
Baş Üstüne
Türkçe etrâfında oluşan edebî evrende deyimler ve atasözleri “mesel” kelimesi ile ifâde edilegelmiş; bu çerçevede atasözü söylemek “darb-ı mesel” ya da “mesel (v)urmak” deyimi ile karşılanagelmiştir. Bu bağlamda mesellerin günlük konuşma dili ile edebî dil dâirelerinin kesişim bölgesinde, günlük konuşma dilini edebî dile yaklaştıran bir görev îfâ ettiği söylenebilir. Şöyle ki mesellerde mecâz, kinâye, istiâre, cinâs gibi belâgat unsurlarının -halkın ağzında da olsa- çokça kullanılmış olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, Türk şiirinde birer bedî‘ süsleme unsuru olarak bir meseli misâl olarak getirme ve bir mesele göndermede bulunma niyetiyle “îrâd-ı mesel” ile “irsâl-i mesel” sanatları da şâirlerce kullanılagelmiştir.
Mesellerin, özünde bir hakîkî anlamdan hareketle mecâzî anlamlar da yüklendiği, konuşma dilinde çoğunlukla bu mecâzî anlamlarıyla kullanıldığı bilinmektedir. Kelimelerin hakîkî anlamlarından herhangi birinin, mecâzî anlamlar dâiresinde dönüşüp gelişmesiyle deyimler ve atasözlerinin halkın konuşma dilinde edebî birer hüviyet kazandığını, yâni bu yolla halkın edebiyâtına mâl olduğunu söylemek mümkündür.
“Baş” kelimesinin, Türkiye Türkçesi’nin ortak konuşma ve yazı dilinde artık kullanılmayan, kimi ağız, deyim ve atasözlerinde kullanılsa da farkına varılmayan tarihî -ya da yakın arkaik- anlamlarından biri de “yara”dır. Bu çerçevede baş kelimesinin, kimi zaman mecâz ve kinâye yoluyla acı, hastalık, dert, gam, keder, kaygı, endîşe gibi kelimeleri karşılarcasına kullanılmış olduğu görülmektedir: Gönül derdi, yürek acısı, ciğer yarası… Târihî Türkiye Türkçesi’nde baş kelimesinin yara anlamıyla kullanıldığına bir çok tanık metin bulunmaktadır. Meselâ şu beyitlerin “bağrı başlı gözü yaşlı” deyimi üzerine binâ edilmiş olduğu görülmektedir:
Gözi yaşından özge hem-demi yok
Ciger başından artuk mahremi yok (Şeyhî)
beytinde âşığın, göz yaşından ve ciğer başı / ciğer yarasından başka bir mahremi, sırdaşı olmadığı; içinin, gönlünün acıyla dopdolu olduğundan başka bir şeye yer olmadığına işâret edilmektedir. Aşağıdaki sûfiyâne mısrâlarda da dervîşin, bağrı başlı / bağrı yaralı ya da kırık kalbli (münkesirü’l-kalb) ve gözü yaşlı olması gerektiği dile getirilmektedir:
Dervîş bağrı baş gerek gözü dolu yaş gerek
Koyundan yavaş gerek sen dervîş olamazsın (Dervîş Yûnus)
Necip Fazıl Kısakürek ise Dua başlıklı şiirinin
Bıçak soksan gölgeme
Sıcacık kanım damlar
Gir de bir bak ülkeme
Başsız başsız adamlar
dizelerinden oluşan bu ilk dörtlüğünde edebî mübâlağa yoluyla, kendi gölgesinin bile ülkedeki pek çok insânın bedeninden, rûhundan çok daha hayat dolu ve daha canlı olduğu iddiâsını dile getirmektedir. “Başsız başsız adamlar” dizesindeki iki başsız kelimesinden birisinin -başın yara anlamıyla- “dertsiz, gönülsüz”, diğerinin ise -başın kafa anlamıyla- “fikirsiz, akılsız” anlamında kullanılmış olabileceğini söylemek mümkündür.
Diğer yandan Farsça “dâğ” kelimesi de bu anlamlar dâiresinde baş kelimesine karşılık kullanılagelmiştir. Türk edebiyâtında gönül dâğı (dâğ-ı dil / dâğ-ı sîne / dâğ-ı derûn) terkîbi bir taraftan gönül yarası anlamında kullanılırken diğer taraftan da Far. dâğ – Tür. dağ kelimeleri arasında telaffuzdaki cinâs-tevriye yoluyla gönül dağı (kûh-ı dil / Tûr-ı dil) terkîbini hatırlatacak şekilde kullanılagelmiştir:
Gönül dağı yağmur boran olunca
Akar cân özümde sel gizli gizli
Bir tenhâda cân cânânı bulunca
Sînemi yaralar dil gizli gizli (Garîb / Neşet Ertaş)
dizelerindeki “gönül dağı – sînemi yaralar” ifâdelerine, birbirini tamamlarcasına aynı dörtlükte yer verilmesi mânîdardır. Nitekim
Dil yarası dil yarası en acı yara imiş
Dudaktan kalbe bir yol var ki sevgi ve şefkattenmiş (Orhan Gencebay)
dizelerindeki “dil yarası” ifâdesinde de tevriye yoluyla hem dil/lisân yarası hem de gönül yarası kastedilmektedir.
Sözlüklerde, içerisinde baş kelimesinin yer aldığı deyimlerden neredeyse tamâmının, kelimenin ilk ve en yaygın anlamı olan “vücûdun en üst bölümü, kafa” ile yorumlandığı, kelimenin yara ve o minvaldeki diğer anlamlarının pek de dikkate alınmadığı görülmektedir. Bu durum, bilhassa deyimler ve atasözleri üzerine edebî açıdan yapılan değerlendirmelerde anlam bakımından önemli eksiklik ve boşlukların ortaya çıkmasına da yol açmaktadır.
Esâsında, vücûdun neresinde bir baş/yara/acı varsa insânın başı/kafası da sürekli orada olur; insânın aklı-fikri ve dikkati o yaraya çâre bulmaya yoğunlaşır. Başka bir ifâdeyle insan, vücûdundaki yara/acı merkezli düşünmeye, fikir üretmeye, dermân aramaya başlar. Baş kelimesinin bu iki anlamı arasında böyle bir alâka kurmak mümkündür.
Aşağıda bâzı örnekler üzerinden yapılan bir yorum derlemesinden hareketle, deyimler ve atasözlerinin, kelimeleri çerçevesinde -ki bu yazı münâsebetiyle de baş kelimesi merkezinde- yorumlanışıyla alâkalı olarak “hakîkattan mecâza” usûlünün tâkip edilmesi gerektiği öncelikle ifâde edilmelidir. Mâlûmdur ki mecâz dumanı hakîkat âteşinden yükselir.
Bağrı başlı gözü yaşlı
Her yara, yaşanmış acıların, acı görgü ve tecrübelerin insan vücûduna açtığı/attığı bir nevi çentiktir, acıların işâretidir. Bu anlamıyla insan ne kadar başlı/yaralı ise o kadar tecrübelidir. Kezâ, gözlerin altında aynı mecrâda gözden süzülüp akan her damla yaş, acı görgü ve tecrübelerin yolunu da çizip açar. Bu anlamıyla da gözlerin altındaki çizgilerin insânın şâhid olduğu acı tecrübelere işâret ettiği söylenebilir. Bu minvalde “yaşlı başlı” deyiminin de böyle değerlendirilebileceğini söylemek mümkündür.
Yaşlı başlı
“Yaş” kelimesi gözyaşı anlamıyla, “baş” kelimesi de yara anlamıyla değerlendirilecek olursa deyimin -yukarıda olduğu gibi- çok görmüş-geçirmişliğe işâret ettiği söylenebilir. Bununla birlikte “insan yaşı”nın ya da insânın yıllarla yaşlanmasının da gün görmüşlük ve tecrübe ile sıkı alâkası açıktır. Dert insan için en büyük derstir, denilebilir. Tecrübe de başa gelen her bir derdin dermânı aranırken oluşan birikim, her bir dertten ders çıkarma deneyimidir. Gün görme ve yaşlanma yoluyla hayat tecrübesinin artması, insânı, dertler karşısında nasıl bir dermân arama gayretine kalkışacağı husûsunda birikimli hâle getirir. Kimi zaman bu, deneme-yanılma birikimi olarak da adlandırılabilir.
Başının çâresine bakmak
“Başının derdine düşmek” deyimiyle aynı minvalde, yarasına çâre aramak, derdine dermân aramak anlamlarına gelmektedir.
Başını kaşımaya/kaşıyacak vakti olmamak
Bu deyimin, “insânın, kendisine acı veren yarasıyla ilgilenecek, onu tedâvî edip iyileştirecek, hattâ ve hattâ kaşımaya bile fırsat ve zaman bulamayacak kadar başka meşgûliyetler içinde olması” anlamına geldiğini ileri sürmek yanlış sayılmasa gerek. İnsânı, kafasını yarasına takmaktan alıkoyacak derecede başka meşgûliyetlerin işgâl etmesi; dikkatini kendisine acı veren yarasından başka yöne çekebilmesi, aslında yaranın çok ağır olmadığına da bir işâret sayılabilir. Dolayısıyla bu deyimin, acı veren yaranın çok ağır olmadığı durumlarda kullanılabileceğini söylemek mümkündür.
Başını âteşe/nâra yakmak
“Yaranın âteşle dağlanması” anlamına gelmektedir. Yaranın dağlanması sırasında acı geçici olarak artsa da bu, yaranın sağalması için elzemdir. Bu deyim, sancı veren yaranın ağır olduğu, ancak âteşle dağlama yoluyla sağaltılabileceği yorumunu mümkün kılmaktadır.
Başına üşüşmek
Üşüşmek kelimesi sinekler için düşünüldüğünde, “sineklerin tâze kanlı yaraya toplanması” şeklinde yorumlanabilir. Kezâ, yırtıcı hayvanlar da yaralı hayvanın kan kokusuna duyarlı olduklarından hemen sürü hâlinde o hayvanın başına toplanırlar. Bu durumda başına üşüşmek deyimiyle anlatılmak istenenin, “yarayı ve yaralı oluşu fırsat bilerek insânı ya da hayvânı âciz durumda yakalamak” olduğunu söylemek mümkündür.
Başına kan çıkmak
Bu deyim iki şeye delâlet edebilir: İlki, “çok sinirlenen bir insânın kafasının içindeki kan basıncının artması”; ikincisi ise, “yaralanma esnâsında kanın yara bölgesine hücûm etmesi”… Her iki durum da rûh ve bedendeki aşırı heyecân hâline işâret etmektedir.
Başına kakmak
Merhemi yaraya acıtırcasına sert bir şekilde sürmek… Şifâ, devâ verirken acıyı, ağrıyı artırmak… İyilik yaparken sıkıntı vermek (Bu sıkıntı “minnet altında koymak” şeklinde mânevî/psikolojik baskı şeklinde de olabilir)…
Zımnında, baş/yaranın yol açtığı bir acziyet, muhtaçlık ve düşkünlük anlamı barındıran bu deyim, yaralı/acılı olan kişinin acziyetini fırsata dönüştürerek onu kendisine borçlu kılmak isteyen fırsatçılar için kullanılmaktadır.
Başına çalmak
Çalmak fiili vurmak anlamıyla düşünüldüğünde bu deyim de başına kakmak deyimi ile aynı minvalde değerlendirilebilir.
Başın sağ olsun
“Sana acı ve hüzün veren bu elemli ölüm yarası kısa zamanda iyileşsin, sağ olsun, sağlığa kavuşsun”, hulâsa “acı veren yaran sağalsın” anlamında tâziye bildiren bir ifâdedir. Deyimin, aynı zamanda, düşüncesi acısına yoğunlaşan kişinin, aşırı üzüntü ve kaygıdan aklına bir ziyan gelmemesi temennîsini de ihtivâ ettiği söylenebilir.
Başı dumanlı
“Yarası daha yeni yakılıp dağlanmış, üzerinde henüz dağlama dumanı tüten yarasından dolayı da sağlıklı düşünemeyecek kadar acı çeken kişi” için kullanılan bir deyimdir. Kezâ, gamı, kederi başına vurmuş bir kişinin, gözünün önünü göremeyecek kadar efkârlanması da bu deyimle ifâde edilmektedir. Deyimin bu ikinci anlamı dağ başı ile insan başı ve duman ile keder arasında teşbîh ilişkisi kurularak ortaya çıkmıştır.
Dost başa düşman ayağa bakar
Bu atasözünü “Dost, misâfir dostunun, yanında daha fazla kalıp kendisiyle daha fazla sohbet etmesini arzular; düşman ise, misâfirinin bir an önce kalkıp gitmesini ister.” şeklinde yorumlamak mümkündür. Ancak diğer taraftan “Dost, insânın acısına, derdine çâre bulmaya gayret gösterirken; düşman ise insânın kalkıp gideceği vakti gözler.” şeklindeki yorumu da yabana atmamak gerekir.
Başından korkmak
Özünde “yarasının ya da hastalığının büyüyerek ölüme yol açmasından korkmak” anlamını taşıyan bir deyim olduğu söylenebilir. Kezâ, yaranın, hastalığın ya da kederin insanda aşırı derecede düşünce ve kaygı bozukluğuna yol açmasından korkulması da bu deyimin anlam alanında yer almaktadır.
Başını beklemek
“Hasta, yaralı, kendisine bakamayacak derecede âciz bir insânın yanında durmak, hizmetinde bulunmak, ona refâkat etmek” anlamından hareketle konuşma dilinde sıklıkla kullanılan bir deyimdir.
Baş başa kalmak
Bu deyimin “insânın, kendi acılarıyla yalnız başına kalması ya da iki gönlü yaralı insânın, acılarıyla birbirlerine muhtaç bir hâlde ve birbirlerine destek olmak üzere bir arada kalmaları” anlamına geldiğini söylemek mümkündür.
Yüreğinin başı sızlamak
“İnsânın içindeki dertlerin, gönül yaralarının acı vermesi” anlamına gelen bir deyimdir. İnsân, bedeniyle, rûhuyla, aklıyla bir bütündür; bedenindeki bir acı rûhuna ve aklına, rûhundaki buhran aklına ve bedenî uzuvlarına, fikirlerindeki kargaşa ve kararsızlık da rûhuna ve bedenine acı ve ıztırap verir.
Hulâsa, bu yazı çerçevesinde sâdece baş kelimesini merkeze alarak yapılan yorum ve değerlendirmelerden anlaşılmaktadır ki mesel kelimesinde ortak ifâdesini bulan deyimler ve atasözleri halkın edebî dünyâsını göstermekte, hakîkatın, halk mantığında ve konuşma dilinde nasıl bir mecâzî kisveye bürünebileceğine delîl olabilmektedir.
Abdülkadir Dağlar
[Ay Vakti, Sayı: 200, Eylül-Ekim 2022]