Bugün 1 Ramazân 1444…
Yine böyle bir ayda vahy-i İlâhîye muhâtab olarak nübüvvet ve risâletle vazîfelendirilen Resûl-i Ekrem -aleyhissalâtu vesselâm- efendimizin “Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennem azâbından kurtuluş…” olarak tavsîf ettiği Ramazân-ı Şerîf’in başındayız… Mevlâ teâlâya sonsuz hamd u senâlar olsun…
Bu aya ve bu ayın temel mefhum ve kelimelerine dâir bir töreli iştikâk denemesi nasıl yapılır, böyle bir iştikâk ameliyesinde neler söylenir..? Bakalım, görelim…
İnsan hayâtı muvakkattir; günlük, haftalık, aylık ve yıllık zaman dilimleri ise muayyen isimlerde vakitlerle bölünmüş bir hâldedir… Bu yazıda, muayyen bir vakte taalluk eden “sehûr” mefhûmu -ki günlük dilde sahur şeklinde telaffuz edilir- etrâfında bir tefekkür gayretiyle, s(e)-h(a)-r(e) üçlüsünden müştakk yâni kökteş bâzı kelimeler üzerinde bir iştikâk denemesi yapılacaktır…
Seher, “fecir öncesi vakit, tan yeri ağarmaya başlamadan önceki vakit” demektir… Kelimenin çoğulu eshâr şeklindedir…
Sehûr, “iftârın bittiğini gösteren fecrin öncesinde oruca hazırlık vakti ve o vakitte yenilen oruca hazırlık yemeği; sahûr” anlamlarına gelmektedir… Kelimenin, suhûr şekli de vardır… Sehûr vaktine ve yemeğine Anadolu ağızlarında “erlik” de denmektedir…
Sihr, “büyü, tılsım; sihir” anlamındadır…
Evvelemirde söylemek gerekir ki her sihr kötü değildir; meselâ, “helâl sihr” anlamında sihr-i halâl adı verilen bir edebî ifâde tarzı hüsn-i kabûl görmüştür… Buna karşılık, insanlar tarafından yapılan kötü niyetli sihirler ise münker görülmüş, yasaklanmıştır…
Seher, sehûr vaktidir, sehûrun vaktidir… Seher, oruç ibâdetine niyyetle sehûr hâlini alarak daha da rahmet, bereket ve kıymet kazanan bir vakittir… Seher, sehûr sofrası ile rızıklanmış bir resmin vaktidir…
Seher, -teşbîhi câizse- insanlar için günlük tabîatın en açık sihrine gebe olan vakittir… “Yûlicu’l-leyle fi’n-nehâri ve yûlicu’n-nehâra fi’l-leyl… (Geceyi gündüzün, gündüzü de gecenin içine sokar…)” (Hadîd / 6) âyetinde de mânâsını bulduğu üzere, Allâh, seher vaktinin sonunda gecenin içinden gündüzü çıkartır… Bu, insanlar için büyüleyici, hârikulâde bir olaydır; bu, -teşbîhi câizse- dünyânın tabîatında her gün tekrarlanan bir sihirdir…
Seher vakti, insanoğlunun bilmediği, farkına varmadığı -âdetâ sihr denebilecek- nice tılsımları, insânın ebedî hayâtını belirleyen nice feyizleri, nice bereketleri derûnunda saklamaktadır… Seher vaktinde yapılan ibâdetler ve zikirler, âdetâ sihirli, tılsımlı hareketler ve sözler gibi cennetin kapısını açan birer anahtar olabilmektedir… Cennet ehli mü’minlerin özelliklerinden birisi şöyle beyân edilmiştir: “Ve bi’l-eshâri hum yestağfirûn… (Seherlerde istiğfâr ile bağışlanma dilerlerdi…)” (Zâriyât / 18)…
Sehûr, Ramazân ayındaki seher vakitlerinin adıdır… Sehûr, orucun seheridir… Oruç, insan bedeni ve insan rûhu için bir nûrdur; sehûr da oruç nûruna gebe olan seher vaktidir…
Sehûr, seher vaktinde oruç tutabilmek için yenilen âdetâ sihr yüklü bir lokma ekmek ve içilen tılsım dolu bir yudum suyun adıdır… Öyle bir sihirli lokma ve öyle bir tılsımlı yudum ki oruç için sehûra kalkan mü’minin bedenini, rûhunu nûra garkeder… Öyle bir sihirli lokma ve öyle bir tılsımlı yudum ki oruç tutan mü’mini gün boyu açlıktan, susuzluktan korur… Öyle bir sihirli lokma ve öyle bir tılsımlı yudum ki sehûra kalkıp oruç tutan mü’mine şeytânın şerlerine ve şeytânî olanların iğvâlarına karşı dayanma, direnme kuvveti bahşeder…
Sehûr vakti ve yemeği ile alâkalı olarak, Nebî-yi muhterem -aleyhissalâtu vesselâm- efendimizin hikmet ve hakîkat yüklü “Bir yudum su ile de olsa sakın sehûru terketmeyin; zîrâ sehûr için kalkanlara Allâh rahmet eder, melekler de bağışlanma dilerler…” hadîsi de dikkatlere pek şâyândır… Şöyle ki bu hadîs, sehûrun bir lokma ekmek ve bir yudum suyundaki feyze, berekete, kerâmete işâret etmektedir…
Cennet nîmetlerinin kimlere sunulacağını beyân eden şu âyet, sanki husûsiyetle Ramazân ayının ve sehûr denilen Ramazân seherlerinin feyzinin iyi değerlendirilmesi gerektiğine işâret etmektedir: “Es-sâbirîne ve’s-sâdıkîne ve’l-kânitîne ve’l-munfikîne ve’l-mustağfirîne bi’l-eshâr… (-Bu nîmetler- Sabredenler, dosdoğru olanlar, Allâh’a tâm itâat edenler, hayra harcayanlar ve seherlerde istiğfâr ile bağışlanma dileyenler içindir…)” (Âl-i İmrân / 17)
Sihr, her gece seher vaktinin karanlığından gün ışığının parlamasıdır… Akılları hayrette bırakan bu gece-gündüz döngüsü ve bu devridâim, dikkat nazarıyla bakılacak olursa esâsında hârikulâde bir sihirdir… Artık gündelik bir hâl alıp olağanlaştığı için sıradan dikkatleri pek celbetmeyen seherin sihri, hayret makâmının yüksek idrâk ve şuûrunu taşıyanları her seferinde hayran bırakan bir olağanüstülüktür…
Sihr, seherden “Gör bakalım, ne çıkacak..?” beklentisinin netîcesidir; Mevlâ neler yüklemiştir ve ne ecirler bahşetmiştir seher vaktine… Sihr, seherin feyzidir, bereketidir; zîrâ, seher vaktinde yapılan bir ibâdete sevâb olarak âhirette kaç kat mükâfât verileceğini kullar bilemezler…
Sihr, sehûr lokmasının ve yudumunun kerâmetidir; zîrâ, bir sehûr lokmasına nasıl bir gıdânın ve bir sehûr yudumuna nasıl bir şifânın sırlandığını bilmek mümkün değildir… Bu hususta sâdece Peygamber-i zîşân -aleyhissalâtu vesselâm- efendimizin sırlı hikmetler ve hakîkatlarla yüklü yukarıdaki tavsiyesine cân kulağını açmak yeterli olacaktır…
Seher… Ve sihr…
Töreli Türk şiiri, seherin sihirli dokunuşlarını ifâde eden istiârelerle doludur… Bâd-ı Sabâ ya da bâd-ı seher tâbîr edilen “seher yeli” sâdece bir peyk ya da ulak değildir; yânî, mâşuğun kokusunu âşığa getirip âşığın âhlarını mâşuğa götürmez sâdece… Seher, gece boyunca bülbülün ötüşüne dayanamayan güllerin açtığı vakit de değildir sâdece… Seher, sâdece kendine özgü sırları mündemiç olan özge bir vakittir…
Seher, kulun, âdetâ görüyormuşçasına ve duyuyormuşçasına Rabbi ile söyleştiği nâz-niyâz vaktidir… Seher, Yahyâ Kemâl’in “Her seher bir gül açar her gece bir bülbül öter…” mısrâında da zımnen ifâdesini bulduğu üzere duâların bülbül, icâbetin de gül telâkkî edildiği ihsân vaktidir…
Seher yeli, “Seherde kalkın, kapıları ve pencereleri açın…” töreli tavsiyesinin de işâret ettiği üzere, nice hastalıklara şifâları, nice dertlere devâları taşıyan âdetâ hikmetle yüklü bir hekîmin tılsımlı nefesidir, soluğudur…
Seher vakti, ferdî, âilevî ve ictimâî rızıkların taksîm edildiği günlük bir maksim, yâni kısmet vaktidir…
Ve sehûr…
Sehûr, Ramazân seherinde dağıtılan yemektir… Sehûr, iftâr rızıklarının paylaştırılıp dağıtıldığı seher vaktidir… Kanâat getirmek gerekir ki yiyeceği bir lokma ekmeği ve içeceği bir yudum suyu olmayan bir kimse sehûr için kalktığında ciğerlerine çekeceği bir nefeslik bâd-ı seher ile bile orucunu râhatlıkla tutacaktır… Bu da sehûrun tılsımlı feyzi, sihir yüklü kerâmetidir…
Söz uzar, haddi aşar… Sözü ustasına bırakmak gerek… Yûnus Emre diyor ki “seher vaktinde kalk”:
İşit sözümi iy gâfil tanla seher vaktinde tur
Eyle buyurmış ol kâmil tanla seher vaktinde tur
İşit ne dir horûsunuz tanla virilür rûzunuz
Dost dergâhına dutgıl yüz tanla seher vaktinde tur
İşit sözümi iy sağır tâ terezün gele ağır
Yalvar Çalabuna çağır tanla seher vaktinde tur
Yatanlarun yatlı hâli hîç nesneye irmez ili
Seher eser rahmet yili tanla seher vaktinde tur
Kuşlarıla turgıl bile kıl namâzı imâmile
Yalvar günâhunı dile tanla seher vaktinde tur
Okına Kur’ân u Yâsîn kulak urup dinleyesin
Tağca günehler yuyasın tanla seher vaktinde tur
Okına hadîs ü kelâm diyeler aleyhi’s-selâm
Âşıkısan bellü bilem tanla seher vaktinde tur
Halâl ola sana uçmak uçmakta hûrîler kuçmak
Kevser şarâbını içmek tanla seher vaktinde tur
Miskîn Yûnus aç gözüni uyar gafletden özüni
Tâ bilesin kend’özüni tanla seher vaktinde tur…
Mevlâ, seher gafletinden cümle ümmet-i Muhammed’i müteyakkız eylesin… Mevlâ, cümle ümmet-i Muhammed’in seher ibâdetlerini kabûl, sehûr rızıklarını bereketli eylesin… Mevlâ, cümle ümmet-i Muhammed’in Ramazân günlerini pürnûr u münevver eylesin… Âmîn âmîn âmîn…
Ramazân’ın sâhibine emânet olalım…
Selâmet ve letâfetle, efendim…
Abdülkadir DAĞLAR