Câr ~ Cevr ~ Civâr Kelimelerine Dâir
İştikâk ameliyesinin bir konusu da, komşu kavramlar ve komşu kelimeler arasındaki komşuluk ilişkileridir, şöyle ki: Kavramlar ve kelimeler nerede doğmuşlar, nereden göçmüşler, nereden geçmişler ve nereye konmuşlardır; bu kavramlar ve kelimeler hangi konuda ne konuşurlar… Bu iştikâk denemesinin konusu da bizâtihî “komşuluk” mefhûmu etrâfında birbirleriyle kökteşlik ilişkisi arzeden üç kelime üzerinedir…
Türkçe’de konmak, konuşmak ve komşuluk kelimeleri arasındaki kökteşlik ilişkileri mâlûmdur… Komşuluk –konşuluk– mefhûmunun ortaya çıkabilmesinin, insanların önce bir yere konmalarına ve sonrasında da bir konu etrâfında söyleşip konuşmalarına bağlı olduğu âşikârdır… Kezâ, komşuluk hukûku üzerine ise birçok töresöz vardır ki en yaygın birkaçını burada dile getirip hâtırla[t]mak, mevzûun ehemmiyetini hissettirmek adına önemlidir:
“Komşu, komşunun külüne muhtaçtır…” sözü, her dâim yakın komşuya duyulan ihtiyâcı ve “Komşuda pişer, bize de düşer…” sözü, yakın komşuların ihsan ve ikram beklentisi içerisine girebileceklerine işâret ederken; “Ev alma, komşu al…” töresözü ise, yerleşmek için mekân, mahalle ve hâne seçerken, civâr evlerdeki cârlara dikkat edilmesi gerektiğini telkin ve tavsiye etmektedir… Ve her hâlükârda komşular birbirine cevr etmekten şiddetle sakınmalıdırlar…
Câr, “komşu” anlamındadır… Câr, kişi, âile ve ülke cârlığı –komşuluğu– şeklinde tezâhür eden bir münâsebetin taraflarından biri, yâni öznesi yâhut nesnesi sayılır…
Cevr, “ezâ, eziyet, cefâ, zulüm” anlamlarındadır… Tüm bu anlamlar ise Türkçe’de “kötülük” kelimesiyle ifâde edilmektedir…
Civâr, “yan, etraf; yakın çevre; mesâfe bakımından yakınlık; komşuluk” anlamlarına gelmektedir… Kezâ, civâr “insanların bir araya gelerek kondukları, ikâmet ettikleri, komşuluk –konşuluk– ilişkisi kurdukları yakın yer ve mesâfe” de demektir…
Resûlullâh –aleyhissalâtuvesselâm– efendimiz “Cebrâîl câr -komşu- hakkına dâir bana o derece tavsiye de bulundu ki neredeyse onu vâris kılacak zannettim…” buyurarak komşuluk hukûkunun ne kadar hassas ölçüler dâiresinde gözetilmesi gerektiğine işâret etmiştir…
Câr, cevrinden emîn olunması gereken komşudur… Nitekim bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmuştur: “Kendi şerrinden cârını -komşusunu- emîn kılamayan kimse mü’min olamaz -cennete giremez-.”… Hattâ câr, cârının muztarip olduğu cevri onun üzerinden kaldırmaya me’mur kılınmış insandır…
Câr, kimi zaman da bir cevr sebebi olabilir… Zîrâ cârlık -komşuluk– münâsebeti her iki tarafa da bâzı mükellefiyetler yükler; dolayısıyla da bu sorumluluklar yerine getirilmediğinde her iki taraf için de cevre dönüşebilme tehlikesi taşırlar… “Allâh’a ve âhıret gününe îmân eden kimse komşusuna eziyet etmesin -komşusuna iyi davransın-…” hadîs-i şerîfiyle, cârlık münâsebetinin zımnında mündemiç bulunan bu vebal ve hassâsiyete dikkat çekilmiş, mü’minler bu hususta îkâz edilmiştir… Öte yandan Türkçe’de “Konu-komşu ne der…” kalıp sözüyle de kendini dışarı vuran bir hakîkat var ki, câr, gıybet yoluyla cârının arkasından konuşması ve bu yolla cârına cevr etmesi muhtemel olan bir kimsedir…
[Yeri gelmişken şu îkâzı da nazar-ı dikkatlere sunmakta fayda vardır: “Car car konuşmak…” tâbîrindeki car, komşu anlamında değildir; bu deyim ise gürültülü konuşmak demek değildir… “Car car” zarfı, “cereyân eden, akan, akıcı bir şekilde” anlamındaki “cârî cârî” ikilemesinden ve bu ikilemenin Anadolu ağızlarında galatlaşarak “carı carı” hâlini almasından sonra bir daha galatlaşmasıyla ortaya çıkmıştır… Ezcümle, car car konuşmak, “sözleri hiç kesilmemecesine birbiri ardına ulayarak konuşmak ve hızlı hızlı konuşmak” anlamlarına gelmektedir…]Câr, bir kişinin ya da bir âilenin yâhut da bir ülkenin civârında –yakın çevresinde– ikâmet eden komşusudur… Resûlullâh, “Yâ Resûlallâh iki komşum var, ikramda bulunmaya hangisinden başlayayım..?” suâline “Kapısı sana en yakın olandan…” buyurmuştur… Anlaşılmaktadır ki cârlık, öncelikle civârdan –yakından-başlamaktadır ki maksad “kapı komşusu” tâbîrinde mündemiçtir…
Cevr, bir câra bir cârının –bir komşuya bir komşusunun– revâ gördüğü kötülüktür… Cevr, bir cârın, cârının elinden, dilinden, gözünden, kulağından emîn olmaması hâlidir… Cevr, câr hakkının gözetilmemesi, câr ile gerektiği ve hakettiği ölçüde alâkadâr olunmamasıdır…
Cevr, civârdan –yakın komşu[lar]dan– gelen kötülük, civârdan verilen râhatsızlıktır… Cevr, civârdan –yakın[lar]da olan kişi[ler]den– görülen alâkasızlık, samîmiyetsizlik, muhabbetsizlik hâlleridir… Cevr, civârda bulunmaktan –maddî mesâfe bakımından yakın olmaktan– kaynaklanan, mümkün ve muhtemel tehlikelerdir…
Civâr, cârların –komşuların– oluşturdukları yakın çevredir; cârlar bir araya gelerek civârı teşkîl ederler… Civâr, cârın câra göre konumudur… Civâr, cârların birbirlerine yakınlığıdır…
Civâr, cevre –kötülüğe ya da eziyete– doğrudan mâruz kalma mesâfesidir… Civâr, cevrin zararlarının en çok hissedildiği yakınlık ya da yakın çevredir… Civâr, beşerî münâsebetlerin cevre dönüşme ihtimâlinden dolayı âzamî derecede dikkat, rikkat ve îtinâ gösterilmesi gereken mesâfe ve çevre yakınlığıdır…
Mücâveret: Tek Civâr Tek Cevr İki Câr…
Bir başka nazardan, câr, cârının mübtelâ olduğu yâhut mâruz kaldığı cevre karşı onun yanında duran, ona yardım eden kimsedir… Câr, aynı cevrin civârında bulunarak o cevrden muztarip olan ve o cevri birlikte bertaraf etme mecbûriyeti ve mükellefiyetiyle cârına ihtiyâcına dikkat ve rikkat kesilen kimsedir… Bir bakıma câr, müşterek cevrin bir araya getirdiği, birbirine yaklaştırdığı ve birbirine bağladığı kimselere denir… İşte, aynı civârda birlikte câr olma ve aynı cevri birlikte göğüsleme eylemine mücâveret denmektedir…
Tam da bu noktada –aynı kök masdardan– “komşu-luk” anlamını karşılayan mücâveret –komşuluk– > mücâvir –komşu– kelimelerini de zikretmekte yarar vardır… Bir yerden bir yere göçtükten –yâhut hicret ettikten– sonra kondukları yerde, birbiri civârında komşuluk ilişkisi kuran insanlara ve âilelere mücâvir denir… Kezâ, –dünyâ komşuluğunun herhâlde en güzeli sayılan– Medîne’ye göç ederek Resûlullâh’a komşu olarak yaşamak ve öldükten sonra da oraya gömülmek isteyenlere de mücâvir denilmektedir… Ancak bu mücâveret, zımnında bir cevr ihtimâlini de barındırmakta, o mukaddes beldenin âdâbına mugâyir –aykırı– hareket eden kişilerin şahsında bir cevre dönüşebilmektedir…
Hulâsa-yı kelâm…
Câr, cârının civârına onlara cevr ederek, yâni onun güneşini, havasını, suyunu, yolunu keserek yerleşmemelidir… Câr, yaşadığı civârı tahrîb ederek, kirleterek cârına cevr etmemelidir… Câr, çok konuşmasıyla, gürültülü konuşmasıyla ve arkadan konuşmasıyla da cârına cevri revâ görmemelidir… Bilakis câr, cârına yönelen cevre karşı ona siper olmalı, o cevri el birliğiyle ortadan kaldırmaya çalışmalıdır…
Allâh, cârlık hukûkunun şuur ve idrâkini cümle cârlara ihsân eylesin… Allâh, cümlemize civârın cevrine karşı birbirini kollayan cârlar nasîb eylesin… Allâh, birbirinin cevrinden emîn olan cârları cennette civâr-ı Resûlullâh’ta –aleyhissalâtuvesselâm– da birbirine câr eylesin…
Âmîn bihurmeti Tâhâ ve Yâsîn…
Selâm’ın selâmeti ve Latîf’in letâfeti ile…
Abdülkadir DAĞLAR