Yûnus Emre bu dünyâda iki kişi kalur dirler
Meger Hıdır İlyâs ola Âb-ı Hayât içmiş gibi…
Töreli Türk tabîat telakkîsine göre, bir yıllık devriye içinde artık kışın sona ererek yazın başladığının işâret ve beşâreti olarak kabûl edilir, 5-6 Mayıs Hıdrellez günü… Hıdır ile İlyâs necidirler; birer peygamber mi, yoksa kendilerine kerâmet bahşedilmiş birer velî midirler..? İlyâs, Hıdır’ın nesi olur; bizâtihî kendisi mi, yoksa kardeşi yâhut bir akrabâsı mı..? Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ile meşhur seyâhata çıkan hikmet sâhibi kul, Hıdır mı idi..? Töreli Türk Edebiyâtı’nın hem şifâhî hem de kitâbî metinleri, bu soruların farklı kabulleri gösteren türlü cevaplarıyla doludur… Ama her hâlükârda, bu soruların cevâbını arayan kimseye ezel ile ebed, kış-adem (yokluk) ile yaz-vücûd (varlık), memât ile hayât, gök ile yer, mânâ ile mâdde arasında ilişki kurduran iki kişidir söz konusu olan…
İştikâk da işin aslına, aslî mâhiyetine ulaşma yolunda bilhassa yeşil gök ile kara yer ve yaşıl kök ile kara dal arasında alâka ve münâsebet kurmayı gâye edinmiş bir ilmî ameliye olarak yine iş başındadır… Hayâtın kaynağı göktedir; yeryüzüne yaşlık veren, yeryüzündekileri yaşatan, yaşamın ve suyun kaynağı göktedir… Bu iştikâk denemesi de bu minvalde hadr – Hıdr – hudret kelimeleri arasındaki mânâ ilişkilerinin ışığında yeşil göklere bir yol bulma niyetiyle yazılmaktadır…
Hadr, “yaşarmak, yeşermek” demektir…
Hıdr, “kendisiyle ilgili inanışlara göre, Âb-ı Hayât’tan içtiği için kıyâmete kadar yaşayacağı kabûl edilen peygamber ya da velî; Hızr, Hıdır, Hızır, Hızır Nebî” anlamındadır…
Hudret, “yeşillik; yeşil renklilik” anlamına gelmektedir… “Yeşil, yeşil renk” anlamına gelen ahdar ile -onun müennesi olan- hadrâ kelimeleri de hudret kelimesinden müştaktır…
Hadr, Hıdr’ın kuru ve kara toprağa kadem basışının emâresidir… Hadr, Hıdr’ın hudret getirmesi, kuru ve kara toprağı suyla yeşertip yaşatmasıdır… Hadr, kuru ve kara toprağın suya gark olması, hudrete ve yeşile doymasıdır…
Hıdr, yaş ile yaşatılandır ve yardım ile yaşatmaya çalışandır… Hıdr, kuru ve kara toprağa su ve yaşlık ile hadr sağlayan kerem ve kerâmettir… Hıdr, Hakk’tan kendisine hadr ve hudret kudreti verilendir… Hıdr, kubbe-yi hadrâdan, yânî yeşil gökten kara yere ve kuru toprağa hadr ve hudret sağlayan yaşlı ve ulu bilgedir…
Hudret, kuru ve kara toprak ile toprağın çocuklarının hadr ile yaşa, yaşama ve yeşile kavuşmasının rengidir… Hudret, Hıdr’ı ve hadrı müjdeleyen renktir… Hudret, hadrâ renkli gökyüzünün, kara yeryüzünde yeşil sûrette tecellîsidir…
Yaşamak Yaşarmak Yaşıllık
Türkçe’de yaş kelimesinin, “yaş, nem, tâze, deniz” anlamlarının yanı sıra yaşıl > yeşil ve yaşamak kelimeleriyle alâkası düşünüldüğünde hadr – Hıdr – hudret kelimeleri ile ilgili inanışlar arasındaki derin anlam münâsebetleri daha da kavranılır hâle gelecektir..:
Türkçe şifâhî ve kitâbî metinlerle inşâ edilip aktarılagelmiş Türk medeniyet tasavvuruna göre kök > gök, yaşıldır, yânî yeşildir… Yûsuf-ı Hâs Hâcib, Kutadgu Bilig’in tevhîd bölümünde
Yagız yir yaşıl kök kün ay birle tün
Yaratdı halâyık öd ödlek bu kün
derken, göklerle yerin, güneşle ayın, günle gecenin ve tüm mahlûkâtın yaratılışını beyân eden Kur’ân âyetlerine de telmîhte bulunmaktadır…
Bu beyitte de izlenebileceği gibi, töreli edebî metinlerde teşbîh yoluyla, yeşil göğün -yânî gökkubbenin-, karayağız yerin -yânî toprak ya da türâbın- üzerine âdetâ çimen misâli bir yeşil örtü şeklinde tasvîr edilmiş olduğunu görmek mümkündür…
Türkçe’de yaş kelimesinin, “örtmek, kapamak, gizlemek” demek olan yaşmak ve “örtünmek, gizlenmek, saklanmak” anlamlarına gelen yaşımak, yaşanmak ve yaşınmak kelimeleri ile “gizli gizli, için için” ikilemelerine karşılık kullanılan yaşın yaşın ikilemesi ile anlam ilişkileri de yine bu minvalde dikkat çekici görünmektedir… Şöyle ki..:
Hudret yânî yeşillik toprağı örtmekte, toprağa ve canlılara yaşam katmaktadır… “Örtülü bahçe” anlamına gelen cennetin, zümrüt renginde, yaşılgan / yemyeşil olduğu tasavvur edilmektedir… Ve cennet, ebedî yaşam bahçesidir…
Ravza, yeşilliği bol olan bahçe anlamına gelmektedir; Medîne’de Resûlullâh -aleyhissalâtu vesselâm- efendimizin, Harem’i olan Ravzatu’l-Mutahhara’daki türbesini örten kubbe hadrâ / yeşildir… Konya’da bulunan Mevlânâ türbesini örten kümbet – kubbe de hadrâ / yeşildir…
Bilindiği gibi türbe – türâb kelimeleri “toprak” anlamına gelmektedir; bedenî ömrü tamamlayıp ölmüş de olsalar yaşadıkları kabûl edilen dîn ve tarîkat ulularının, velîlerin türbelerinde toprak üstü sandukalarının da yeşil renkli örtülerle sarılıp kapatılmasını rahatlıkla bu çerçevede yorumlamak mümkündür…
Gök Neden Yeşildir..?
Gök, yaratılışın, yaşamın ve yeşilin kaynağıdır… Ve gök, yerin yeşil örtüsüdür… Töreli yaratılış ve türeyiş nazariyâtı bu yeşil kaynakla ilgili şöyle bir tasavvur geliştirmiştir..:
Allâh, kendi zâtından ilk olarak bir yeşil cevher yaratmış… İlâhî aşk ve muhabbet nazarına muhâtab olan o yeşil cevher, o nazarın etkisiyle kaynayarak erimiş, köpürüp taşmış… Eriyip taşan o yeşil cevherin sudan latîf, sıvı kısmından Arş ile berâber Kürsî ve onun altındaki yedi felek –seb‘a semâvât, yedi gök– yaratılmış… Bununla birlikte, en alttaki birinci feleğin, yânî âlem-i şehâdeti kuşatan birinci göğün rengi ise zeberced yeşili olarak tasavvur edilmektedir…
Bundandır, suyun yaş olması,yaşamın ve yaşılın -yeşilin- kaynağı olması… Bundandır, kök yaşıl, gök yeşildir… Ve bundandır, gökkubbenin hadrâ olması… Nitekim buyurmaktadır her şeyin sâhibi..:
“Ve ce‘alnâ mine’l-mâ’i kulle şey’in hayy… (Cân taşıyan her şeyi sudan yaratıp türettik…)” (Enbiyâ / 30)
Hıdır, Hudret-i Hadrâ mıdır..?
