kiminin hayali bir eş, evlat, ev, sağlık, başarı, huzur, para ve biraz da dünya barışı sanırım. Telaşlanmayın, yine öldürülen masum insanlardan bahsetmeyeceğim. Biliyorum, pek hoşunuza gitmiyor ve yazıyı okumak istemeyebiliyor kimileri.

Bu sefer size umuttan bahsetmeye çalışacağım.

Geçtiğimiz pazar günü Gülezler Konağı’ndaki son dersimizde yaşadığımı, daha doğrusu minik bir çiçeği, anlatacağım. Eğitimin son haftası ve kapanış programımız vardı pazar günü. İlk saatlerin belge takdimi ve kitap söyleşisine ayrılmasından sonra, öğle yemeği için dışarıya çıkmıştım. Güzel yürekli ve yarına dair ümidimizi diri tutan gençlerimizden bir öğrenci kızımızla yemek ve hoş sohbetle geçen uzun dakikaların ardından vedalaşarak ayrıldım.

Gülezler Konağı’nın hemen yan tarafında bulunan, küçük ama sıcacık bir havası olan Karaçayır Camii’nde ikindi vakti çıkmadan namazımı eda edip öyle derse geçmek istedim. Camiye girişte botlarımı raflara bırakırken,  bir hanım kardeşimizin de içeride olduğunu, başka bir kadın ayakkabısı görünce birazda sevinçle girdim. Yukarıya çıkan dar merdivenleri aheste ama aceleci bir edayla ve “Kim var ki?” diye merakla çıktım. Baktım, bizim öğrenci kızlarımızdan biriymiş meğer. Yanına safa durdum.

Tabii, o benden evvel kılarak yanımdan ayrıldı; derse geç kalmıştı, tıpkı benim gibi. Selam ve dua sonrası, bu defa biraz da geç kalmanın tatlı telaşıyla indim o daracık merdivenleri. Çıkışta, elimi botlarımı almak için rafa uzattığımda, “Bu botlar benim mi?” diye biraz afalladım. Baktım, benimdi. Evet, benimdi ama çiçeklenmişti.

Bu… Bu nasıl olmuştu ki! Elime aldım, inceledim. Bir botuma, bir de etrafıma bakıyordum. Acaba bu çiçek buraya nasıl gelip de kelebek gibi konmuştu? Şaşkınlığım ve masumane bir sevincin tebessümü vardı şimdi yüzümde. Öylece bir süre o minik turuncu güzelliği izledim. O minicik çiçek, yüreğimde devasa bir bahçeye dönüşmüştü sanki.

Gözlerim ışıldadı; daha yarım saat öncesi buğuluydu. Gelip küme yaptığı göz kapaklarımdan, puf diye kayboldular şimdi o gözyaşı bulutları. Turuncu renkli, minik bir çiçekti oysa ki. Şu koca dünyada ne kadar cürmü vardı? Varmış. Hem de hiç kıymet verilmeyecek, yerde görse üstüne basıp geçecekti insanlar, o ise gelip benim botuma ya kondu ya da hassas kalpli, ince düşünceli birisi benim için onu kondurmuştu.

Böylesi detaylar, hafife alınamayacak kadar önemli benim için. Hani denir ya, “Bakmak ve görmek aynı değildir,” diye. O çiçeğin manasına ermek, gönül gözüyle hissedebilmekti aslında kıymetli olan.

Velhasıl kelam, botuma konan turuncu kelebeğim, gönlümde boynunu eğmiş, küsmüş tüm çiçeklerimin bahçesini şen kıldı. Belki bu yazımı, o cüssesi minik ama manası büyük güzelliği bırakan kişi de okur, kim bilir.

Bu yazıyı kaleme aldığım dakikalar, yılın ilk gününün ilk dakikaları ve üç ayların başlangıcı, umarım herkesin gönlünü çiçeklendirecek güzelliklere ereceği bir sene olur.

 

 

 

 

19

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu