Bed’ ≈ De’b ≈ Ebed ≈ Edeb Kelimelerine Dâir
“Bu yazı
Yaşar Zorlu ağabeyime
ithâf olunur…”
Sözün başında, bu töreli iştikâk denemesinin, bizâtihî töreye ve töre’nin mâhiyetine dâir olduğunu söylemek yerinde olacaktır… Nitekim, töre, ezelden ebede ve bidâyetten nihâyete devâm eden türeyiş usûlünün ve yürüyüş üslûbunun edebini ifâde eder… Bu mânâda töre’nin en sahîh ve en sarîh ifâdesinin ise, “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci‘ûn. (Muhakkak, biz Allâh’a ‘â’idiz ve ona dönücüleriz.)” (Bakara / 156) âyeti olduğunu belirtmek gerekir…
“İştikâk-ı sağîr” –küçük iştikâk-, eğer aynı masdardan –kökten– gelen kelimeler arasında kökteşlik münâsebetini araştıran bir ameliye ise, “iştikâk-ı kebîr” –büyük iştikâk– de aynı seslerden yâhut harflerden oluşan farklı –ve yakın– masdarlar arasındaki kökteşlik münâsebetini araştıran bir ameliyedir… Yâni, aynı üst koldan türeyen masdarlar ile bu masdarlardan türeyen kelime âilelerinin teşkîl ettiği büyük mefhumlar ve kelimeler sülâlesinin iştikâkına, iştikâk-ı kebîr denmektedir…
Ezcümle, “dil ağacı istiâresi”nin dilince söylemek gerekirse, bir bakıma kök–dal–budak arasındaki soysop münâsebetlerinin mâhiyetini kavrayıp anlamaya çalışmak da “töreli iştikâk”tır…
Bu iştikâk denemesi ise, yaratılışın ve varlığın ezelden ebede dek süregiden oluş-bozuluş yâni kevn ü fesâd serencâmının esâs umdesinin –ki bu umde, “edeb” dir– etrâfında şekillenmektedir… Zîrâ, “edeb, her şeyin başıdır”; ezelde edeble başlamış olan varoluş hikâyesi ebediyyen edeble devâm edecektir…
O hâlde, her biri diğeriyle bir üst dalda birleşen alt budak âilelerinden “bed’, de’b, ebed, edeb” kök kelimelerinin temsîl ettiği mefhumlar arasındaki anlam ilişkilerine daha yakından bakmaya başlanabilir… Evvelemirde görülecektir ki bu kelimelerin her biri, hemze-elif, bâ ve dâl harflerinden, birbirlerinden farklı dizilişlerle teşekkül etmektedir…
Bed’, –bidâyet-, “başlama; ilk noktadan ilk hareket; çıkış; ortaya çıkış” anlamlarındadır… Bed’, Türkçe’de daha çok “bidâyet” –başlangıç, ortaya çıkış-, “ibtidâ’” –ilk noktadan başlamak-, “mübtedî” –ilk noktadan başlayan– kelimelerinin bünyesinde kullanılagelmiştir…
De’b, “geliş-gidiş ve yürüyüş tarzı; usûl, âdet; sîret, sünnet; de’eb” anlamlarına gelmektedir… Töreli Türkçe metinlerde zaman zaman “de’b-i edeb” şeklinde bir terkîbin bünyesinde de kullanıldığı görülmektedir…
Ebed, “sonsuz geçmişi ifâde eden ‘ezel’in sonsuz gelecekteki karşılığı; gelecekteki sonsuzluk; sonsuzluğun geleceği” gibi anlamları karşılamaktadır…
Edeb, “ilâhî emir(ler) ve yasak(lar) sınırları dâhilinde insâna haddini hâtırlatıp muhâfaza ettiren fıtrî ve ahlâkî meleke; beşerî ve ictimâî yönlerden insânın tavır ve davranışlarına letâfet ve zarâfet çerçevesinde istikâmet veren derûnî meleke” şekillerinde tanımlanabilir…
Bu mefhumlar ve kelimeler birbirleriyle nasıl kavranabilir ve nasıl tanımlanabilir..?
Bed’, bir de’b ile başlamaktır; yâni, başlayışın bir usûl ve tarz üzere olmasıdır… Bed’, ebedin başıdır; yâni, tâ ebede dek sürecek olan varoluşun, ezelde –yâni tesbît edilemeyecek bir noktada– başlamasıdır… Bed’, kendi fıtratına, kendi yaratılışına göre bir edeb gözeterek başlamaktır; zîrâ, her varlık, kendine hâs edebiyle yaratılır…
Bed’, fıtrî edebi, ilk noktadaki aslî de’bi ile ebede kadar taşımak niyyet ve gâyesiyle başlamaktır… Bed’, bidâyetten nihâyete –başlangıçtan sonuca-, aynı de’b ve aynı edeble her ân yeniden başlamaktır…
De’b, yaratılışın bed’ ve bidâyetindeki tarzdır… De’b, bed’ ve bidâyetten ebede devâm eden âdettir, sünnetullâhtır… De’b, edebin sûret kazanmış –âdetâ bedene girmiş– sîretidir; de’b, edebin yoldaşıdır…
De’b, bed’in ebede ve bidâyetin nihâyete edeble seyridir… De’b, edebin, bed’ ile ebedi söyleyiş tarzıdır… De’b, edebe âit olan şeylerin söyleniş ve yazılış üslûbudur…
Ebed, bed’ ile bidâyetin ezelî aynasıdır… Ebed, edebin de’b ile yürüdüğü sonsuzluktur; ebed, de’bin edeb ile döndüğü bekâ âlemidir… Ebed, de’bin tâ bed’ ve bidâyetten beri edeble yürüdüğü vuslatsız hedefidir… Ebed, edebin menzilsiz yoludur…
Ebed, bed’in, de’bin ve edebin geleceği, nihâyî merci‘ ve me‘âdıdır… Ebed, bed’inden îtibâren hareket ve eylemlerini dâimâ de’b-i edeb ile gerçekleştiren mahlûkun –insânın– kalacağı, zamanlar ve mekânlar üstü emin beldedir… Ebed, de’bi bed’ ile, bed’i de edeb ile tanımlanabilir ve anlaşılabilir kılan sonsuzluk cevheridir…
Edeb, varlığın ve mahlûkâtın bed’ ve bidâyet noktasındaki en sâf ve en latîf hâlidir… Edeb, de’bin rûhu ve ahlâkıdır; edeb, de’bin devâmının emniyetidir… Edeb, mahlûkâtın ebede değin muhâfaza edilmesi gereken en fıtrî ahlâkıdır…
Edeb, bed’ ve bidâyetten gelen ve ebede kadar devâm eden de’bdir, varlığın aslî yürüyüş tarzıdır… Edeb, mahlûkâta daha bed’ ve bidâyette yüklenen ve de ebede kadar korunması istenen en latîf ve en zarîf de’bdir… Edeb, ebed-müddet bir cevherdir…
Denilebilir ki:
Edeb, fıtratın rûhu ve hilkatın dilidir; edeb, fıtrî ahlâkın aynasıdır; edeb, mahlûkâta ilhâm edilen yürüyüş tarzıdır… Edeb, bed’in ve de’bin ebed yolundaki en sahîh kılavuzudur…
Ebede kalmak ve ebedî olanla bir arada bulunmak, edebin ve edebî olan her şeyin asıl gâyesidir… Ebediyyen var kalabilmek ise, bed’in gösterdiği istikâmette de’b-i edeble seyrüsefer hâlinde bulunabilmekle mümkündür…
Türeyişteki töre…
Bu kavramlar ve kelimeler, töre diliyle söylenecek ve tanımlanacak olursa:
Bed’, töre’nin başlayışıdır ve bidâyet töre’nin başlangıcıdır… De’b, töre’nin türeyiş ve yürüyüş âdetidir… Ebed, ezelde –mâhiyeti bilinmeyen bir bed’ ile– ibtidâ’ eden töre’nin yürüyüp gittiği sonsuz gelecektir… Edeb, töre’nin tavır ve hareket ahlâkıdır…
Türeyişin töresini, Törütgen Allâh şöyle beyân etmektedir:
“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehû kun fe yekûn. (-Allâh– Bir şeyi dilediğinde, O’nun emri –işi– o şeye ‘Ol..!’ demektir; o da hemen oluverir.)” (Yâsîn / 82).
Bu töre üzerinde, “Kulle yevmin huve fî-şe’n. (O –Allâh-, her ân yaratma hâlindedir.)” (Rahmân / 29) âyetinden, Allâh’ın aynı de’b ve aynı edeb üzere, ebede kadar her ân yeni bed’ler –başlayışlar, başlangıçlar– yarattığı, edebi aynı de’b minvâlinde ebede kadar yaşatacağı anlaşılmaktadır… Bu, dâimî bed’, Allâh’ın de’bidir; yâni, âdetullâh ve sünnetullâh böyledir…
Muhammedî töre…
Bed’, de’b, ebed ve edeb mefhumlarının birbirleriyle düğümlendiği kök nokta, hazret-i Muhammed –sallallâhu aleyhi ve sellem– efendimiz ile îzâh edilebilir… Şöyle ki:
Bed’ –bidâyet– ve ibtidânın aslî cevheri Habîbullâh Muhammed’dir… De’b, Nebiyyullâh Muhammed’in sîret ve sünnetidir… Ebed, Seyyidü’l-evvelîn ve’l-âhirîn Muhammed’in, –Kevser kelimesi ile de beyân edilen– sonsuz geleceğidir… Edeb ise, Resûlullâh Muhammed’in fıtratı, ahlâkı ve her dâim hüsn-i hâlidir…
Hazret-i Muhammed, Necip Fazıl’ın
Yol onun, varlık onun gerisi hep angarya…
mısrâında vecîz ifâdesini bulan töre’nin ilk ve tek mümessilidir… Dolayısıyla töre, özü îtibârıyla Muhammedî bir husûsiyet arzetmektedir…
Edebiyâtın töresi…
Edeb, türeyişin fıtratındaki ahlâkî değer ise, edebiyât da bu esâs ahlâkî değer üzerine inşâ edilen ve hep bu değeri hâtırlatan şifâhî –sözlü– ve kitâbî –yazılı– metinler bütünüdür… Edebiyât, varlığın bed’ ve bidâyet noktasını hâtırlatan ve ebedî bir dönüş hâlinde tekrâr o noktaya dönüleceğini söyleyen metinler bütünüdür… Edebiyât, töre’nin de’binden, yâni türeyiş ve yürüyüş usûlünden bahseden metinler bütünüdür… Ezcümle denilebilir ki edebiyât, töre’nin ezelden gelip ebede giden yolunu anlatan metinler bütünüdür…
“Literatür” ve “yazın”dan farklı olarak, edebiyât, töreli metinlerden teşekkül etmektedir; bir başka söyleyişle, ancak töreli olan metinler bütününe edebiyât denilebilir… Anlaşılan o ki, edebiyât, zâten özünde törelidir…
Bu değerlendirmeler ve yorumlar minvâlinde, şöyle bir târîf denemesi mümkün görünmektedir:
“Töreli edebiyât”, insânın da içinde bulunduğu mahlûkât âleminin geldiği yere geri döneceğini müjdeleyen, bu dönüşün herhangi bir yol kazâsına uğramadan sâlimen gerçekleşebilmesi için de’b-i edeb ve zevk-i selîm yoluyla tavsiye, ihtar ve îkazlarda bulunan edebiyattır… Yâni, töreli edebiyât, kendisine mihver olarak “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci‘ûn.” müjdesini kabûl eden edebiyâttır…
Hâsıl-ı kelâm ve hulâsa-yı merâm:
Bed’ –bidâyet-, de’b, ebed ve edeb mefhumları, töre’nin ve türeyişin aslî mefhumlarıdır; bu kelimelerin birbirleriyle iştikâk münâsebeti içerisinde bulunmaları ise, töreli ve köklü bir durumdur… Zîrâ adına töre denilen devre, kendi içerisinde kâmilen örgün bir manzara arz etmektedir; bu devrede, açıkta kalan, tanımsız ve tanımlanamaz bir uç bulunmamaktadır… Gaybın “Misâl Âlemi”ndeki her mefhûmu, şehâdetin bu “Lisân Âlemi”nde karşılayacak olan bir kelime ve her kelimenin de köklü dil ağacında bağlı bulunduğu bir budak yâhut bir dal muhakkak bulunmaktadır…
Mevlâmız, cemî cümlemizi Muhammedî töreyi bilen, töresini izleyen ve töresini kaybetmeyen kullarından eylesin… Âmîn…
Biz sevdük ‘âşık olduk sevildük ma‘şûk olduk
Her dem yeni dirlikde bizden kim usanası…(Yûnus Emre)
Selâmet ve letâfetle…
Abdülkadir Dağlar