Ben Bizim Neremizde..?
Gramerce…
Âh bu gramer dili…
“Ben”, teklik birinci şahıs zamîridir de; “biz”, çokluk birinci şahıs zamîri midir, yâhut teklik birinci şahıs zamîrinin çokluk hâli midir..?
Veyâhut başka bir soruyla, biz, “benler (ben-ler)” mi demektir..?
Tabî ki öyle olmamalı…
Bizlik, vahdettir, birliktir; benlik, kesrettir, çokluktur… Bizlik, dirliktir; benlik, yokluktur…
Biz, “benlerini yaşatanlar”ın değil, “benlerini öldürenler”in dirliğidir, benlerini gömenlerin birliğidir, benlerini eritenlerin zamîridir…
Biz, benlerini diğer benlerle öldürenlerin dirliği, benlerini diğer benlerde yaşatanların birliğidir…
Biz, diğer benlere sâhip çıkabilenlerin dirliği, diğer benleri sâhiplenebilenlerin birliğidir…
Benlerini yaşatmaya çalışanlar ve benlerini diri tutanlar, biz olabilirler mi..?
Coşkun benlikler, biz olmaya mânidirler; çağlayan benlikler, biz olabilmeyi yarına bırakırlar…
Hayâlî Beg’in
Hakkı biz bulduk deyü zannitmesün ashâb-ı kâl
Cûylar çün irdiler deryâya hâmûş oldılar
mısrâlarında fısıldadığı hakîkat, bizliğini bulamayan benliklerin Hakk’a eremeyeceklerini haykırıyor…
Benlerini bir araya toplayamayan çokluk şahıs, biz olabilir mi..? Sığ benliklerini şahsında susturamayan derin birlik, bizliğe yol alabilir mi..?
***
Önce biz varmış, esâsında, âlem-i ezelde biz imişiz… Öyle buyurdu Yûnus Emre:
Çarh-ı felek yoğıdı cânlarumuz variken
Biz ol vaktin dost idük Azrâîl ağyâr iken
Niçe yıllar biz anda cem‘idük cân kânında
Hakîkat âleminde ma‘rifet söyler iken
Çalab ışkı cândaydı bu bilişlik ândaydı
Âdem Havvâ kandaydı biz anunla yâr iken
Dün geldi Safiyy Âdem dünyâya basdı kadem
İblîs aldadı ol dem uçmakda gezer iken
Cânlar ânda bilişdi ol dem gönül ilişdi
Âlem halka karışdı denizler kaynar iken
Ne oğul vardı ne kız ervâh idük anda biz
Konşıyıduk cümlemüz nûr tağın yaylar iken
Ne gök varıdı ne yir ne zeber vardı ne zîr
Yûnus dostın haber vir ışkıla göyner iken
Ayrıgayrı yok imiş, sen ben dâvâsı yok imiş; benlik İblîs işiymiş, ona uymuş, dünyâya düşmüşüz, alçaldıkça alçalmışız…
Bizlikten benliğe dağılmışız, bizliğimizi özlemişiz, bir ömür bizliğimizi aramaya durmuşuz… Mevlânâ-yı Rûmî, Mesnevî’nin ilk iki beytiyle daha yolun başında bize o bizliğimizi hâtırlatıyor:
Bi’şnev ez-ney çün hikâyet mîkuned
Ez-cüdâyîhâ şikâyet mîkuned
K’ez-neyistân tâ merâ bu’brîdeend
Ez-nefîrem merd ü zen nâlîdeend
[Dinle neyden kim hikâyet etmede
Ayrılıklardan şikâyet etmede
Der kamışlıkdan kopardılar beni
Nâlişim zâr eyledi merd ü zeni] (Nahîfî)
Kamışlıkta ney imişiz, hep bir ağızdan “Belâ şehidnâ. (Evet, şâhid olduk.)” diyerek inleşirmişiz…
Âlem-i ervâhta oğul kız değilmişiz, âlem-i ecsâmda merd ü zen (erkek kadın) oluvermişiz; bizliğimize cinsiyet girivermiş…
Gramer dili, müzekker – müennes yâhut maskülen – feminen diye ayırıvermiş anamızı atamızdan… Hakîkat dilimize cinsiyet bulaşıvermiş burada, orada tek bir dille hep bir ağızdan inleşirken…
***
Gramerce…
Elhakk… İsmet Özel’in “geri kafalı gramer” dediği kadar… Dil ilerlerken gerisinde kalan gramer…
Benleri nefs-i emmâreden nefs-i levvâmeye geçiremeyen, benleri biz yapamayan gramer…
***
Cibâlî’yi duyalım, diyor ki:
Benlik dâvâsı sende
senlik dâvâsı sinde biter…
Evet, benlik dâvâsı mezârda biter; zîrâ bir ömürlüktür benlikten korunabilme, biz kalabilme ve biz olabilme mücâdelemiz…
Biten bir şey, dâvâ olabilir mi..? Benlikte kalan bir iddiâ, kalıcı olabilir mi..?
Asıl dâvâ, bizlik dâvâsıdır; bizden geldik, bize gideriz… Sîmurg misâli, bizlik yoluna çıkarız, bizi ararız, bize varırız…
Rabbimiz, “Summe ileynâ merci‘ukum. (Sonra –sonunda– dönüşünüz bizedir.)” ve “Summe ileynâ turce‘ûn. (Sonra –sonunda– bize döndürüleceksiniz.)” buyurur…
Biz de “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci‘ûn. (Biz, Allâh’tanız –Allâh’a âidiz– ve yine ona dönücüleriz.)” deriz…
Abdülkadir Dağlar