Doğru Söyleyeni mi Dokuz Köyden Kovarlar..?
*
Meselden mes’eleye…
– Doğru söyleyen kimdir..?
– Dokuz köy neresidir..?
– Dokuz köyden kovan kimdir..?
– Gûyâ doğru söylediği için dokuz köyden kovulan kimdir..?
Bu soruların cevâbını aşağıda hep birlikte arayalım…
Dilimize töresöz –yâhut atasözü– diye saplanan, nereden ve kim(ler) tarafından temlîk edildiği mechûl olan bir söz vardır ki aslında ne töreli bir sözdür ne de töreli atalarımızın sözüdür:
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar..!
Öyle midir hakîkaten..?
Doğru söyleyeni neden sekiz köyden yâhut on köyden veyâhut da doksandokuz köyden kovmazlar da “dokuz köyden” kovarlar..?
İsterseniz, bu anahtar soruyla dikkat çekmeye çalışalım meseldeki mes’elenin esâsına…
Bir cemiyette “Emrolunduğun gibi dosdoğru dur –ol-.” (Hûd / 112; Şûrâ / 15) emr-i celîlinin azametine gölge düşürülerek yalancılığın meşrûlaştırılmasının, fertlerin doğru sözlü olmaktan kaytarmasına alan açılmasının mâzeretlerinden birisi hâline getirilmiştir bu söz:
Doğru söylersem zâten dokuz köyden kovulacağım; en iyisi -en doğrusu- yalana ve yalancılığa göz yumayım, gerektiğinde de yalan söyleyeyim…
Fertlerin ânı kurtarma kolaycılığına, gününü gün etme eyyamcılığına ve dahası devrandan kolay ve haksız menfaat elde etme avcılığına soyunması maalesef bunun gibi Rahmânî kisveli şeytânî sözlerle kendisine mesned bulmakta, şeytânî meşrûiyet sağlamaktadır…
**
E‘ûzu billâhi mineşşeytânirracîm…
Kovulmuş şeytânın şerrinden Allâh’a sığınırım…
Mü’minlerin her gün defâlarca okudukları istiâze (sığınma) sözüdür bu; çünkü insan her an şeytânın yalanlarına kanmak, iğvâlarına aldanmak ve böylece emrolunduğu dosdoğru yoldan sapmak tehlikesiyle karşı karşıyadır…
Nedendir bu..?
Allâh ile İblîs arasında ezelî bir mukâvele vardır ki bu sözleşme yâhut söyleşme aynen şöyledir:
Bismillâhirrahmânirrahîm…
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla…
“Hani, Rabb’in meleklere “Muhakkak ben balçıktan bir beşer –insan / Âdem– yaratacağım; ona tam şeklini verip rûhumdan üflediğim vakit hemen onun için secdeye kapanın.” demişti de, yalnız İblîs hâriç, meleklerin hepsi secde etmişlerdi; –İblîs ise– kibirlenip böbürlenerek kâfirlerden olmuştu… –Allâh– “Ey İblîs! Ellerimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir; kibirlenip böbürlendin mi, yoksa yücelerden mi oldun?” buyurdu. –İblîs– “Ben ondan daha hayırlıyım; beni âteşten yarattın, onu ise balçıktan yarattın.” dedi. –Allâh– “Çık oradan, sen artık kovulmuş birisin; dîn –kıyâmet / cezâ– gününe kadar lânetim senin üzerinedir.” buyurdu. –İblîs– “Rabbim! Öyleyse –insanların– yeniden diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.” dedi. –Allâh– “Sen o mâlûm vakte –kıyâmet gününe– kadar mühlet verilenlerdensin.” buyurdu. –İblîs– “Senin izzetine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hâriç, elbette onların hepsini azdırıp saptıracağım.” dedi. –Allâh– “Doğrusu ki ben hep doğruyu söylerim; mutlakâ sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım!” buyurdu.” (Sâd / 71-85)
Sadakallâhul’azîm…
Azîm olan Allâh doğru söyledi…
***
Şerh sadedinde cevaplar…
Şimdi bu âyetler ışığında baştaki soruları birlikte cevaplayalım:
– Doğru söyleyen İblîs’tir –şeytândır-; çünkü, İblîs, Allâh’a yalan söylememiştir; zîrâ Allâh onu âteşten, insânı da balçıktan yaratmıştır…
– Dokuz köy, töreli kevniyyâtın –evrenbilim / kozmoloji– âlemler tasavvuruna göre, “Seb‘a Semâvât” –yedi gök– ile onları saran “Kürsî” ve –hepsini birlikte kuşatan– “Arş” feleklerinden teşekkül eden “dokuz gök / dokuz felek” –nüh felek– demektir… Arş feleğinin töreli edebiyattaki bir adı “Kâf Dağı”dır… Arş feleğinin ötesine “mâverâ” denir ki yalnız Allâh’a mahsûs mutlak bir gayb âlemidir…
Muhakkaktır ki bu töreli evren tasavvurları öncelikle “O –Allâh-, seb‘a semâvâtı –yedi göğü– tabakalar hâlinde yaratandır.” (Mülk / 3), “Onun –Allâh’ın– Kürsî’si, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır.” (Bakara / 255), “Rahmân –olan Allâh– Arş’a istivâ edip kurulmuştur.” (Tâhâ / 5) gibi kevnî âyetlerden ilhâmını almıştır…
Ezcümle, İblîs-i la‘în ve şeytân-ı racîm, Arz’a, yânî yeryüzüne, yânî dünyâya, Arş’ın ötesinden, yânî dokuz felekten, yânî dokuz tabakadan, yânî dokuz kat gökten kovulmuştur… “Köy” –kûy– kelimesi, dilimize Farsça’dan geçmiştir ve “kûy” kelimesinin bir anlamının da “yan, kat” olması, konumuz dâiresinde hayli mânîdar gözükmektedir; yânî, şeytân İblîs “dokuz köy”den kovulmuştur…
– Allâh’a hitâben söylediği şeyde yalan yanlış olmayan –ki zâten bu aslâ mümkün değildir– şeytân İblîs’i dokuz köyden kovan, Allâh’tır…
– Allâh’ın dokuz köyden kovduğu ise, tabî ki şeytân İblîs’tir…
****
Şeytân İblîs doğru söylediği için mi dokuz köyden kovulmuştur..?
Acabâ, Allâh şeytân İblîs’i doğru söylediği için mi kovdu..?
Hâşâ ve kellâ…
“Ben cinleri ve insanları, –başka değil– sâdece bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât / 56) buyuran Allâh, mutlak mânâda kendisine itâat için yaratmış olduğu şeytân İblîs’i de, –balçıktan yaratıp şekillendirdiği ve kendi rûhundan üflediği– Âdem’e secde etme emrine böbürlenip kibirlenerek itâat etmeyip muhâlefet ettiği için huzûrundan kovarak çıkarmış, dokuz gökten yeryüzüne indirmiştir…
Şeytân İblîs, doğru söylediği için değil, Allâh’ın açık emrine uymayıp karşı çıktığı için Allâh’ın yanından ve katından, yânî dokuz köyden tardedilmiş, kovulmuştur…
Kezâ, şeytân İblîs, yaptığından değil de yapmadığından ötürü dokuz köyden kovulmuştur…
*****
Daha daha isyân…
Kovulmasının acısı ve kibrinin daha da galebe çalmasıyla isyânında sınır tanımamıştır, şeytân İblîs:
Allâh’ın zâten bildiğini yine Allâh’a bildirme hadsizliğine kalkmış, kendisinin âteşten ve Âdem’in de balçıktan yaratıldığını ileri sürmüştür…
Allâh’ın huzûrundan kovulduktan sonra yine haddini aşarak Allâh ile pazarlığa kalkışmış, kendisine kıyâmet gününe kadar ömür verilmesini istemiştir…
Ve, hadsizliğini son kertesine vardırarak, Allâh’a –muhlis kulları hâriç– kullarını azdırıp doğru yoldan saptıracağını söylemiştir…
Hâsılı, İblîs-i racîm, şeytânî aklına dayanıp güvenmiş, kovulduktan sonraki isyanlarıyla da kovulmayı zâten hakeden bir fıtrata sâhip olduğunu kendiliğinden göstermiştir…
******
Hikmetten ibret tahsîli…
Hakîm ve ahkemulhâkimîn –hâkimlerin en hakîmi- olan Allâh’ın ezelî hükmünün “hikmet” olduğunu biliyoruz… Ezelden ebede vak‘aların, hâdiselerin öncesini sonrasını, sebeplerini, netîcelerini en iyi ve en doğru bilen, Allâh’tır…
Pekâlâ, bu mesel ve mes’eleden hangi ibretleri alabiliriz..?
Netîceler bir tek yâhut birkaç sebepten kaynaklanmayabilir, bilinmeyen başka sebepler de söz konusu olabilir; bu yüzden, sâdece görebildiğimiz sebebe bakarak netîceyi değerlendirmek fâhiş hatâlara yol açabilir…
Doğru söylemek önemlidir, ancak yeterli olmayabilir; doğru sözün, doğru zamanda ve doğru makâma / muhâtaba söylenmesi de en az kendisi kadar önemlidir…
Doğru söz, eşzamanlı başka yanlış eylemlerin perdesi, kisvesi yâhut kılıfı olabilir; mutlakâ ayık, ârif ve âgâh olunmalıdır…
Bir doğru konuşmak yâhut bir doğru söz, bin yanlışı meşrû hâle getiremez; bu olsa olsa hakîkatın hakkını çiğneyip yemek –yâhut çiğnetip yedirmek– olur…
Vak‘aları, hâdiseleri hakkıyla değerlendirebilmek için onları tüm yönleriyle görebilmeye –ve hattâ fâillerinin niyetlerini bilmeye de– ihtiyaç vardır ki bu da her zaman için pek mümkün değildir; zîrâ “Allâhu a‘lem bissavâb”dır, yânî, doğruyu en iyi bilen, Allâh’tır…
Eksik ve yanlı bir doğru, yalan sayılır; çünkü, yanıltır ve çoğu zaman telâfîsi imkânsız yanlış hükümler vermeye yol açar…
Zımnındaki mazmûnuyla “şeytân İblîs’in, doğru söylediği için dokuz kat gökten kovulduğu” yorumuna dayanan şeytânî kaynaklı bu söz, öncelikle Allâh’a bir iftirâdır… Dahası bu bâtıl sözü kullanan herkes, önce Hakk’ın hukûkunu, sonra da bin yanlışı bir doğru sözle perdelemeye yol bulduğu için de hakîkatın hukûkunu çiğnemiş olmaktadır…
Biliyoruz ki ne Hakk’ın hukûku ne hakîkatın hukûku ve ne de halkın hukûku o kadar kıymetsiz ve de ucuz değildir…
*******
Hulâsa-yı merâm…
Doğru söyleyeni mi dokuz köyden kovarlarmış, yoksa bin yanlışını bir doğru sözle örtmeye, kisvelemeye, kılıflamaya çalışanı mı..?
Ne Hakk ne de Hakk’a tapan halk doğru sözü ve doğru söyleyeni dokuz köyden kovarak cezâlandırır; bunu böyle göstermek kimin haddinedir..? Olsa olsa şeytâna ve nefislerine tapanlar doğruya ve doğruluğa böyle bir cezâyı revâ görürler…
Gelin de cân kulağımızı hakîkî bir töresöze tutalım:
Güneş, balçıkla sıvanmaz…
Şeytânın doğruları cümlemizden ırak olsun…
Vesselâm…
Abdülkadir Dağlar