
TÖRELİ İŞTİKÂK – 66
Fu’âd ~ Fâ’ide ~ İfâde Kelimelerine Dâir
Mehmed Âkif’in Safahât adlı dîvânı, şu içten ve içli manzum mukaddimeyle başlamaktadır:
Bana sor, sevgili kârî, sana ben söyleyeyim,
Ne hüviyyetde şu karşında duran eş‘ârım:
Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri
Ne tasannu‘ bilirim, çünki, ne san‘atkârım.
Şi‘r için “göz yaşı” derler; onu bilmem yalınız,
‘Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa…
Bu manzûmenin, bir sözün, şiirin veyâ sözlü ifâdenin beşerî kaynağına ve üslûbuna dâir işâretler taşıdığını söylemek mümkündür: Söz veyâ şiir, hissiyât yüklü bir kalbden, bir yürekten gelmelidir ve mutlakâ samîmî olmalıdır… Okur –yâhut muhâtap-, ancak bu özellikteki sözlü ifâdeler vâsıtasıyla şâiri anlayabilir, şâirle bütünleşebilir ve ancak bu özellikteki ifâdelerden bir yarar umabilir, menfaat tahsîl edebilir…
Sözlü, yazılı ve eylemli bir söyleyişin, anlatımın ve aktarımın, yâhut umûmî mânâsıyla bir ifâdenin nasıl ve ne şekil olması gerektiğiyle alâkalı töreli telakkîleri de yansıtmaktadır, bu ifâdeler… İnsâna bahşedilmiş en husûsî dil terâzîsi kalb ve gönül ise, söz de o terâzîde tartılarak sunulmalıdır, ifâde edilmelidir… Zîrâ, –ne eksik ne fazla– ancak dikkat ve rikkat ölçülerince söylenmiş hassas sözler insanlara yararlı olabilir…
Edebî töreye dâirdir: “Kemâluke tahte-kelâmike. (Kemâlin, kelâmının altındadır.)”… Hazret-i Alî’ye izâfe edilen bu söz, insânın olgunluğunu kelâmının olgunluğuna nisbet etmektedir… Kemâl, “doğru, iyi ve güzel gibi cevherî niteliklerle berâber yararlı niteliğini de hâiz olmak” şeklinde tanımlanacak olursa, kelâmın kemâlinin, fesâhat ve belâgatıyla berâber, yararlı olmasıyla da alâkalı bulunduğu söylenebilir…
El-hakk ve’l-mutlak…
Kelimelerin birbirleriyle kökteşlik ve akrabâlık münâsebetlerinden, onların âit oldukları medeniyyetin îman, ilim, irfan, tefekkür, san‘at, zanâat, ticâret gibi alanları kuşatan umûmî hayat tarzının izlerini sürebilmek mümkündür… Bu iz sürme ameliyesi de iştikâk ilmi dâiresine dâhildir…
Bu iştikâk denemesi ise, esâsen merkezinde “fu’âd” kelimesinin bulunduğu bir dâirede devr ü temâşâdan ibârettir… Bir takdim mâhiyetinde söylemek gerekirse, fu’âd, insanda hem rûhî, hissî, zevkî ve hem de aklî, fikrî, tecrübî eylemlere kaynaklık teşkîl eden mahaldir; bu yönüyle fu’âd, bir insânın en husûsî ve de en mahrem alanı sayılır…
Tafsîlâta gelince…
Fu’âd, “kalb, yürek, gönül” anlamlarına gelmekle birlikte “akıl, lübb, ök” anlamlarını da taşımaktadır… Cem‘i –çoğulu– ise ef’ide kelimesidir… Her iki kelime de Kur’ân lugâtına dâhildir…
Fâ’ide, “yarar, menfaat; kullanış, kazanç, kâr; fayda” anlamlarındadır…
İfâde, “-başkasına- yarar sağlama, yararlı hâle getirme, fayda verme; –başkasına-açıklama, anlatım, söyleyiş” anlamlarında kullanılmaktadır…
Hemen burada, bu kelimeleri iştikâk yoluyla alâkadâr eden şu kelimelerden de bahsetmek lüzûmu vardır:
Feyd, “yarar olma, fayda bulunma; menfaat ortaya çıkma” anlamlarındadır…
Fevâ’id, fâ’ide kelimesinin cem‘i olarak “yararlar, faydalar; yararlı, yarayışlı ve faydalı olan şeyler” demektir…
İstifâde, “-kendisine- yarar sağlama, yararlı hâle getirme; yararlanma, faydalanma; –kendisine de- açıklama, anlatma, söyleme” anlamlarında kullanılmaktadır…
Fâ’ide kelimesi doğrudan feyd kökünden müştakk –türemiş– sayılsa da, bu denemenin niyeti ve mâhiyeti îcâbı, daha ziyâde aynı kökten gelen başka bir masdar kelimeyle, yâni fu’âd kelimesiyle alâkalandırılarak yorumlanacaktır (Bu yollu iştikâktan, ayrıca ifâde ve istifâde kelimeleri de nasîbini alacaktır.)… Zîrâ, fâ’ide ve ifâde kelimelerinin fu’âd kelimesiyle derin, kuvvetli alâkası görülememekte –yâhut görmezden gelinmekte-, zamanla üzerinin daha da kapanıyor olmasından mütevellit, bu mânîdâr alâka hiç gösterilemez hâle gelmektedir…
Fu’âd, insan için –feyd ve– fâ’ide derecesi en yüksek uzuv yâhut merkezdir… Fu’âd, fâ’idenin ana yurdudur; fâ’ide, fu’âddan çıkıp gelir… Fu’âd, fâ’idenin en mühim mi‘yârı ve mikyâsı, yâni en önemli ölçüsü ve ölçeğidir; bir şey, fu’âddan kaynaklanıp geldiği nisbette fâ’ideli olabilir, fu’âdda karşılığı olmayan bir şeyin fâ’idesinden ise bahsedilemez… Fu’âd, fâ’idenin emniyetidir; fu’âdını muhâfaza eden kimse, fâ’ideli şeylerin ve işlerin de te’mînâtı sayılır…
Fu’âd, ifâdenin menşe’idir, ifâdeye doğruluk ve güzellik veren beşerî-insânî merkezdir… Fu’âd, fâ’ideyi ifâdeye dönüştüren âmil unsurdur… Fu’âd, aynı zamanda, ifâdede bir fâ’ide hâsıl edip ortaya çıkartan, yâni ifâdeyi de fâ’ideye dönüştüren fâil unsurdur; zîrâ, ilhâmını fu’âddan almayan, sâdece nefsânî ve bedenî sâik ve sebeplerle gerçekleşen bir ifâdeden hakîkî mânâda bir fâ’ide hâsıl olmaz… Fu’âd, ifâdenin murâkıp, müşâhit ve muhâfızıdır; ifâdeyi gözetip kollayarak mütekellimin muhâtabı fâ’ide yüklü olmayan sözlere, açıklamalara ve yorumlara dûçar bırakmasına mâni olur…
Fâ’ide, feyd ile berâber fu’âd kelimesinin ism-i fâili olan kelimedir; yâni, fâ’ide, bir feyd hâsıl eden ve bir fu’âdı yansıtan şeydir… Fâ’ide, fu’âddaki menfaat ve yarar tohumudur; fâ’ide tohumu, fu’âdda neşv ü nemâ bulur, sonra da fu’âddan çıkarak ifâde ve istifâde eylemine dönüşür… Fâ’ide, ifâde eylemine dönüştürülerek fu’âdın dışına çıkartılıp aktarılması gereken şeydir… Fâ’ide, ifâdenin feri ve kuvvetidir; bir ifâde, fâ’idesi nisbetinde parlak, güçlü ve etkilidir…
İfâde, fu’âdın aslî eylemidir; zîrâ, fu’âd, taşıdığı fâ’ideyi sâhibine doğru ve güzel ifâde ettirmekle vazîfeli ve yükümlüdür… İfâde, fu’âdın ve fâ’idenin aynasıdır; bir bakıma da, fu’âddaki fâ’ideyi ortaya çıkarma, yansıtma, gösterme, iletme ve aktarma eylemidir… İfâde, fu’âdın dili ve söz hâlidir; fu’âdı konuşturup beyâna getiren, ifâdedir…
İfâde, fu’âddaki fâ’ide tohumunu başka fu’âdlara ekme eylemidir; istifâde ise, başka fu’âdları mayalayan bereketli fâ’ide tohumuyla kendi fu’âdını yeniden tohumlamaktır…
İfâde vü istifâde…
Töreli tâlim, tedris ve terbiyenin asıl gâyelerinden ve esas usullerinden biridir, ifâde vü istifâde: Bir ifâde, aynı zamanda fâiline ve âmiline de dönmeli, kişi başkalarına ifâde ettiği şeyden kendisi de istifâde etmeli, fâ’ide sağlamalıdır; yâni, öğretirken öğrenmeli, göstermeye çalışırken daha ince görmeyi öğrenmeli, sözlerini başkalarıyla birlikte kendisi de işitmeli, başkalarının fu’âdına mürebbîlik yaparken kendi fu’âdını da terbiye etmelidir…
“Büyütme, yetiştirme” anlamına gelen terbiye kelimesine, bu iştikâk bağlamında, “fu’âd toprağında gömülü bulunan fâ’ide tohumunu besleyip büyütme ve ifâde edilecek seviyeye kadar yetiştirme” anlamı verilebilir… Bu esâs üzerine kurulan her tâlim ve tedris usûlü de törelidir… İnsanların en hayırlısı Resûlullâh –aleyhissalâtu vesselâm– efendimiz de “Hayru’n-nâs men yenfe‘u’n-nâs. (İnsanların en hayırlısı, insanlara fayda sağlayandır.)” buyurarak, beşerî münâsebetlerin ve muâmelâtın esâsını çoklu fâ’idenin teşkîl ettiğine işâret etmektedir…
Fâ’ide îmandandır…
Eğer, bir kişide îmânın mahalli fu’âddır, denilebilirse, mü’min bir insânın her eylemi fâ’ideli, her sözü ve her ifâdesi de nice fâ’idelerle yüklü olmalıdır… Kâmil mü’min bir insânın fu’âdı, fâ’idesiz sözler üretmez ve fâ’idesiz eylemlerin de ilham kaynağı olmaz…
Kur’ân-ı Kerîm’de mü’minlerin vasıfları anlatılırken “Ve’llezîne hum ‘ani’l-lağvi mu‘rizûn. (Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.)” (Mü’minûn / 3) buyurulmaktadır… Bir Hadîs-i Şerîf’te de bu âyet tefsîr edilircesine “Mâlâyânîyi -faydasız sözleri ve lüzumsuz işleri- terk etmesi, kişinin iyi bir Müslümân oluşundandır.” dendiği rivâyet olunur… Anlaşılmaktadır ki, töre dâiresinde fâ’idesiz insanlar ile fâ’idesi olmayan eylemler kerih görülmektedir…
Îman, tam bir ifâde ve istifâde tohumudur; mü’min de, tam bir ifâde ve istifâde insânıdır… Fu’âdında îman tohumunu taşıyan kimse, eylemleri ve sözleriyle hem karşısındaki insanlara fâ’ide verip yarar sağlar, hem de bu yolla kendisi sevap kazanır, kazanç sağlar… Fu’âdında îman tohumu yer etmemiş bir insandan ise, mutlak ve hakîkî mânâda bir fâ’ide beklenemez, hâsıl olamaz…
Hâsıl-ı kelâm…
Allâh’ım..! Senden fu’âdımıza dil istiyoruz; bizi bîzâr eyleme… İlâhî..! Rûhumuza, aklımıza ve bedenimize bir fâ’idesi olmayan herkesten, her şeyden ve her eylemden sana sığınırız, bizi emîn eyle… Rabbenâ..! Bizi, cümle mahlûkâta ve bütün kâinâta fâ’ideli insanlardan eyle… Âmîn…
Selâm’ın selâmeti ve Latîf’in letâfeti cümlemizin üzerine olsun…
Abdülkadir Dağlar