Töreli şifâhî ve kitâbî İslâm edebiyâtında, Hıdr -yânî Hızır– hazretlerinin, İskender-i Zülkarneyn ile Zulumât Ülkesi’ne yaptığı seferde, Âb-ı Hayât’ı, yânî ölümsüzlük ve yaşam suyunu bulup içerek kıyâmete kadar yaşama fırsatını elde ettiğine inanılmaktadır; yânî, -tâbîri câizse- Hıdr hazretleri kıyâmete kadar yeşil kalacaktır…
Kezâ, Hıdr hazretlerinin -İlyâs ile birlikte- karada ve suda darda kalanların yardımına yetiştiği kabûl edilmektedir… Ayrıca, Hıdr hazretlerinin çorak toprağa oturduğunda oturduğu yerin hadr hâline kavuşarak yeşerip otlandığı da aktarılan rivâyetler arasındadır…
- asır Dîvân şâirlerinden Revânî, sevgilinin yüzünde yeşile çalan rengiyle yeni çıkmaya başlayan ayva tüylerinin (hat-ı sebz), âşığın gönül gözündeki dâimî hayâlini Hıdr’a benzetmektedir..:
Hat-ı sebzün hayâlidür gönülde gözde ey dil-ber
Hıdırdur gûyiyâ ol kim kurıda yaşda hâzırdur
Yânî, beyitte gönül karayı ve kuruluğu, göz ise suyu ve yaşlığı temsîl etmektedir; Hıdr ise, sevgilisinden ırak düştüğü için darda kalan âşığın karada ve suda imdâdına yetişmektedir…
Öte taraftan, Hıdr hazretleri her seferinde farklı bir ton > don, kılık – kıyâfet ve görünüşte tezâhür etmekte, sürekli don değiştirme yânî kılık – kıyâfet değiştirme yoluyla da gizli – saklı kalmaktadır… Nitekim, ilgili efsâneye göre Hıdr hazretlerine en uzun yaşamı sağlayan Âb-ı Hayât’ın da sislerle, buğularla perdelenip örtülmüş hâlde olan Zulumât veyâhut Karanlıklar Ülkesi’nde saklı bulunduğu bilinmektedir…
- asır Dîvân şâiri Âşık Çelebi de güneş – sultân istiâresi üzerine inşâ ettiği
Çeşme-yi Hayvân gibi zulmetde kalmışdı güneş
İrmemişdi ana Hıdr-ı subh İskenderleyin
beytinde kapkaranlık upuzun bir kış gecesi tasvîri sadedinde, güneşin, zulmet (Zulumât Ülkesi) karanlığında bulunan Çeşme-yi Hayvân (Âb-ı Hayât) gibi, gecenin karanlığı altında kaldığını, İskender’e (Zülkarneyn) yol gösteren Hıdr-ı subh (yeşil bahâr Hıdr’ı) gibi bir kılavuz bulamadığı için de karanlıktan kurtulamadığını beyân etmektedir…
Tüm bu dikkatlerin, değerlendirme ve yorumların üzerine, -efsânede geçmese de- geleneğin müşterek şuûraltındaki telakkî ile Hıdr hazretlerinin yeşil kıyâfetler içerisinde tasavvur edildiğini, bundan dolayı da kendisinin yeşil işâret ve beşâretlerle beklendiğini, bu şekilde de tecellî ettiğini söylemek mümkündür…
Yine 16. asır Dîvân şâirlerinden Emrî’nin
Çünki dil İskenderi ıklîm-i ‘ışka şâh olur
Ana Hıdr-ı reh yeşil tonlu duhân-ı âh olur
mısrâlarına göre ise, gönül sultânı (İskender-i Zülkarneyn) aşk ülkesine pâdişâh olduğunda o sultâna Âb-ı Hayât’ın yolunu gösterecek olan yeşil kıyâfetli Hıdr, gönül âteşinden yükselen âhın dumanı olacaktır… Zîrâ, âşığın gönlü Âb-ı Hayât ülkesidir, o ülke de sisler ve buğular (duhân) altındadır…
Bu bahsin son yorumlarını Hızırla Kırk Saat geçirmiş olan Sezai Karakoç’a bırakalım..:
Kıyamet gününden önce
Hızır çekilecektir yeryüzünden
Sonra yeşillikleri yaylaların
Eski zaman duvarları gibi yükselen çınarların
Çinilerin minyatürlerin duayı ansıtan boyaların
Güneşte bir kuş gibi çırpınan kasabaların
Göz ağrısı getiren tozların
Yeşili kırmızısı sarısı çekilecek önce
Evlerde avlularda duyulacak bir eksilme
Yoldan bir ölü götürüyorlarmış da sezmişler gibi
Çıkacaklar dışarı ama
Yollar ıssızdır sonsuzca
Hızır’ın gidişiyle birlikte
Yol ıssızlığı gelişecektir…
Ve duâ… Ve duâ… Vedduâ…
Allâh’ım, memleketimizin üzerinde hadrı ve hudreti dâim eyle… Allâh’ım, milletimize Hıdr’ı yoldaş eyle… Allâh’ım, hakîm Hıdr’a lutfettiğin hikmetle dîn ü devletimizi muhkem eyle… Âmîn…
Hidâyet ve selâmetle kalalım…
Abdülkadir DAĞLAR