
İki senedir dünya, canlı yayınlarla bir soykırıma şahitlik ediyor.
Günün yirmi dört saatine yayılan zulmün görüntüleri, evlerimizin televizyon ekranlarında dönüp duruyor. Bizse kanalı değiştirerek kaçmaya çalışıyoruz. Sonra elimize telefonumuzu alıp “az uzaklaşayım, kafam dağılsın” diyerek ekran kaydırıyoruz ama yine aynı görüntüler… Kaçış yok! Tıpkı mahşerde huzura vardığımızda hesap vermekten kaçışın olmayacağı gibi. Hepimiz şahitlik ediyoruz.
Mesele o kadar büyük ki artık ilk günlerdeki gibi derinden hissedememenin azabı, vicdanlarımızın kapı arkasına saklanıyor. Ölenler sadece şehadet mertebesine eren mazlumlar değil. Onlar göçüp giderken, bizden de bir şeyler alıp götürüyorlar.
Anneler evlatsız, sabiler anasız kalıyor. Sağ kalanlar, yaşadığına üzülüyor.
“Cennette yemek var” diye ölmeyi arulayan küçücük bedenlerin gözyaşları bile artık eskisi kadar tesir etmiyor. Sürekli olarak bu görüntülere maruz kalmak mı sıradanlaştırdı, yoksa gerçekten de vicdanımızın kırıntılarını da mı süpürdüler, bilemiyorum.
Tüm katliamlarını dünyaya izleten bu soyu kuruyasıca ırkın daha ne yapması lazım? Bu ulaşılmaz kibrin artık ne haddi kaldı, ne de hududu…
Amerika denen ülkenin sarı çiyanı kalkıp ukalaca “Gazze’ye en çok yardımı yapan biziz” diyebiliyor. Sanki atılan bombaların müsebbibi kendileri değilmiş gibi. Şeytan bakışlı, kokuşmuş yüzlü, meymenetsiz; Gazzelileri insan olarak görmediğini arsızca söyleyebiliyor. Belki klişe gelecek ama acı gerçek şu: Bir buçuk milyarlık İslam coğrafyası, birkaç milyonluk azgın bir ırkı tükürüğüyle boğmaktan aciz.
Avrupa’da pek çok ülkede yapılan protesto gösterilerinde gayrimüslimlerin haykırışlarını görmek, vicdan sahibi olmanın inandığın dinle değil, hakiki insan olmakla alakalı olduğunu düşündürüyor bizlere. Sonra önümüze bir görüntü daha düşüyor, yine izliyoruz. Bir sokak röportajında, Müslüman olduğu düşünülen bir zat, uzatılan mikrofona gerine gerine “Banane Filistinliden, onlar da topraklarını satmasaydı” diyebiliyor. Karanlık kuyularda kalan kibrinin, kendi ırkına kutsiyet atfederek vicdanını akça pakça ettiğini sanan bu numuneyi izlerken zihnimizde Çanakkale’de “Gazze” yazan mezar taşı beliriyor bir anda. Utanıyoruz…
Bir başka haber… Gazzeli bir genç, sürekli yer değiştirerek yaşamını sürdürmeye çalışırken yolda rastladığı zayıflamış bir köpeğe sahip çıkıyor, onunla yoldaş oluyor. Köpeğiyle yaşadıklarını internete koyduğunda dünyanın dört bir yanından insanlar köpeğin ne yiyip içtiğini, nasıl bir ortamda yaşadığını soruyor. Ve ne acıdır ki kimse o gence “Sen nasılsın, halin nedir?” diye sormuyor. Şimdi bu köpeğe telaşla sahip çıkanlara ne diyeceğiz?
“Elimden bir şey gelmiyor, ne yapabilirim? İzlemeye de dayanamıyorum, psikolojim bozuluyor.” Bahanelerimiz aslında bir kaçış mı, yoksa bir reddediş mi, karar veremiyorum.
Abdest alırken boşa akan suya bakarken, soframızda üç dört çeşit yemek varken “köfte niye yok” diye surat asarken, güvenle yatağımıza girip mışıl mışıl uyurken… Hiç mi canlanmıyor gözümüzde o çocukların ağlayışları? Alıştık… Maalesef çok fena alıştık.
Gözyaşlarımız mı kurudu? Yüreğimiz mi taşlaştı?
“Ben ne yapabilirim?” diye soruyoruz kendimize. Boykot, boykot dedik… Peki, nereye kadar? Savaş bitmedi, bitmiyor. Bizse o markalardan mahrum yaşamayı ne kadar sürdürebildik? “Yeter bu kadar” deyip kahveden, hamburgerden, kremden, elbiseden vazgeçmeye ne kadar dayanabildik? Ardına sığındığımız klasik bahane yine aynı: “Aman, bir tek benim yapmamla ne değişecek ki? Herkes alıyor, ediyor.” Ve işte, o kutsal mazeretimizin ardında nizami sıraya girdik.
Evet, doğru… Tek başımıza dünyayı değiştirmeye gücümüz yetmeyebilir. Ama herkes kendinden mesulken, insan olana yapacağı belliyken; ruhsuz, hissiz robotlara dönüşmekten beri olmakla mükellefiz. Mazlumların gözyaşına kayıtsız kalmamak, zalimin zulmünü normalleştirmemek elimizde. Asıl soru şu: Biz hangi tarafta olacağız ve olduğumuz safta neler yapacağız?
Elbet biliyoruz, zulüm baki kalmayacak. Tarih boyunca nice azgın kavimler helak olurken, nice mazlumlar dirildi. O sebepten inancımız hep taze kalacak. Ümidimiz, sabrımız ve duamız, yarınların özgür Gazzeli çocukları ve tüm mazlumları için olacak.
Ey Rabbim, bize yeniden uyanış nasip et. Vicdanlarımızı mühürlenmiş, katılaşmış; sızım sızım sızlamaktan aciz kalplerden eyleme. Gözlerimizi yaşlardan ırak, kurak bırakma. Mazlumlara rahmetini, zalimlere gazabını eriştir. Ve bildiğimiz tek hakikat: Senin kapından başka gidecek kapımız yok…
Ya Kahhâr…
İsminin kudretiyle bu lanetli kavmi kahru perişan etmen için yakarıyoruz Yüce Rabbim! Ne yüzümüz kaldı, ne de gücümüz… Ama biliyoruz ki yegane sığınağımız Sensin. Dualarımızla da olsa yardımına muhtaç bu mazlumların kurtuluşuna bizleri memur eyle. Bu aziz milleti yeniden İslam’ın sancaktarı eyle.