DilDoç. Dr. Abdülkadir DağlarEdebiyât

‘İbret – ‘İbâre – ‘Ubûr Kelimelerine Dâir

Kelimelerin gördüğü rüyâya mazmûn denir; mazmûn rüyâsını kelimelerle ta‘bîr eden ilme de iştikâk adı verilmiştir… Töreli iştikâk, kelimelerle kelimeler ve kavramlarla kavramlar arasındaki kapıları ve pencereleri açıp ötekine veyâ ötelere geçiş sağlayan, en nihâyetinde mazmûna ulaşmayı gâye edinen ilim ve ameliyedir… Töreli iştikâk, mazmûn tözlerinden kavramların ve kelimelerin nasıl türeyip türevlendiklerinin izini süren bir temâşâdır…

İştikâka dâir önceki denemelerde olduğu gibi, bu yazı da yine mazmûnu görebilme ümîdiyle düşülen yolda, kelimeler ve kavramların peşindeki bir seyrüseferden ‘ibârettir; ama, sâdece yolu gösteren kılavuz kelimeler farklıdır, o kadar… Bunlar, (a)-b(e)-r(e) masdarından türeyip türevlenmiş olan kökteş veyâ müştakk kelimelerdir… Tatvîl-i kelâm etmeden bu kelimelerle tanışmak yerinde olacaktır…

İbret, “bir olaydan, bir hâdiseden, târihî tecrübelerden, bir şeyin veyâ bir kimsenin hâlinden çıkarılması gereken ders, alınması gereken öğüt” anlamındadır…

İbâre, “kelimeler dizisinden oluşan bir söz; bir metinden alınan bir parça söz veyâ bir cümle; yazılı ifâde belirten cümle” anlamlarındadır…

‘Ubûr, “geçme; karşı yakaya, öte tarafa geçiş” anlamlarına gelmektedir…

İbret, tüm zamanların insanlık tecrübesini nakleden büyük târih kitâbının ibârelerinden çıkarılan derstir… ‘İbret, içinde bulunulan ândan hareketle târîhin geçmiş devirlerine ubûr etme, geçiş yapma sûretiyle alınan öğüttür… ‘İbret, ‘ibârenin lâfzından mânâsına, mânâsından murâdına, murâdından da mazmûnuna ‘ubûr etmek, geçmek sûretiyle alınan ders veyâ öğüttür… Aslına bakılırsa ‘ibret, bu kazâ âleminde yaşanmış ve yaşanmakta olan her şeyin, kader defteri sayılan Levh-i Mahfûz’da yazılı ‘ibârelerin tecellîlerinden ibâret olduğunun idrâkini elde etmektir…

İbâre, bir metnin içerisinde yer alan ibret yüklü cümle veyâ ifâdelere denir… ‘İbâre, bir metinde okuyanı veyâ muhâtabı muayyen bir mânâya, murâda ve mazmûna ‘ubûr ettirmek, geçirmek üzere îrâd edilmiş bir cümle veyâ ifâdedir… ‘İbâre, muhâtabını bir ibrete ubûr ettiren, geçiren sözdür…

‘Ubûr, ‘ibret tahsîl edebilmek için, ‘ibârenin lâfzından mânâsına, mânâsından murâdına, murâdından da mazmûnuna geçiştir… ‘Ubûr, ibâreden ‘ibrete, ‘ibretten ta‘bîre, ta‘bîrden de i‘tibâra geçiştir…

Teşbîh yoluyla denilebilir ki, ‘ibâre “kıssa” ise ‘ibret “hisse”dir; kıssadan hisseye ‘ubûr edebilenler, geçebilenler, yâni kıssadan hisseyi ta‘bîr edebilenler ancak i‘tibâra kavuşabilirler… Kezâ denilebilir ki, suya düşenlerden ve düşüp boğulanlardan ‘ibret alabilenler ancak karşı yakaya sâlimen ‘ubûr edebilirler, geçebilirler…

Bu kelimelerle birlikte aynı kökteşlik âilesinde (a)-b(e)-r(e) üçlü kökünden türevlenmiş başka kelimeler de bulunmaktadır…

İbâret kelimesi, Türkçe’de “oluşmuş, meydâna gelmiş; sâdece; ancak o kadar” gibi anlamlarda, çıkma ya da ayrılma hâl ekiyle (-dan/-den/-tan/-ten) çekimlenmiş bir kelimeden sonra kullanılmaktadır… ‘İbâret, esâsında yine “fi‘âlet” veznindeki ‘ibâre kelimesiyle aynıdır, bir farkla ki sondaki “t(â)” harfi açıktır…

 ‘Abîr, “tabîî maddelerden elde edilmiş güzel, hoş koku” anlamına gelmektedir…

‘Abîr, içinde bulunulan ândan geçmiş bir tecrübeye doğru ‘ubûr ettiren, geçiş sağlayan güzel kokudur… ‘Abîr, şuûraltına aslî vatanı hâtırlatan veyâ şuûraltını aslî vatana ‘ubûr ettiren hoş kokudur… ‘Abîr, ‘ibret alma kuvvesini harekete geçiren ve canlı tutan güzel kokudur… ‘Abîr, daha önce nerede duyulduğu âşikâr olmaması yönüyle, sanki rüyâ âleminde hissedilmiş gibi ta‘bîr edilmeye muhtaç hoş kokudur… ‘Abîr, bulundurana ve kullanana i‘tibâr kazandıran hoş kokudur…

Bilindiği gibi, güzel kokunun hâtıra ve hâfızayı geçmişe doğru harekete geçirme kuvveti vardır… Güzel koku, şuûraltını şuûra doğru harekete geçiren, bir insiyâkı şuûraltından şuûra doğru ‘ubûr ettiren telkîn vâsıtalarından biridir…

Ta‘bîr, “rüyâ yorumlama” demektir…

Ta‘bîr, rüyâyı yorumlayarak rüyâ görenin ‘ibret almasını sağlamak, ‘ibret telkîn etmektir… Ta‘bîr, bu âlemden rüyâ âlemine, rüyâ âleminden de hakîkat âlemine ‘ubûr ettirmek, geçirtmektir… Ta‘bîr, rüyâdan birkaç ‘ibâre, yânî birkaç yorum cümlesi çıkarmaktır…

İ‘tibâr, “saygı görme; güvenilme; önem verilme; geçer akçe olma; dikkate alınma” anlamlarına gelmektedir… Bu kelimenin ism-i mef‘ûlü de ziyâdesiyle kullanılmaktadır: Mu‘teber, yânî, “kendisine i‘tibâr edilen”…

İ‘tibâr, hayâta ‘ibret nazarıyla bakmak, yaşananlardan ‘ibret almaktır… İ‘tibâr, ‘ibâreden ‘ibret hissesi çıkarmaktır… İ‘tibâr, şahsiyetin hürmetini karşıdaki kişiye geçirten, yânî muhâtaba ‘ubûr ettiren saygınlıktır… İ‘tibâr, kendisinden ‘ibâret olma hâlidir; yânî, kişinin kendisine yetebilme ve kendisiyle kalabilme kâbiliyetidir…

Denilebilir ki, insanlık târihinden ve kendi geçmiş tecrübelerinden ‘ibret alabilen insanlar ancak i‘tibârlarını koruyabilirler…

İnsanlık târîhinde, rüyâ ta‘bîrine çok i‘tibâr edilmiş, ta‘bîr kâbiliyeti olan insanlar çok i‘tibâr görmüşlerdir, Hazret-i Yûsuf misâlinde olduğu gibi…

Târih boyunca, halkını -bir engelin veyâ- bir suyun karşısına ‘ubûr ettiren, geçirten insanlara i‘tibâr edilmiştir, Hazret-i Mûsâ gibi… Kezâ, inşâ ettikleri köprüler vâsıtasıyla suyu ‘ubûr ettiren, geçirten insanlar i‘tibâr kazanmışlardır, Mîmâr Sinân gibi… Sırât Köprüsü’nden ‘ubûr edebilecek, geçebilecek olan insanlar da Allâh katında i‘tibâr göreceklerdir; zîrâ onlar, dünyâ hayatlarında da sırât-ı müstakîm üzerinde yürümüş olanlardır…

Gel gelelim ‘İbrânî kelimesine… Bir kabîle veyâ kavme işâret eden bu kelimenin -yine (a)-b(e)-r(e) üçlüsünden türemiş olduğu- yukarıdaki kelimelerle iştikâk alâkası hakkında neler söylenebilir…

İbrânî, “Hazret-i Nûh’un oğlu Sâm’ın soyundan gelen ‘Âber adlı bir kişiye nisbet edilerek ‘Abr adı verilen bir Ortadoğu kabîlesine mensûbiyeti gösteren… Yahûdî kabîlelerin ataları olduğu kabûl edilen kavim –‘İbrâniyyûn-… Bu kavmin kullandığı dil –‘İbrânîce-…” anlamlarına gelmektedir…

‘İbrânî, Yahûdîler’in, Fırat’ın öte tarafına ‘ubûr eden, geçen atalarının kabîlesi sayılmaktadır… ‘İbrânî, kim bilir belki de, Hazret-i Mûsâ’nın, İsrâiloğulları’nın başında Kızıldeniz’i yarıp karşı yakaya ‘ubûr edişinin, geçişinin temsîlî bir ifâdesidir…

‘İbrânî halklarının târihinden, yaşantılarından ‘ibret alanlar ancak i‘tibârlarını muhâfaza edegelmişlerdir… Kur’ân-ı Kerîm’in birçok yerinde Yahûdîler’in ya da İsrâiloğulları’nın başından geçenler anlatılmış, müslümanların bundan ‘ibret almaları istenmiştir… Husûsiyetle, Medîne’deki Yahûdî kabîlelerinden biri olan Nadîroğulları’nın şehirden sürülmelerine dâir nâzil olan Haşr Sûresi’ndeki şu âyet, âdetâ bir ‘ibret vesîkasıdır:

Huve’llezî ahrece’llezîne keferû min-ehli’l-kitâbi min-diyârihim li-evveli’l-haşr mâ zanentum en yahrucû ve zannû ennehum mâni‘atuhum husûnuhum mine’llâhi fe etâhumu’llâhu min-haysu lem-yahtesibû ve kazefe fî-kulûbihimu’r-ru‘be yuhribûne buyûtehum bi-eydîhim ve eydi’l-mu’minîne fe‘tebirû yâ uli’l-ebsâr… (Ehl-i Kitap’tan inkârcıları ilk sürgünde diyarlarından çıkaran odur -Allâh’tır-; siz onların çıkacaklarını düşünmemiştiniz; onlar da kalelerinin kendilerini Allâh’tan koruyacağını zannetmişlerdi; ama Allâh’ın azâbı hiç beklemedikleri bir yerden geliverdi; o -Allâh-, onların yüreğine korku saldı; şöyle ki, evlerini kendi elleriyle ve mü’minlerin elleriyle yıkıyorlardı; ey akıl sâhipleri, ‘ibret alın…)” (Haşr / 2)

Baştan sona bir ta‘bîr, ‘ibret ve i‘tibâr kıssasından ‘ibâret olan Yûsuf Sûresi’nin son âyeti şu ‘ibâre ile başlamaktadır ki kıssanın sonunda bulunmasından ötürü de ayrıca pek mânîdar görünmektedir:

Lekad kâne fî-kasasihim ‘ibretun li-uli’l-elbâb… (And olsun, onların kıssalarında akıl sâhipleri için ‘ibretler vardır…)” (Yûsuf / 111)

Hâsıl-ı kelâm ve hulâsa-yı merâm…

‘İbâreden ‘ibret çıkarabilenler, ‘ibretten ta‘bîre ‘ubûr edebilenler ve ta‘bîrden i‘tibâr kazanabilenler akıl sâhiplerinden ‘ibârettir… ‘İbret basarıyla bakabilmek, ‘ibârenin lâfızdan ‘ibâret olmadığını idrâk edebilmek, rüyâları ta‘bîr edebilmek, mu‘teber olanı i‘tibârsız olandan tefrîk edebilmek için akıl sâhibi olmak gerekir… ‘Abîri derin bir hisle farkedebilmek, ismiyle tanıyabilmek, hâtırlattığı âlemin şuûrunda olmak ancak akıl sâyesinde mümkün olabilir… ‘İbrânîlerin târîhinden, yaşadıklarından, yaşattıklarından ‘ibret alabilmek için de ihtiyaç duyulan şey akıldır…

Bu nitelikli akıl, “akl-ı ma‘âd”dır, yoksa sıradan ve yüzeyden bir akıl olan “akl-ı ma‘âş” değildir… Akl-ı ma‘âd, mu‘teber akıldır, yânî, kâbiliyetiyle akl-ı ma‘âştan daha i‘tibârlıdır… Akl-ı ma‘âd, varlık mertebelerinden ‘ubûr edebilen, mevcûdâtı ‘ibret nazarıyla temâşâ edebilen ve kâinâtın oluş-bozuluş seyrini ise hayret makâmında hayranlıkla ta‘bîr edebilen akıldır…

İnsânı akl-ı ma‘âd ile mu‘teber kılan, insâna ‘ibret nazarı bahşedip ta‘bîr etme usûlünü öğreten, daha yolun sonuna gelmeden karşı tarafa ‘ubûr etme yolunu gösteren Hallâk-ı ‘Alîm’e sonsuz hamd ü senâlar olsun…

Selâm’ın selâmeti ve Latîf’in letâfeti cümlemize yoldaş olsun…

Vesselâm…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu