DilProf. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

Mülk ~ Melik ~ Melek Kelimelerine Dâir

-Töreli İştikâk - 69-

Mülk ~ Melik ~ Melek Kelimelerine Dâir

-Töreli İştikâk – 69-

Dil, görünen ve görünmeyen yanlarıyla, duyulan ve duyulmayan yönleriyle bir memleket, bir ülkedir… Dil ile üretilen edebiyât da öyledir: edebî metinlerin ses ve kelime dünyâsından, mânâ ve mazmûn âleminden söz ederken de kasdedilen şey budur…

Muhibbî Sultân Süleymân -Kânûnî-,

Bu Muhibbî olmasa ger mâlik-i mülk-i suhan

Ânî gelmezdi dilinden böyle bir rengîn gazel

beytinde kendisini suhan mülkünün mâliki, yânî söz ve şiir ülkesinin sâhibi -sultânı- olarak nitelerken, Hayâlî Beg de şu beytinde kendisini nazm mülkünün, yânî şiir ülkesinin tükenmez hazînelerine mâlik -sâhip- bir şâh olarak tavsîf etmektedir:

Mülk-i nazmun kenz-i lâ-yefnâya mâlik şâhıyam

Leşkerümdür şâ‘irân-ı evvelîn ü âhirîn

Demek ki töreli edebiyâtın şâirleri, söz ve şiiri bir ülke olarak tasavvur etmekteydiler… Elhakk öyledir de…

Hattâ, dahası var… Şiir mülkündeki hâlis şâirlerin sâf gönüllerine, gaybî melekût âleminden mazmûnları, yânî şiir cevherlerini ilhâm yoluyla indirenler de bizzât meleklerdir…

Kelimeler maddî mülk âleminin değişken dil unsurları, kavramlar da mânevî melekût âleminin keşfedilmeyi bekleyen sâbit mânâ unsurlarıdır… Melekût âleminden düşerek mülk âleminin kelimelerine giren kavramlar, ancak kelimelerde duyulur ve görülür hâle gelir… Dolayısıyla, mülk âleminden başlayarak melekût âlemine doğru kelimelerin izini sürme ameliyesi kişiyi iştikâk ilmine ulaştırır…

Mülk, melek, melekût, mâlik kelimeleri ve kavramları etrâfında teşekkül eden böyle mânîdâr bir girişin ardından, bu kelimeler ve kavramlar arasında bulunan iştikâk alâkasını değerlendirip yorumlamanın sırası geldiği âşikârdır…

Mülk, “bir sınır çerçevesinde yerleşilen yurt, vatan, toprak; ülke; âlem; evren, kâinât” anlamlarına gelmektedir; aynı masdardan memleket ve milket kelimeleri de aynı yâhut yakın anlamlarda kullanılagelmiştir… Ayrıca, mülk kelimesinde “mutlak saltanat, hükümrânlık, iktidâr” anlamları da mündemiçtir… Mülkün cem‘/çoğul hâli emlâk -mülkler- kelimesidir…

Mülk kelimesinin, “âlem” anlamı dâiresinde, âlem-i gayb ile âlem-i şehâdeti, yânî görünür ve görünmez âlemlerin tamâmını ifâde etmek için de kullanıldığı görülmektedir… Buna mukâbil, memleket kelimesi ise, daha çok, “insânların âlem-i şehâdette, yânî görünenler âleminde âidiyet ve mensûbiyet hissettikleri yurt, ülke, şehir yâhut belde” anlamında kullanılmaktadır…

Melik, “mülkün sultânı, ülkenin hükümdârı; iktidâr sâhibi” demektir… Melik, husûsî olarak da “görünür ve görünmez bütün mülklerin hâkimiyetini ve bütün âlemlerin mülkiyetini, mekânları ve zamânı elinde tutan tek mâlik, yegâne sultân, mutlak iktidâr sâhibi; el-Melik” anlamında, Allâh’ın Esmâ’ü’l-Hüsnâ’sından bir isimdir… Melikin cem‘/çoğul hâli ise mülûk -melikler- kelimesidir…

