Doç. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

AYAĞA TÜRÂB OLMAK

İnsân topraktan yaratılmıştır ve bundan ötürü de şuûraltında taşıdığı “toprağa dönüş” ya da “yeniden toprak oluş” arzusunu zaman zaman edebî lisânıyla âşikâr etmektedir…

AYAĞA TÜRÂB OLMAK

“Ayağının türâbı olurum”, “ayağına türâb olayım” şekillerinde Türk’ün dilinde dolaşan meselin –töredeyimin– hakîkat alanının üzerini bir mübhemlik ve muğlaklık tabakası sarmış vaziyettedir…

Mesel, daha çok Alevî-Bektâşî geleneğinin edeb dilinde “ayağının altına, yoluna serilmek”, “ayağına bulaşan toz olmak” anlamında tevâzu ve alçak gönüllülük bildiren bir töredeyim olarak kullanılagelmiştir… Meselin son dönemde bu anlamıyla halkın lisânına yayılması ise mahviyet timsâli Garîb Neşet Ertaş sâyesindedir; o, kalabalık halk topluluklarının huzûrunda bu töredeyimi gâyet yalın ve tabî bir üslûpla kullanırdı…

Töreli Türk şâirlerinin toprak olma niyazlarını ihtivâ eden kimi beyitler etrâfında daha evvel yazmış olduğumuz bir yazıda (Şair Âşığın Toprakla Hâlleşmesi), şâirlerin bir ân önce ölüp de toprak olmayı isteme niyetleri üzerine yorumlar yapmış idik; bu meselin de bir bakıma bu bağlamda değerlendirilebileceğini ifâde etmek gerekir…

Türâb, “toprak, çamur” demektir, “mezâr” anlamındaki türbe kelimesi ile de kökteştir… Kimi zaman “toz” anlamında da kullanılmaktadır…

Ayak ise, “canlılarda yürüme ve bedeni yukarı doğru dikip kaldırma uzvu” ve “topraktan mâmül çanak, tas” anlamına  gelmekle birlikte, Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde yer yer “içki kadehi” (< Ayağ ) anlamında kullanıldığı da görülmektedir…

“Ayağa türâb olmak” meseli, hem geniş zaman haber kipinde ve hem de dilek inşâ kipinde, hem ikinci tekil/çoğul şahsa hitâben ve hem de üçüncü tekil/çoğul sahsı kasden “-senin– ayağının türâbı olurum”, “-sizin– ayağınızın türâbı olurum”, “-onun– ayağının türâbı olurum”, “-onların– ayaklarının türâbı olurum”; “-senin– ayağının türâbı olayım”, “-sizin– ayağınızın türâbı olayım”, “-onun– ayağının türâbı olayım”, “-onların– ayaklarının türâbı olayım” şekillerinde kullanılagelmiştir… Kezâ “ayak” kelimesinin, “ayaklar” şeklinde çoğul hâlde kullanıldığı da görülmektedir…

Pekâlâ, meselin yukarıdaki mânâlarının arkasındaki murâd tabakasında hangi edebî niyetler bulunabilir, bir bakalım:

  1. Senin uğruna öleyim, yoluna toprak olayım, toprağımın üzerinde yürü, gezin; bu yolla, ben de senin ayağını öpmüş olayım…
  2. Öldüğümde türbemi –türâbımı, toprağımı, mezârımı– ziyâret eyle, baş ucumda dur; ben de senin ayağının altını öpmüş olayım…
[Bu töredeyimin ölmek ve toprağa karışmakla yorumlanabilmesi, türâb kelimesinin türbe kelimesiyle kökteşliği sebebiyle olsa gerektir…]
  1. Senin su içtiğin çanak tasın ya da şarâb, şurûb, şerbet içtiğin kadehin toprağı, çamuru olayım da o tasla ya da kadehle su ve sâire meşrûbât içerken hem sen beni öpmüş ol, hem de ben senin dudaklarından öpmüş olayım…

Her töresözde –yânî töreli her sözde– olduğu gibi, her meselin de bir mânâ tabakası ve onun yanında murâd ve mazmûn tabakaları bulunmaktadır… Şiirler gibi meselleri de “Ne demek istiyor?” sorusuna muhâtap kıldığımızda onları töreli söz evreninin birer şifâhî edebî mahsûlü saymış oluruz ki onların hakîkat alanları ancak böylece billûrlaşarak âşikâr hâle gelebilir…

Âdemoğlunun toprak olmayı istemesinin en acı misâli ise, Nebe’ Sûresi’nin son âyetinde verilmektedir ki cehennemlik kâfirlerin âhıret hayâtındaki hâlini temsîl etmektedir:

İnnâ enzernâkum ‘azâben karîben yevme yenzuru’l-mer’u mâ kaddemet yedâhu ve yekûlu’l-kâfiru yâ leytenî kuntu turâbâ (Muhakkak biz sizi, kişinin önceden elleriyle yapmış olduklarına bakacağı ve kâfirin de ‘Keşke toprak olaydım..!’ diyeceği günde gerçekleşecek olan yakın bir azâba karşı uyardık…” (Nebe/40)

Esâsında bu âyet, bir kâfir için “ba’su ba‘de’l-mevt”in –öldükten sonra yeniden dirilmenin– mâhiyetine ışık tutmakta; kâfirin, cezânın hakka’l-yakîn tahakkuku esnâsında, “keşke -insân olarak yeniden diriltilmeseydim de- toprak olarak kalsaydım” şeklindeki hayıflanmasını dile getirmektedir…

Bu âyetin töreli edebî dâirede en güzel ve en edebî bir üslûpla yorumlanışıyla ilgili rivâyet ise şöyledir ki Dîvân Şiiri’nin şifâhî bağlamının kuvvet ve kudretine de ayna tutmaktadır:

Fâtih Sultân Muhammed Hân at üstünde maiyyetiyle seyranda iken atının ayağından sıçrayan bir çamur parçası onun genç güzel gılmanlarından –kapıkulu askerlerinden– birinin yanağına yapışır… O seyranda maiyyetinde bulunan vezîri şâir Ahmed Paşa da bu manzara karşısında ansızın “Yâ leytenî kuntu turâbâ… (Keşke çamur olaydım..!)” diyerek gılmânın hüsn ü cemâlini îtirâf eder… Bu gayrııhtiyârî hadsizliği duymazdan gelen Fâtih, gılmâna Ahmed Paşa’nın ne dediğini sorar… O gılman da –musâhabenin siyâkusibâkını hiç zorlamayan çok ince mizâh üslûbuyla– âyeti biraz daha tamamlayarak cevap verip Ahmed Paşa’yı “kâfir” –nankör– menzilesine düşürür: “Ve yekûlu’l-kâfiru yâ leytenî kuntu turâbâ… (Kâfir der ki: Keşke çamur olaydım..!)”

Bu hoş latîfe de “yanağa türâb olmak” gibi bir töredeyime tekâbül etse gerektir ki herhâlde Ahmed Paşa o gılmâna –avâmın diliyle söylenecek olsa– “Yanağının türâbı olayım..!” demek istemiştir…

Hulâsa…

İnsân topraktan yaratılmıştır ve bundan ötürü de şuûraltında taşıdığı “toprağa dönüş” ya da “yeniden toprak oluş” arzusunu zaman zaman edebî lisânıyla âşikâr etmektedir… Sözü toprak şâiri Âşık Veysel’in sazıyla bitirmeli:

Aslıma karışıp toprak olunca

Çiçek olur mezarımı süslerim

Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar

Gökyüzünde dalgalanır seslerim…

Abdülkadir DAĞLAR

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu