‘Îd ~ ‘Ûd ~ ‘Âdet ~ ‘Avdet Kelimelerine Dâir
Her anlamın, her kavramın ve her kelimenin bir ma‘âdı, yâni bir dönüş noktası bulunmaktadır; o noktadan gelirler ve o noktaya dönerler… Töreli iştikâk da tüm yorumlamalarını bu noktayı merkeze alarak yapmaktadır… Kalem, bir töreli iştikâk denemesi mâhiyetindeki bu yazıda, “dönüş istiâresi” merkezli bir dâirede, ‘îd – ‘ûd – ‘âdet – ‘avdet kelimeleri ile bâzı türevleri etrâfında temâşâ edecektir…
‘Îd, “bayram” demektir… Türkçe’de daha çok “‘ıyd” şekliyle kullanılmaktadır…
‘Ûd, “öd ağacı; öd ağacından îmâl edilen tütsü” anlamına gelmektedir…
‘Âdet, “düzenli ve sürekli yapılan iş; alışkanlık; tekrarlanan davranış; bir halkın, milletin ortak alışkanlıkları” anlamlarını karşılamaktadır…
‘Avdet, “çıkış noktasına geri dönmek; dönüş” demektir…
Bu kelimeler arasındaki anlam alâkalarını, ancak varlığın “tek bir aslî noktadan çıkış ve o aslî noktaya dönüş” serencâmına atıfta bulunarak kurmak mümkündür… Bu, beşeriyetin müşterek şuûraltındaki “ezelden ebede dönüş miti”nden beslenen bir alâkalar zinciridir…
‘Îd, ‘âdet demektir… ‘Îd yâni bayram, beşerî-ictimâî ‘âdetlerin en güzeli ve de en çok sevindirenidir… Her ‘îdin kendine hâs ‘âdetleri vardır; bu ‘âdetler mu‘âyede de denilen bayramlaşma merâsimi ile başlar ve devâm eder… Bilhassa bayram namâzı sonrasında câmilerdeki muâyede ‘âdet ve merâsiminin dâirevî bir dönüş görüntüsü arz etmesini de o dönüş mitinin bir yansıması olarak yorumlamak mümkündür…
‘Îd, ‘avdet demektir… ‘Îd, âdetâ aslî vatana, sılaya dönüş, yâni ‘avdet ediş sevincini yaşatan gündür, bayram günüdür… İslâm’da ‘Îd-i Fıtr adıyla anılan Ramazân Bayramı ile ‘Îd-i Adhâ adıyla anılan Kurbân Bayramı, esâsında aslî vatana ‘avdet, dönüş gününü temsîl eden sevinç günleridir… ‘Îd-i Fıtr, kelimenin bir anlamıyla da fıtrat ‘îdi, yaratılış bayramıdır; muvakkaten de olsa, insanları yaratılış ânına ‘avdet ettiren, insanlara yaratılış ânının sevincini yaşatan ve yaratılış gâyesini hâtırlatan bayramdır… Kezâ ‘Îd-i Adhâ ya da Kurban Bayramı’nın, haccın en mühim meş‘arı ve rüknü sayılan, Kâ‘be etrâfındaki tavâf ile, yâni dönüşlerle kemâle ermesi de aynı dönüş tasavvuruyla îzâh edilebilir… Bununla berâber, bu ‘îd ya da bayram günlerinin, bir senenin ‘avdetinin ya da dönüşünün bir göstergesi olduğunu da söylemek gerekir…
‘Ûd, ‘îd ağacıdır… ‘Îd yâni bayram günlerinde -bu arada kandillerde ve haftalık bayram sayılan Cum‘a günlerinde- ‘âdet olduğu üzere câmilerde, dergâhlarda tercîhen daha ziyâde ‘ûd ağacından îmâl edilmiş buhûrun yakıldığı, ortak topluluk mekânlarının bu kıymetli kokuyla tütsülendirildiği bilinmektedir… Hazret-i Peygamber Efendimiz’in “asâ”sı ile -iki basamak ve bir oturaklı- “minber”i, “iki ‘ûd” anlamına gelen ‘ûdân kelimesiyle ifâde edilmiş, dolayısıyla onun asâsı ile minberinin ‘ûd ağacından yapılmış olduğu şeklinde yorumlar ortaya çıkmıştır… Bundan hareketle, Hazret-i Resûlullâh’ın, ‘îd ya da bayram hutbeleri ile yine bayram sayılan Cum‘a hutbelerini, ‘ûd ağacından yapılmış bir minber üzerinde, yine ‘ûd ağacından yapılmış bir asâya dayanarak îrâd etmiş olduğunu söylemek mümkündür…
‘Ûd, ‘avdet ağacıdır… ‘Ûd yâni öd ağacının buhûru, insan rûhunu ve dimâğını âdetâ aslî vatana ‘avdet ettirmektedir… Kokunun “hâtıra uyandırıcılık” husûsiyetinin, diğer unsurlardan daha kuvvetli ve daha derinden tesirli olduğu söylenegelmiştir… Şekli ve çekiliş tarzıyla ezelî-ebedî dönüş tasavvurunun da bir nişânesi sayılan “tesbîh” îmâlinde ‘ûd yâni öd ağacının kullanılması, mutlak aslın, yâni Allâh’ın zikrinde koku unsurunun hâtırlatıcı oluşunun da dikkate alınması olarak yorumlanabilir… Ezcümle, ‘ûd, insâna aslını hâtırlatan her kokunun istiâresidir; insâna özünü andıran her kokuya ‘ûd denir…
‘Âdet, ‘avdet demektir… ‘Âdet, fıtrattan, yâni yaratılıştan gelen davranış, fıtrî alışkanlıktır… ‘Âdet, fıtratı, yâni yaratılışı hâtırlatan, insan rûhunu fıtratına döndüren töreli davranışlar, alışkanlıklardır… İnsanda olduğu gibi insan dışındaki tüm varlıklar da oluş-bozuluş çizgisinde fıtrî alışkanlıklarıyla etken ve edilgen olarak sürekli bir şekilde tekrarlanan eylem ve davranışlar içerisindedir; ‘âdet budur: Güneş ve Ay’ın doğuşu ve batışı, Dünyâ’nın dönüşü, mevsimlerin oluşması, hayvan sürülerinin göçleri ve benzeri tüm hareketler… “Kun…(Ol…)” ile “İrci‘î…(Dön…)” arasındaki süreçte tüm mevcûdâtın dâimî bir alışkanlıkla yaptığı eylem ve davranışların tamâmına ise ‘âdetullâh denilmektedir ki Türkçesi “töre”dir: Her doğan ölür, her gelen döner, her yeni eskir, her gecenin bir sabâhı vardır, her kış bahâra gebedir, her bâtıl zâil olur, adâlet mutlakâ yerini bulur…
‘Âdet, bir diğer söyleyişle, aslî vatandan getirilen, rûha aslî vatanını hâtırlatan, rûhu aslî vatanına ‘avdet ettiren, rûha âdetâ vuslat ve ‘îd sevinci yaşatan töreli iş, eylem, davranış ya da alışkanlıktır… ‘Âdet, bir i‘tiyâd, bir alışkanlık içerisinde tekerrür eden, âdetâ döne döne yapılan eylem ve gösterilen davranıştır…
‘Avdet, ‘îddir… ‘Avdet, âdetâ bir ‘îd ve bir bayram gününde, âdetâ bir ‘îd ve bir bayram yeri olan asıl vatana dönmektir… ‘Avdet, bir ‘îd, bir bayram sevinci yaşatan dönüştür… ‘Avdet, ebedî vuslattır… ‘Avdet, sevgilinin yanına dönüştür; Mevlânâ-yı Rûmî’nin dilinde şeb-i ‘arûs, yâni “düğün-bayram gecesi”dir… Bu dünyâda dahi böyledir: Gurbetteki garîb, ‘îd yâni bayram gününde vatanına ‘avdet etmek, âilesine ve sevdiklerine kavuşmak şevk ve arzûsunda olur… ‘Avdet, sevgili şehre dönüştür; muhâcirlerin Mekke’ye, Yahyâ Kemâl’in de İstanbul’a dönüşüdür…
‘Avdet, ‘âdettir, ‘âdettendir… ‘Avdet, aslını hâtırlayış, hayâlinde aslını görüştür… ‘Avdet, özüne, asıl vatanda yüklenilen aslî-fıtrî ayarlarına dönüştür…
Hulâsa… ‘Avdet, ‘âdetullâhın izleğinde, bir ‘îd gününde, ‘ûd kokusunun hayranlığıyla son beşerî ‘âdeti îfâ etmektir…
Tüm bu kelimeleri kendinde düğümleyen bir kelime daha var ki esâsında bu kelimelerin her biri, en kâmil bir şekilde ancak onunla tanımlanabilir: Ma‘âd… Bu kavramlar ile kelimeler arasındaki alâkaları yorumlayıp tanımlayabilecek olan akıl: ‘Akl-ı ma‘âd… Ve bu akla emniyet bahşeden şey: ‘Âidiyyet…
Ma‘âd, “‘avdet yeri, ‘avdet zamânı; dönüş” anlamlarına gelir… Ma‘âd, mutlak dönüş, gelinen yere dönüştür… Ma‘âd, “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci‘ûn…(Muhakkak, biz Allâh’a ‘â’idiz ve ona dönücüleriz…)” âyetinin mazmûnudur…
‘Akl-ı ma‘âd, bu âyetin mazmûnu izinde “kâmil bir şuurla mutlak dönüşü, mutlak dönüş zamânını, mutlak dönüş yerini düşünen ve her şeyin hesâbını bu dönüşe göre yapan kâmil akıl” demektir… ‘Akl-ı ma‘âd, insandaki ‘âidiyyet şuûrunu ayık ve ayakta tutan akıldır… ‘Akl-ı ma‘âd, ‘âdetullâhın şaşmaz kânunlarını idrâk edebilen akıldır… İnsan, ‘akl-ı ma‘âdı sâyesinde, sâdece ‘akl-ı ma‘âşla günlük ya da anlık yaşayan hayvanlardan ayrılır…
‘Âidiyyet, yâni “‘âidlik, ‘avdet edicilik”, fânî olana değil de bâkî olana ‘âid oluşun şuûrunu taşıma ayrıcalığıdır”… ‘Âidiyyet, tüm mevcûdâtın el-Vâcid’e, tüm mahlûkâtın da el-Hâlık’a ‘âid ve ‘avdet edici oluşunun farkında bulunma hâlidir…
Hulâsa-yı kelâm…
Alvarlı Efe, meşhur nutkunun başında söylüyor ki ‘avdetsiz ‘îd mümkün değildir:
Cân bula cânânını
Bayram o bayram ola
Kul bula sultânını
Bayram o bayram ola…
‘Âdetini ‘avdet ve ‘îd merkezli dâire içerisinde kuran, ‘avdeti ‘îde çeviren, ‘îdi ‘ûd kokuları ile dolduran Allâh’a sonsuz hamd u senâlar olsun… Onun sayısız salât u selâmı ise en kâmil ‘akl-ı ma‘âdıyla şaşmaz ‘âdetullâhı tâlim ve telkîn eden Hazret-i Resûlullâh’ın üzerine olsun…
Selâmet ve letâfetle…
Abdülkadir Dağlar