Melek, “yeme, içme, uyuma, üreme gibi insânî fiillere ihtiyaç duymayan, sâdece Allâh’ın emrinde çalışan, gayb âleminin nûrdan yaratılmış, cinsiyetsiz, latîf varlıkları” şeklinde tanımlanabilir… Melekin cem‘/çoğul hâli melâ’ik -melekler- kelimesidir…

Yazının siyâk u sibâkında kullanılmaları hasebiyle, bu kelimelerle müştakk yânî kökteş şu birkaç kelime ve mefhûmdan da bahsetmek yerinde olacaktır:

Mâlik, ism-i fâ‘il sîgasında, “mülkü olan, mülk sâhibi; sâhip” anlamlarındadır…

Memlûk, ism-i mef‘ûl sîgasındadır; zamân içinde “sâhip olunan kul, köle, karavaş, hizmetkâr” anlamında husûsîleşmiş olmakla birlikte, umûmiyetle mülk kelimesi karşılığında kullanılan “özel ve tüzel olarak sâhip ve mâlik olunan toprak, arsa, arâzî ya da taşınmazlar; emlâk” de esâsında memlûk sınıfındadır…

el-Mâlikü’l-mülk, “mülkün tek ve mutlak sâhibi” anlamında, Allâh’ın Esmâ’ü’l-Hüsnâ’dan bir ismidir ki, mülk kelimesiyle kasdedilen hem mülk-i şehâdetin -görünürler âlemi- ve hem de mülk-i gaybın -görünmezler âlemi- mutlak ve yegâne mâliki, sâhibi demektir…

Melekût, “melekî âlem, melekler âlemi; göklerdeki mutlak saltanat, gayb âlemindeki hakîkî iktidâr, hükümrânlık; töre” gibi anlamları karşılamak üzere kullanılmaktadır… Tasavvuf nazariyâtındaki âlemler tasnîfine göre, âlem-i lâhûtun altındaki âlem-i ceberût ile en alttaki âlem-i nâsût arasında yer alan âlem-i melekût, göklerin, yerin ve bütün âlemlerin idâresiyle vazîfeli meleklerin husûsî âlemi sayılmaktadır; yânî, âlem-i melekûtta işleri sâdece Allâh’ın emir, irâde ve saltanatına itâat olan meleklerin hükümrânlığından bahsedilebilir ancak… Ezcümle denilebilir ki, melekût âlemi, meleklerin memleketidir…

Artık, söz konusu kelimeleri birbirleriyle tanımlayarak âit oldukları kavramları bir diğeriyle anlamaya ve anlatmaya çalışmanın sırası gelmiş olsa gerek… Bakalım, neler sâdır olacak:

Mülk, melikin iktidârı ve hükümrânlığı altındaki milletin yurdudur… Mülk, melikin mâliki olduğu memlekettir… Mülk, mutlak mülkiyeti el-Melik’in elinde bulunan bütün âlemlerdir… Mülk, el-Melik’in meleklere emânet ettiği memleket, iş ve işleyişinden meleklerin mes’ûl olduğu mevcûdât âlemi, evrendir… Mülk, Arz’dan Arş’a kadar meleklerle dopdolu olan ve meleklerin koruyup kolladığı mekânlar cümlesidir…

Melik, mülkün ve memleketin mâliki, o mülkte yaşayan milletin hâkimi olan sultândır… Melik, meleklerin şehâdet âlemindeki -yeryüzü mülkündeki- beşerî mümessilidir… Melik, el-Melik’in melekî vasıflarla ve güçlü melekelerle donanmış kuludur, el-Melik’ten aldığı mülk ve memleket emânetini sonraki melik(ler)e devretmekle mükelleftir…

el-Melik, mülkün ve meleklerin mutlak mâlikidir, el-Mâlikü’l-mülk’tür… el-Melik, mülk-i gaybın, mülk-i şehâdetin, mülk-i melekûtun, meleklerin ve meliklerin yegâne meliki, hâkimidir; mülkler, el-Melik’in emlâkidir; melekler ve melikler ise el-Melik’in memlûkleri, kullarıdır…

Melek, mülkün ve melekût âleminin latîf melik ordusunda müstahdem olan meliktir… Melek, el-Melik ve el-Mâlikü’l-mülk’ün, mülk-i gaybda, mülk-i şehâdette ve mülk-i melekûtta hizmetle me’mûr ve muvazzaf memlûküdür… Melekler, yeryüzündeki meliklerin yardımcılarıdır…

Melek ordusu, el-Melik’in gökyüzü ve yeryüzü mülklerini tutan memlûkleri, askerleridir; nitekim, “Ve lillâhi cunûdu’s-semâvâti ve’l-arz ve kâne’llâhu ‘Azîzen Hakîmâ. (Göklerin ve yerin orduları Allâh’ındır; Allâh, mutlak güç ve üstünlük ve mutlak hikmet ve hüküm sâhibidir.)” (Fetih / 7) âyetinde yer alan “gök orduları”ndan murâd-ı İlâhî’nin melekler olduğunu söylemek mümkündür…

El-Mulku Lillâh…

Tebâreke’llezî bi-yedihi’l-mulku ve huve ‘alâ-kulli şey’in kadîr. (Mutlak hükümrânlığı elinde tutan Allâh, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter.)” âyetiyle başlayan Mülk Sûresi’ni ehemmiyetle çok okumayı öğütleyen ve töreli telakkîleri hayâtın her safhasında görünür kılarak insânlara mütemâdiyen hâtırlatmayı şiâr edinmiş olan hikmet medeniyetimiz, iç mekânların duvarlarına asılan hüsn-i hatt levhalarıyla veyâhut binâların dış cephelerine yerleştirilmiş mermer kitâbelerle mülkün mutlak mânâda Allâh’a âit olduğunu telkîn eder: El-mulku lillâh: mülk Allâh’ındır…

Öte yandan, bu ifâdedeki mülk kelimesinin, “mutlak saltanat, hükümrânlık, iktidâr” anlamlarını da ihtivâ ettiğini hâtırlamak gerekir… Nitekim, mahşer gününden bahseden “… Li-meni’l-mulku’l-yevm lillâhi’l-Vâhidi’l-Kahhâr. (… Bugün hükümrânlık kimindir? Vâhid ve Kahhâr olan Allâh’ındır.)” (Mü’min / 16) âyetinden de anlaşılmaktadır ki, bütün mülkün mâliki kudreti her şeyin üstünde olan, tek Allâh’tır; O, saltanatın da mutlak mâliki ve melikidir… Bununla berâber, “Mâliki yevmi’d-dîn. (-O- Dîn gününün sâhibidir.)” (Fâtiha / 4) âyetindeki “Mâlik” kelimesinin de bâzı kırâat usûllerinde “Melik” şeklinde telaffuz edilerek okunmasının, mahşer gününün mutlak saltanatının Rabbülâlemîn, Rahmân ve Rahîm olan Allâh’a âit olduğunu beyân ettiği söylenebilir…

“Yevm” kelimesine yapılan bu vurgulardan, sâdece tüm mekânların değil, esâsında tüm zamânların da mâliki ve Melik’inin Allâh olduğu işâretini almak mümkündür… Yânî, zamân da Allâh’ın bir mülküdür; zamâna hükmeden yegâne melik ise Allâh’tır…

Melekûtu Temâşâ…

Melekût mefhûmunu ihtivâ eden “Ve kezâlike nurî İbrâhîme melekûte’s-semâvâti ve’l-arzi ve li-yekûne mine’l-mûkınîn. (İşte böylece, İbrâhîm’e, yakînen bilerek kesin inananlardan olması için göklerin ve yerin töresini -saltanatlı nizâmını- gösteriyorduk.)” (En‘âm / 75) âyeti de işâret etmektedir ki, gökyüzüne bakmayan yeryüzünü göremez ve anlayamaz… Zîrâ bu, bir temâşâ kânûnudur…

Töreli bilge Aliya İzzetbegoviç de, âdetâ bu melekût âyetinden ilhâm alarak “Gökyüzünün talebesi olmayan, yeryüzünün muallimi olamaz.” derken, hakîkat mülkünden şöyle bir hikmete işâret ediyordu:

Yeryüzünün gölgeler ve mecâzlar dünyâsı, gökyüzünün hakîkatlar âleminin bir aynası mesâbesindedir; zîrâ, âlem-i misâl tâbîr edilen, hakîkî nümûneler -yâhut gerçek örnekler, prototipler- âlemi de âlem-i melekûta dâhildir… Âlem-i melekûttan nûr almayan bilge, âlem-i nâsûta ışık olamaz, ışık tutamaz… Melekûtun meleklerinden beslenmeyen kimse, nâsûtun insânlarını besleyemez…

Dîn ü Devlet Mülk ü Millet…

Resmî ve idârî mânâda büyük Osmânlı ülkesini asırlarca ayakta tutmuş olan dört ana sütundur: “dîn”, “devlet”, “mülk”, “millet”… Daha önceki Türk devletlerinde ülkelerin ayakta durup yürümesini te’mîn eden “il” ve “töre” mefhûmları, Osmânlı’da bu dörtlü yapıya doğru gelişme göstermiştir… Denilebilir ki, il mefhûmu gelişerek “mülk ü millet”le, töre mefhûmu da gelişerek “dîn ü devlet”le temsîl edilir olmuştur…

Bu mes’elelere yönelen töreli nazariyâta göre, mülk zemîninde yaşayan millete, dîn de devlet de âlem-i melekûttan indirilir; zîrâ, şerîat ve kut, melekût âleminin ahkâmını yeryüzünde tecellî ettiren töreli milleti nizâm altında tutmak üzere gökler âleminden bahşedilir… Kut, mülkün melikine melekûttan verilir…

Temellükten Melekeye…

Mülk kelimesinden türemiş olan temellük, “bir şeyi mülk edinmek, kendi mülkü hâline getirmek; bir şeyin mâliki hâline gelmek” demektir… Meleke ise, “tabîî, vehbî yâhut kesbî bir mâhiyette insânda bulunan veyâhut meydâna gelen, hızlı ve doğru eylemde bulunabilme kâbiliyeti” anlamına gelmektedir…

Bir ilmin -yâhut bir bilginin- kâmil mânâda temellük edilebilmesi, o ilmin nazarî sâhadan amelî sâhaya intikâl etmesi ve amelî sâhada yaygın olarak kullanılabilir hâle gelmesiyle mümkündür… Bir ilim -yâhut bir bilgi-, ancak temellük edildiği takdîrde meleke hâline gelebilir, yânî melekeleşebilir…

Hulâsa…

Bütün mülkler esâsında melekût âleminden idâre edilir… Meleksiz mülk yoktur; el-Melik’in meleklerini mülkün dışına sürüp çıkarmaya çalışan bir millet, nûrânî letâfetini kaybeder… Melekût âleminden kutla te’yîd edilmeyen kişi melik olamaz; melekî melekelerini besleyemeyen kişiler ise melik olma vasıflarını koruyamazlar… Vesselâm…

Artık, bu iştikâkî tefekkürü de her şeyin mutlak doğrusunu en iyi bilen Allâh’a havâle ederek hüsn-i hâtimeye kavuşturma vaktidir:

Allâhu a‘lem bissavâb…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu