Aynadaki Rızâ
“Leyletülkadr” idi o gece, Kadir Gecesi…
Kadr’in kadrini bilenlerin gecesiydi o, Kadr’in ne kadar kıymetli olduğunu idrâk edebilenlerin gecesi…
Kader gecesiydi o, Kâdir’in kudret eliyle kaderin takdîr edildiği gece… “Nûn… Velkalemi ve mâ yesturûn…” mazmûnunca kaderin de kaderinin yazıldığı gece…
Kudret gecesiydi o, Muktedir’in takdîriyle yeryüzündeki iktidâr sâhiplerine cüz’î iktidârların taksîm edildiği gece…
***
O gece, aynasıyla başbaşa bir hasbihâle koyuldu… Evet, Kâdir’in, Muktedir’in bir kuluydu, ama ne kadarlık bir kuluydu..? Ne kadar kudretli bir kuldu; iktidâr alanı ne kadardı..?
Bu sorular akıp giderken tefekkür mecrâsında, şâirin bir dizesi düştü cân dudaklarına: “Biliniyor hayat bizden râzıdır…”
Nereden ve niçin düşmüştü şimdi bu kelimeler; ilhâm dedikleri böyle bir şey miydi..? Hayâtın râzı olması ne demekti..? Hayat, Hayy’dan râzı mıdır; hayâtı yaşayanlar Muhyî’den ne kadar râzıdır..?
“Allâh senden ne kadar râzıdır..?” diye sordu aynaya; “Sen Allâh’tan ne kadar râzı isen…” cevâbını duyuverdi hemen…
Bir yokladı kendisini… Ne kadar râzıydı rızâsı en mühim ve en kıymetli olandan..? Ne kadar râzıydı kaderine; ne kadar rızâsı vardı mukadderâtına..? Kendisine bahşedilen cüz’î kudrete rızâsı ne kadardı..?
Nefsini yokladı; râzıyye ve marzıyye mertebelerini tecrübe etmiş miydi..? “İrci‘î ilâ-Rabbik… (Rabbine dön…)” emrine hâzır mıydı..? Rûhundan yayılan bir ürpertiye bıraktı bedenini, “Yâ Rabbî..!” diyebildi, “Sen Rahîm’sin, tek merci‘im de sensin…” diye de ikrâr etti içinden…
***
“Helâlleşmek isteyen, aynasından başlasın…” sözünü işitiverdi apansızın, kimden ve nereden vârid olmuştu, anlayamadı… Helâlleşmek… Epeyi zamandan sonra ilk kez duymuştu bu yoğun hissi… Bir ân, kaç yıldır etrâfında dolandığı şeylerin harâm olduğunu farketti; kendisine bu zulmü neden revâ görmüştü…
Aynasının rızâsı var mıydı kendisinden; olmadığına hükmetti… “Aynayla helâlleşmek” dedi, “derin mes’ele”… Aynasının dipsiz girdâbına gark olmuş gibi hissetti, nefesi kesildi sanki… Aynaydı bu, latîf idi, ama aslâ şakaya gelmezdi; mutlakâ hâlleşip helâlleşmek îcâb ederdi… “Ayna hakkı için…” şeklinde kasem sözleri işitirdi büyüklerinden, hîç anlam veremezdi; ama artık kavrayabiliyordu sanki…
Zulüm, kimden gelirse gelsin ve kime yönelirse yönelsin zulümdü; daha da şerhe ihtiyâcı var mıydı bunun… Kendisinden râzı mıydı, bilemedi; ama huzursuzluğuna bakılırsa rızâsı zordu… Yıllardır yazıda yabanda gezinmişti; oysa ki çoktan kâmile ve safiyye mertebelerinde olmalı, fenâ ve bekâ makâmlarında bulunmalıydı… Elden ayaktan kesildi bunları düşününce, bedenen eylemsizlik hâline ihtiyâcı vardı; bir uykuyla toparlanmak istedi, kendini bıraktı…
***
Bir dörtlükle uyandı; cân dilinde Hüdâyî söyleniyordu:
Tecellî eylese ol Hayy u Kayyûm
Olurdu mâsivâ hep cümle ma‘dûm
Bu ma‘nâ ger sana olduysa ma‘lûm
Sivâdan var yürü imdi gözün yum…
“Yâ Kayyûm..!” dedi, kalktı, cân gözünü mâsivâya kapattı, aynaya doğru yürüdü…
Yâ Hayy…
Abdülkadir Dağlar