Doç. Dr. Abdülkadir Dağlar

Fecr – Ferc Kelimelerine Dâir

Türkiye, son iki asırdır fecr-i sâdıkın, yânî hakîkî fecrin beklendiği tek ülkedir… Zîrâ, üzerine fücûr karanlığının en ziyâde çöktüğü ülke de Türkiye’dir… Hele, fücûr karanlığının Türkiye üzerine en yoğun bir şekilde çöktüğü zamân ise, bu son devirdir…

Ve’l-fecr

Böyle yemîn etmektedir, Allâh, Fecr Sûresi’nin başında..:

Fecr vaktine and olsun

Kur’ânî müjdedir: Her zorluğun ardında muhakkak bir kolaylık, her sıkıntının arkasında muhakkak bir ferah vardır… Her gecenin sonu muhakkak sabâh, her karanlığın ardı muhakkak aydınlıktır… Bir girîzgâhtır, fecr; geceden gündüze, zorluktan kolaylığa, sıkıntıdan feraha… Ve bir doğumun, bir doğuşun müjdesidir, fecr…

Bir teşbîh dâiresinde adlandırmak gerekirse, aynı ana-babanın çocukları mesâbesindeki kelimelerin kökenini arama işi “iştikâk”, aynı nene-dedenin torunları mesâbesindeki kelimelerin kökenini arama işi de “iştikâk-ı kebîr (büyük iştikâk)” olmalıdır… Ana bir baba ayrı ya da baba bir ana ayrı olan çocuklar mesâbesindeki kelimelerin kökenini arama işinin ise “iştikâk-ı ekber (en büyük iştikâk)” şeklinde adlandırılabileceğini söylemek mümkündür…

Öyleyse, f(e)-c(e)-r(a) ile f(e)-r(i)-c(e) üçlüleri arasında mevcûd olan iştikâkın çeşidine dâir ne söylenebilir..? Aynı harflerden teşekkül etseler de, harflerinin üçlü f(e)-(a)-l(e) dizisindeki düzenleri farklı olduğu için, bu üçlü köklerden gelen kelimeler arasındaki iştikâk alâkası “iştikâk-ı kebîr (büyük iştikâk)” şeklinde adlandırılmaktadır…

Fecr – Fücûr

Fecr, esâs olarak “yırtmak, yarmak; yarılmak; iki parçaya ayırmak; gün ufkunda görülen ilk aklık; gün ufkunun ağarmaya başlaması; akacak olan suya yol açmak; suyun akabilmesi için taş veyâ toprağın yarılması; fecir” anlamlarındadır…

Bununla birlikte İslâmî ıstılahta “sabâh namâzının girdiği vakit; iftârın bittiği, imsâkin başladığı vakit; gün içinde orucun başladığı vakit” anlamlarını karşılamaktadır… Kezâ, fecr-i kâzib -yalancı sahte fecr- ile fecr-i sâdık -hakîkî doğru fecr- tâbîr edilen iki kavram da bu bağlamda ayrıca bir yer tutmaktadır…

Fecr, Leyletu’l-Kadr’in, yânî Kadir Gecesi’nin bittiği vakittir… Zîrâ şöyle buyurulmaktadır..: “Selâmun hiye hattâ matla‘i’l-fecr… (O – Leyletu’l-Kadr-, fecrin doğuşuna kadar selâmettir…)”… (Kadr / 5)

Fecr, “Ve’l-leyli izâ yağşâ… (Karanlığıyla iyice bürüyüp örttüğünde geceye and olsun…)” (Leyl / 1) ile “Ve’l-leyli izâ yesr… (Geçip gitmekte olan karanlık geceye and olsun…)” (Fecr / 4) âyetlerinde ifâdesini bulan, karanlığın yarılarak gün ışığından müjde verdiği bir vakittir…

Fecr, oruç için imsâkin başlangıcını teşbîh yoluyla tasvîr eden “Ve kulû ve’şrebû hattâ yetebeyyene lekumu’l-haytu’l-ebyazu mine’l-hayti’l-esvedi mine’l-fecr… (Fecrin beyaz ipi siyah ipinden size göre farkedilinceye kadar yiyin, için…)” (Bakara / 187) âyetinde de beyân edildiği gibi, akla karanın artık belirli hâle geldiği vakittir…

Fecr kelimesi ile doğrudan iştikâk hâlinde kökteş bir kelime daha vardır ki, bilhassa ferd ve cemiyet bağlamında bir olumsuz hâle işâret etmektedir: Fücûr

Fücûr, “işret âlemlerinde eğlenmeyi alışkanlık hâle getirmek; içki, zinâ, livata ve diğer günahların sefâhat batağına dalmak” anlamlarına gelmektedir

Fecr, karanlığın en yoğun ve en kuşatıcı olduğu bir anda gecenin bir aklıkla yırtılması, yarılmasıdır… Fecr, fücûr zulmetinin yırtılıp nûr aydınlığının kendini göstermesidir… Fecr, nûrun fücûra galebe çalmasıdır…

Fecr, fücûr içinde geçen karanlık gecenin bittiğini, artık sabâh namâzı ile tevbe etme fırsatının doğduğunu gösteren vakittir… Fecr, oruca ara verildiği iftâr vaktinde devâm eden, helâlinden yeme-içme ve cinsî münâsebette bulunma faslının -bir bakıma helâl ıyş u işret faslının- biterek imsâk vaktinin başladığının alâmeti olan vakittir… Fecr, bin aydan daha hayırlı olan ve her türlü fücûr için tevbe kapılarının ikiye yarılıp açıldığı Leyletu’l-Kadr’in bittiğine işâret eden vakittir…

Fücûr, fecri örtüp kapatan, fecr vaktinin farkında olunmasına mâni olan gaflet ve şehvet hâlidir… Fücûr, fecri geciktiren, fecre mâni olan şeydir…

Fücûr, nâmûs, âr ve hayâ perdesini yırtıp atmaktır… Fücûr, kulluk şuûrunun ferdi ve cemiyeti muhâfaza edici örtüsünü yırtıp atmaktır…

Ferc – Ferâce

Gelelim iştikâk-ı kebîrin, yânî büyük iştikâkın ikinci tarafına…

Ferc, “çatlak, yarık, yırtık; erkek ve kadınların bedenlerindeki edeb-nâmus bölgeleri; kadınların üreme uzvunun iki kapaklı dış kısmı; ferç” anlamlarına gelmektedir… Ferc kelimesinin çoğul hâli fürûc kelimesidir, “bedendeki edeb yerleri, fercler” anlamlarında kullanılmaktadır…

Ferâce, “kadınların dışarıya çıkarken giydikleri, bedenlerini baştan ayağa kadar örten dışarı kıyâfeti; çarşaf” demektir…

Ferc, dışarıda ferâce mârifetiyle iyice örtülmesi, muhâfaza altına alınması gereken mahaldir…

Ferâce, -husûsiyetle de- kadındaki ferc bölgesini sâdece örtmekle kalmayıp, daha da gizleyerek belirsiz hâle getiren dışarı kıyâfetidir…

Artık bu noktada, iştikâk-ı kebîrin – yânî büyük kökteşliğin- her iki tarafını birbirleri ile tanımlamaya ve de birbirleri ile yorumlamaya başlanabilir…

Fecr – Ferc

Fecr ile ferc kelimeleri arasındaki iştikâk alâkasının merkezinde herhâlde “doğum-doğuş istiâresi” yer almaktadır… Yânî, bu kelimelerin kökteşlik alâkalarının, kendilerinden iki kuşak öncesinde birleşerek düğümlendiğini söylemek mümkündür…

Fecr, âdetâ gecenin fercidir; yânî, gecenin, en karanlık kısmında gün doğumu için yarılması, yırtılmasıdır… Fecr, âdetâ bir insânın fercden doğuşunun ilk ânıdır…

Günün fecrden doğumu ile bir insânın fercden doğuşu süreci, renk bakımından çok dikkat çekici bir benzerliğe de şehâdet etmektedir… Şöyle ki..:

İnsânın, anasının fercinden doğup çıkması sonrasında ana rahminden boşalan kanlar doğum bölgesini kıpkırmızı hâle getirir; bu, kanla ve kanlı mücâdele ânının manzarasıdır… Ardından, ananın benzi-bedeni kan kaybından ve yorgunluktan ötürü iyice sararıp solar…

Kezâlik, fecr ânından sonra gökyüzü şafağın kızıllıklarıyla allanıp donanır; güneşin, doğuşunu tamamlayıp iyice parlamasıyla da bu kızıllık yerini altın sarısı rengin hâkimiyetine bırakır… Artık güneşin, Leylâ adındaki geceden doğuşu tamamlanmış ve Leylâ’nın benzi-bedeni de kan kaybından ötürü altın gibi sararmıştır…

Öte yandan, fecr kelimesinin “suya yol açmak, suyun taşı toprağı yararak kendisine yol açması” anlamlarından hareketle, insânın, anasının fercinden doğumu sürecinde, fercin yarılarak suların boşalmasını ise temsîlî teşbîh zemîninde ayrıca yorumlamak mümkündür…

Fecr ile ferc arasındaki bu alâka, Necip Fazıl’ın Zindandan Mehmed’e Mektup şiirinden şu mısrâlarla yansımaktadır:

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş

Karanlığında nur, yeniden doğuş

Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş

Sen bir devsin, yükü ağırdır devin

Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin

Fecr – Ferâce

Pekâlâ, fecr ile ferâce arasında nasıl bir alâkadan bahsedilebilir..? Bu, bir teşbîh alâkası olabilir mi..?

Denilebilir ki fecrin evvelindeki karanlık, gökyüzünün ferâcesidir… Ferâce -ya da çarşaf- adı verilen dışarı kıyâfetinin, tahayyül ve tasavvur evrenindeki rengi siyahtır… Siyah ferâce kadın bedeninin ziynet sayılan mahrem bölgelerini nasıl örter ve gizlerse, karanlık gece de fecri ve fecrin evvelinde gökyüzünün altın gibi parlak gün-güneş ziynetini öylece örtüp saklar…

Fücûr – Ferc – Ferâce

Fecrin müştakkı olan fücûr kelimesinin ferc ve ferâce kelimeleriyle tanımlanabilme imkân ve ihtimallerine gelince de şunları söylemek mümkündür..:

Fücûr, ferci setreden örtünün nâmahrem erkekler ve kadınlar için yırtılmasıdır… Fücûr, nâmahrem erkeklerin ve kadınların ferclerini setreden örtüyü yırtmaktır… Fücûr, nâmahrem kadınların ferclerini zinâ yoluyla yarmaktır… Fücûr, livâta yoluyla erkeklerin ferclerinin yarılmasıdır…

Fücûr, erkeklerin ve kadınların, fürûcunu yânî ferclerini muhâfaza etmemeleri, bilakis teşhîr etmeleridir…

Fücûr, nâmahreme karşı mü’min kadınların tesettürünü sağlayan ferâceyi, yânî dışarı kıyâfetini, dışarı örtüsünü yırtıp atmaktır… Fücûr, kadınların ferclerini ferâcesiz bırakmaktır…

Ferec

İştikâk dâiresinde ferc ve ferâce kelimeleriyle kökteş bir kelime daha var ki buraya kadar bahse mevzû kılınan kelimelerin hepsiyle bir şekilde alâkadârdır: Ferec

Ferec, “açılma, rahatlama; sıkıntıdan kurtulma; ferah” anlamlarına gelmektedir… Ferecin diğer kelimelerle anlam alâkalarına gelince..:

Fecr vaktiyle birlikte doğum sürecine giren karanlık gece, güneşin doğuşuyla birlikte açılıp aydınlanarak belirsizlik hâlini bertaraf etmiş, ferec hâline kavuşmuş olur…

Fücûr hâlinin ortadan kalkmasıyla beşerî münâsebetler düzene girer; böylece hem ferdler hem de cemiyet rahatlayarak ferec elde etmiş olur…

Ferc, doğum esnâsında yavrunun ana karnından çıkış bölgesi olması dolayısıyla, ananın sancılarından kurtuluşunu sağlayan ferec mahallidir…

Ferâce, bilhassa mahremiyet gözeten kadının, bolluğu ve inceliği ile ev dışı mekânlarda ferah bir şekilde giyinebileceği bir ferec kıyâfetidir…

Hâsılı, bu iştikâk-ı kebîr ameliyesinin “açılma, ferahlama, aydınlanma” kavramları etrâfında bir fikrî temâşâdan ibâret olduğu söylenebilir…

Fecir Devleti

Yukarıdaki iştikâk ve iştikâk-ı kebîr ameliyelerinin şiir olarak ifâde edilmiş en bedî hâlinin, Sezai Karakoç’un Fecir Devleti şiiri olduğunu söylemek mümkündür… Bu şiir izleğinde yukarıdaki iştikâkî tanımlar ve yorumlar rahatlıkla izlenebilir..:

Çağırdığım fecirde yoğrulacak bir yapı

Dumanlar içinde

Alevler içinde bir Şeyh Galib’tir ustası

Taş-ses mercan kitap doğurgan yara

Fırtına öncesi bir uygarlık

Dumanlar alevler kan içinde bir usta

Ve Şeyh Galib, yeniden iş başında şafakta

Yeni dünyanın ilk ustalarından

Benim dünyamın muştucularından

Alev duman kan ve gül içinde

Leylâk, kadından düşen şafak

Ve kadın, anneden çocuğa akan

Bir şelâle belki, dünya kayalıklarından

Ta… Cennet’e dökülecek

Gül bahçelerinden gelen

Şeyh Galib işi

Bir şafakla

Savruluyorum kaybolan bir ses gibi o yana

Ne altın başaklar harmanı bu

Babamın biçtiği

Güneşin sıcaklığından rengini alan buğday…

Son asrın diğer töreli şâirleri gibi Sezai Karakoç da, son iki asırda Türk yurdunun karanlık dumanlar ve karanlıklar altında kaldığını kabûl etmiş, bunun üzerine bir fecri beklemiş ve hakîkî bir fecrin ümîdiyle yaşamıştır…

Sezai Karakoç, beklenen ve özlenen bu fecrin, devlet güneşinin -resmî olarak değilse de fikrî ve fiilî olarak âdetâ bir geceliğine- battığı devrin rûhuyla gerçekleşebileceğine inanmıştır… O rûh ise, -1799 yılında ölmüş olan- Şeyh Gâlib’in Dîvân’ındaki ruhtur…

Denilebilir ki, gelenek-yenilik arasındaki îtidalli duruşuyla Şeyh Gâlib, “halk-ı cedîd” mihverindeki hakîkî “teceddüd” rûhunu tekrar neşvünemâya kavuşturacak olan büyük rûhun sâhibidir… Onun, bilhassa Hüsn ü Aşk kitâbı, Dîvân Edebiyâtı geleneğinin son şâheseri, yeni Türk edebiyâtının da ilk şâheseridir; beklenen hakîkî ve sâdık fecrin sırları da -onun Dîvân’ıyla berâber- bu şâheserinin derûnunda gizlidir…

Velhâsıl… Anlaşılmaktadır ki, Sezai Karakoç’un Fecir Devleti, dirilişe ve yeniden doğuşa ancak şiirle kavuşacaktır; şiirin, mâşerî şuûraltını yeniden diriltmesiyle… Ve -yukarıdaki iştikâk ameliyesinin de delâletiyle- yine anlaşılmaktadır ki, yeniden doğuşu beklenen fecir devleti, baştan ayağa bir “ahlâk devleti”dir… Fecir devleti, “Ve’l-hâfızîne furûcehum ve’l-hâfızâti… (Ferclerinin nâmûsunu koruyan erkekler ve kadınlar…)” (Ahzâb / 35) âyetinde de beyân edilen, cennete lâyık iffetli ve ahlâklı erkeklerle kadınların oluşturduğu bir devlettir…

Türkiye, son iki asırdır fecr-i sâdıkın, yânî hakîkî fecrin beklendiği tek ülkedir… Zîrâ, üzerine fücûr karanlığının en ziyâde çöktüğü ülke de Türkiye’dir… Hele, fücûr karanlığının Türkiye üzerine en yoğun bir şekilde çöktüğü zamân ise, bu son devirdir…

Hulâsa… Ümîdini bu ülkeye bağlayanlar, duâlarını bu ülke için yapanlar bir fecr bekliyor… Duman, sis, pus ve karanlık memleketin tüm ufuklarını haylî haylî sarıp bürüdü… Fecr-i kâzib gerçekleşmiş idi; fecr-i sâdık ise yakındır…

Biz de bu fecri, Sezai Karakoç’un şiirindeki duâlarla çağıralım, âmînlerle dâvet edelim..:

Bir fecrin erleri

Batmış medeniyetimizin

Ruhumuzun arkeologları

Çıkıp çıkıp bir lânetli geceden

Geliyorlar

Işık tut Rabbim

Büyük ışığını esirgeme bizden

Koruyan acımana

Güzeller güzeli adlarına

Sığınan bu erlere

Işık tut Rabbim

Kur’an’ın aydınlığını yay gönlümüze

Peygamber duasını eş et bize

Saçılsın senin solmaz baharının gülleri yolumuza

Sırrına sır katılsın ulusumuzun

Yırtılsın inkârın zarı

Reddin seddi yıkılsın

İnancın fecri doğsun

Ağsın sabah yıldızı gibi ufkumuza

Batı ve Doğu bütün anlamıyla

Geçmiş ve gelecek bütün anlamıyla

Açılsın önümüze bir kitap gibi

Yeşeren ağaçlar eğilsin üstümüze

Damarlarımız canlansın eski ruhun dirimiyle

Alev duman ve kan içinde

Bir şafak yapısı belirsin önde

Şeyh Galib’in divânı gibi

Yükselsin önümüzde yeni fecrin devleti

Çağırdığım işte bu FECİR DEVLETİ

İnsanlığın yeni kader dönüşümünde

Âmîn… Âmîn… Âmîn… Bihurmeti Tâhâ ve Yâsîn…

Abdülkadir DAĞLAR

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. Üstad, Şeyh Galip demiş, iftariyelik bir azık ikram etmiş: ‘Yut yutabilirsen şimdi Galib’in demir leblebisini !’ Dokunaklı yazınız için müteşekkirim…

    1. Eyvallâh, efendim, teveccüh eylemişsiniz, eksik olmayınız… Sezai Karakoç ustâdın Şeyh Gâlib üzerine bu dikkatini âcizâne çok seviyorum… Mevlâ her ikisine de rahmetler, mağfiretler eylesin…🌷

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu