Doç. Dr. Abdülkadir DağlarMaârif

MAÂRİF BARIŞI

Maârif Barışı

Bu hasbihâl maârife dâir bir barış teklîfidir…

Cevheri parlatıyoruz, tekrar köreltmeyelim…

Yetiştirip büyütüyoruz, mahsûlünü almadan tekrar toprağına gömmeyelim…

***

İstifâde etmeye hâzır insan kaynaklarımızdan bahsettiğimiz âşikârdır…

Kendilerini tâlim ve terbiye eden, yetiştirip eğiten “devlet ana”larına çeşitli sebeplerle incinip kırılmış, ama bu kırgınlıklarını, tahsîl ettikleri âdâb ve terbiyeye riâyet ederek uluorta her yerde haykırmayan, önlerine her uzatılan mikrofona bağıra çağıra analarını şikâyet etmeyen tevekkül ve teslîmiyet hâlinde zümreler var… İncinmişliklerini, kırılmışlıklarını kendilerinden başka kimsenin bilmediği, çoğu kendi içlerine, evlerine ya da dar mahfillerine kapanmış mürüvvet ve fütüvvet sâhibi insanlardan müteşekkil mâsum zümrelerdir bunlar…

Gizli açık hıyânet şebekelerine âlet olarak analarına baş kaldırıp isyan bayrağı açmış “sözde kırgın” zümreler değildir kasdımız; zîrâ onlar mâsum değildirler, gizliden açıktan cemiyeti ifsat hareketlerine, kendilerini ve çevrelerini daha da harâretlendirerek devâm etmektedirler…

Merâm dâiremizin içi, biraz daha tebellür etmiş gibi…

Bu yazıda bu zümrelerden birinin sesi olmaya çalışalım:

DOKTOR[ALI]LAR…

Asgarî şartlarda– 4 yılı lisans, 2 yılı yüksek lisans ve 4 yılı da doktorada olmak üzere 10 yıl tahsîl verildikten –ya da aldıktan– sonra kendilerinden gerektiği gibi istifâde edilemeyen; kimisi harçlıksız, maîşetsiz, nafakasız; “Dr.” unvanlı yetişmiş insanlar zümresi… Her biri, –şöyle ya da böyle– kendi alanlarına dâir bir ilmî usûlün terbiyesinden geçmiş ve bir âlim üslûbunun da –en azından– kokusunu taşıyan insanlar bunlar…

ÖSYM’nin YKS (lisansa giriş), ALES (lisans üstüne giriş), YDS – YÖKDİL (yabancı dil) gibi merkezî sınavlarından –kendi alanlarının istemiş olduğu seviyeye göre– başarıyla geçmiş; yüksek lisansa giriş sınavı ve mülâkâtından, doktoraya giriş sınavı ve mülâkâtından başarıyla geçmiş; lisans, yüksek lisans ve doktora düzeylerinde toplamda yüzlerce kredilik dersleri başarıyla vermiş; her aşamanın sonunda da hazırlamış oldukları tezleri başarıyla savunmuş donanımlı bir insan kaynağı zümresinden bahsediyoruz –tabî ki istisnâları müstesnâ-…

Artık kimileri orta yaş sınıfına ermiş, binlerce gençten müteşekkil böyle bir insan kaynağının verimsiz, âtıl, kırgın ve küskün bir şekilde bir kenarda ilgisizliğe ve unutulmuşluğa mahkûm edilmesinin ne kadar elîm ve ne kadar vahîm olduğu, akıl ve vicdan sâhiplerinin mâlûmu olsa gerek…

En iyimser bir ihtimalle-, bu insanlardan kimisi evinde internet örümceğinin ağına düşmüş, kimisi bilgisayar oyunlarının mübtelâsı olmuş, kimisi de iş îlânlarının peşinde meslekî şevk ve ümîdini kaybetmiş vaziyettedir, maalesef… Bu yetişmiş insan gücünden yurt dışında yaşama hayâli kuranları ise saymak ve hattâ düşünmek bile istemiyoruz… Bu nitelikli yâhut vasıflı zümreyi “işsiz” diye nitelemek akl-ı selim sâhibi herkese acı verir; zîrâ onların işleri vardır, ama çalışıp kazanacak bir maîşet tekneleri yoktur…

Devlet ananın, bu doktor[alı] zümrenin tamâmını üniversite tedrîsâtında değerlendirmesi belki –ve tabî ki– mümkün değildir; zîrâ onların böyle bir tahsîli almalarına imkân sağlayan devlet, onlara böyle bir vaadde bulunmamaktadır… Ama bu zümre de bunca donanımına rağmen açıkta ya da boşta mı kalsın..?

Bu zamâna kadar birikmiş doktor[alı]lardan Millî Eğitim Bakanlığı bünyesine uygun olanlar, –mutlakâ kendi rızâları ve gönülleri alınarak– KPSS (kamu personeli sınavı) şartı aramadan, –birkaç yıl içerisinde meslekî tecrübe şartını sağladıktan sonra “baş öğretmen” yapılmak kaydıyla– “uzman öğretmen” vazîfesiyle istihdâm edilmelidir… Hattâ, daha üstün şartları hâiz olanlarına da MEB merkez teşkîlâtında çeşitli hizmetlerde görev verilmelidir…

MEB bünyesine uygun olmayan, gerek bürokratik veyâ diplomatik ve gerek teknik alanların doktor[alı]ları da –mutlakâ kendi rızâları ve gönülleri alınarak– yine KPSS şartı aranmadan devlet teşkîlâtının onlara uygun kurumlarında ve birimlerinde hizmet hayâtına başlatılmalıdır…

KPSS şartı aranmadan dedik; merâmımız anlaşılmış olacaktır… Zîrâ, o kadar sınavdan ve aşamadan  başarıyla geçen bir zümre için böyle bir sınav şartı aramak akılla, iz‘anla nasıl îzâh edilebilir..?

İnsan kolay yetişmiyor, hele ki bu keşmekeşlik çağında… İnsan kolay kazanılmıyor, ama eldeki insan ansızın kayıp gidebiliyor… Böyle vasıflı insan kaynağının hebâ edilmesine hangi devlet aklı göz yumar ki…

Maârifle alâkalı –bilhassa müfredat merkezli– geniş yapılanma ve yenilenme sürecine girildiği şu son dönemde bu ve benzeri barış adımlarının gündeme alınması, bu sürecin millet nezdinde de kabul görüp sâhiplenilmesine fırsat ve imkân sağlayacaktır…

***

Devlet ana, kendi mürebbâlarına ve evlâd u ıyâline sâhip çıkar… Bu şekilde kırgın ve küskün olanlara “barış kapısı” açılmalıdır ki gönülleri alınabilsin, o kapıya ilticâ etmeleri sağlansın…

Maârif câmiasının içinde veyâ dışında, bu şekilde barış eli bekleyen şâibesiz ve netâmesiz daha pek çok zümre vardır ki devletin şefkat, merhamet ve sahâbet kapısını gözlemektedir… Bir an önce bu zümrelerin kalem kalem tesbîti yapılmalı, devlet-millet arasında yeniden ve en hızlı bir şekilde gönül köprüleri kurulmalıdır…

Unutulmamalıdır, bir gönül bir insânı kurtarır; bir insan bir âileyi, bir âile bir mahalleyi, bir mahalle bir şehri ve bir şehir de bir ülkeyi kurtarır… Yeniden birlik ve dirlik bu “gönül ülkesi”nin yeniden te’sîsiyle mümkün hâle gelir…

Fâtih Sultân Mehmed’in Ayasofya Vakfiyyesi’nden meşhûr bir beyitle sözü hitâmına erdirelim:

Hüner bir şehr bünyâd eylemekdür

Re‘âyâ kalbin âbâd eylemekdür…

Hep birlikte selâmet ve letâfetle kalalım…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu