
Geçtiğimiz gün izlediğim bir videoda, gözlerinde yaşlarla, pejmürde hâliyle bir adamcağız, hiç tanımadığı bir adama dert yanıyordu. Sesi titreyerek sorduğu o kısa sorular kulaklarımda yankılandı:
“Ne oldu bize? Ne oldu? Eskiden böyle değildi… Şimdi ne oldu?”
Aslında dümdüz, hiçbir edebi söylemi olmayan, basit ama düşündürücü, kısa kısa sorulardı.
Hakikaten, ne olmuştu bize?
Bu kadar hızla gelişen dünyada, hayatımızı kolaylaştıran onca imkâna sahipken ne vaktimiz bize yetiyor ne de ruhumuz huzur buluyor.
Evet, günlük hayatımızın vazgeçilmezi hâline gelen birçok teknolojik alet, işlerimizi daha kısa sürede halletmemizi sağlasa da kimi zaman yirmi dört saat bile yetmiyor.
Gün içerisinde türlü ruh hâllerine bürünüyor, bir duygudan diğerine hızla savrulabiliyoruz. Az önce gözlerimiz buğulanmışken anlık bir değişimle gülebiliyoruz. İşlerin yoğunluğundan, vaktin azlığından şikâyet etsek de illa ki telefonlarımıza bakıyoruz. Gelen mesajlar, e-postalar, son dakika gelişmeleri, sosyal medya bildirimleri… Ya bir sebebe dayanarak ya da “Azıcık kafam dağılsın.” bahanesiyle sarılıyoruz telefonlarımıza.
Kollarımıza sığdıramadıklarımızı parmaklarımızla avuçluyor, sarılamadıklarımıza ekranlardan dokunuyoruz.
“Kafam dağılsın, biraz güleyim.” diyerek açtığımız ekranlar, bize anlık duygu değişimleri yaşatıyor. Komik bulduğumuz bir videoya gülerken ekranda beliren bir son dakika haberiyle irkiliyor, bir anda hüzne kapılıyoruz. Ama bu hâlimiz de uzun sürmüyor. Tam hüzne dalmışken, sanki hissetmişçesine, bir arkadaşımızın “Kanka, bak, aynı biz!” diyerek gönderdiği videoyu izleyince yine de gülebiliyoruz.
Bu anlık duygu değişimleri size nasıl hissettiriyor? Sizce de bu çok yorucu ve haliyle de yıpratıcı bir durum değil mi?
Eskiler “Gülmekle ağlamak kardeştir.” demiş. Doğru bir söz olduğunu pek çoğumuz yaşayarak tecrübe etmişizdir. Herkesin gözlerinin dolduğu, başının göğsüne düştüğü, kiminin ise şakır şakır ağladığı bir ortamda, olmadık bir anda gelişen komik bir olayla gerilen sinirlerin boşalması ve herkesin kahkahaya boğulması gibi bir hâli gün içerisinde anlık duygu değişimleriyle bolca yaşayabiliyoruz.
İnsanların hislerinin bu denli hızla değişmesi bence biraz yorucu. Eskiden bir haber bizi günlerce etkisi altında bırakırken haliyle sindirebilmemiz de uzun vakit alabiliyordu. Şimdilerde ise bir videoya gülerken birkaç saniye içinde hüzne kapılabiliyoruz. Duygularımız yüzeyselleşiyor ve önceden olduğu gibi tesir etmiyor sanki.
Artık bu hız çağında biraz yavaşlamaya çalışmalı, anı yaşayıp sindirmeyi öğrenmeliyiz. Dijital dünya okyanusunda vurgun yemişçesine kaskatı olmamalı, buna razı olup dibe çekilmemeliyiz.
En önemlisi de elimizden mana kayıp gitti ve ne zaman geri geleceğini de kestiremiyoruz.
Yürekten hissedebilmeyi, içten gülebilmeyi, samimi üzülmeyi ve içtenlikle bağ kurabilmeyi önemsemeliyiz. Bize yeniden bizi hatırlatacak, özümüze dönmemizi sağlayacak, gerçek insan ve kul olma bilincini kazandıracak sebepleri çok geç olmadan oluşturmamız gerekiyor.