Taraf ~ Tarf ~ Tarfe ~ Turfe Kelimelerine Dâir
Dil, esrârengîz bir muammâdır… Dil, her bir tarafı kendine özgü bakış ve algılayış gerektiren tüm taraflarının anlaşılabilmesinin ancak “üst dil”in kılavuzluğuyla mümkün olabileceği bir ülke ve bir âlemdir… Üst dil, mefhûmların dilidir… Mefhûmlardan mânâlara, mânâlardan kelimelere gelen husûsî ve mahrem yol ise, ancak iştikâk ameliyesinin kılavuzluğu sâyesinde görünür ve yürünür hâle gelebilir…
Bu deneme de iştikâkı töreli bir ameliye addeden bir yaklaşımla yazılacak, esâs îtibârıyla kökteş dört kelime arasındaki mefhûm alâkaları üzerinden bir iştikâk dâiresinin çizilmesine gayret sarfedilecektir…
Taraf, “yan, yön, istikâmet; bölge, yer; ülke” anlamlarındadır…
Tarf, “uç, köşe; göz ucu, bakış; göz ucuyla bakış” anlamlarına gelmektedir…
Tarfe, “göz kapaklarının bir kere kapanıp açılması” demektir…
Turfe, “yeni, tâze; acîb ve garîb, değişik; şaşkınlığa yol açan nevzuhûr şey; turfa” anlamlarına karşılık gelmektedir… Kezâ, “mübtedî; acemî” anlamlarında, bir mesleğe yeni adım atmış olan, yoluna başındaki kimselere de turfe –turfa– dendiği görülmektedir…
Taraf, bir tarfın değdiği, yettiği, ulaşabildiği mesâfedeki yerdir… Taraf, bir tarfe süresince bile görülebilecek yerdir… Taraf, mutlakâ –kendisini bir diğerinden tefrîk eden– bir turfeye ve turfeliğe sâhip bölgedir… Taraf, kendisine hâs bir tarf ve tarfeyle bakılıp görülmesi îcâb eden yerdir… Taraf, nev‘i şahsına münhasır bir turfesi ve turfeliğiyle meşhûr olan bölgedir…
Tarf, uç taraftır; köşede bucakta kalan taraftır… Tarf, karşı tarafa yâhut etrâfa incecikten süzgün bakan göz ucudur… Tarf, göz ucuyla atılan bir tarfelik bakıştır… Tarf, karşı tarafın turfe hâlini yâhut etrâftaki turfelikleri göz ucuyla süzerek farkedebilecek incecik bakıştır…
Tarfe, göz kapaklarının bir tarfa –göz ucuyla bakışa– yetebilecek ölçüde iki tarafa ayrılıp açılışı, kırpılışıdır… Tarfe, olup biteni anlayabilmek için etrâfa yönelen kısa bakışlardan, hızlı hızlı göz kapağı kırpılışlarından her biridir… Tarfe, etrâftaki turfeleri, turfelikleri idrâk edebilmek için atılan dikkatli ve kesintisiz bakış esnâsındaki anlık göz kapağı kırpılışlarından her biridir…
Turfe, hayretten göz kapaklarını iki tarafa açtıran, daha evvel görülmemiş, değişik, acîb ve garîb şeydir… Turfe, her bir tarafa kendine özgü husûsiyetini kazandıran şey(ler) ve her bir tarafı diğer(ler)inden farklı kılan manzara(lar)dır…
Turfe, kâinâtın her tarfta –göz ucuyla bakışta– ve her tarfede –göz kapaklarının her kırpılışında– insânı hayrete düşüren oluşu ve bozuluşudur… Turfe, bir tarfta ve bir tarfede bile farkedilebilen, idrâk edilebilen acîblikler ve garîbliklerdir… Turfe, “Kulle yevmin huve fî-şe’n. (O, her ân yaratma hâlindedir.)” (Rahmân / 29) âyeti mazmûnunca Yûnus Emre’nin
Biz sevdük ‘âşık olduk sevildük ma‘şûk olduk
Her dem yini dirlikde bizden kim usanası
beytindeki “yini (yeni)”dir, yeniliktir…
Turfe, kâinâtın, her ânı bir öncekinden farklı olan hâli ve her hâli bir başkasından ayrı olan ânıdır… Turfe, âlemin, –tıpkı Nâilî’nin
Mestâne nukûş-ı suver-i ‘âleme bakduk
Her birini bir özge temâşâ ile geçdük
beytinde dile getirdiği gibi– her sûreti bir diğerinden özge temâşâ gerektiren nakşıdır…
Bu dört kelimeden türevlenmiş –müştakk– şu kökteş kelimeler de, aralarında mevcut bulunan iştikâk ilişkilerini keşfetmede yararlı olabilir:
Târif, –ta‘rîf ile karıştırılmamalıdır– ism-i fâ‘il sîgasında, “yeni, değişik” anlamını taşıyan bir kelimedir… Târif, bir tarafa özgü olan, ancak o tarafa bakıldığında görülebilecek olan yeni bir şeydir… Târif, her tarfta görülebilecek olan yeni ve her tarfede dikkat çeken değişik şeydir… Târif, turfedeki yeni(lik) ve değişik(lik)tir…
Tarîf, sıfat-ı müşebbehe sîgasında, “çok tâze, pek körpe; çok değişik” anlamlarına gelen bir kelimedir… Tarîf, yeni ve değişik bir tarafa yönelen tâze tarf ve körpe tarfedir… Tarîf, turfe olan şeydir, turfeliktir…
Etrâf, cem‘-i mükesser sîgasında “yanlar, yönler; köşeler, bucaklar; taraflar” anlamında çokluk bildiren bir kelimedir… Bununla birlikte, etrâf kelimesinin “tarflar, tarfeler, turfeler” anlamlarını da ihtivâ ettiğini söylemek mümkündür…
Türkçe’de etrâf ve bakmak kelimelerinden müteşekkil “etrâfa bakmak”, “etrâflıca bakmak” deyimleri var, tüm bu kelimelerin anlamlarını kendilerinde toplayan ve anlamlarını ancak bu kelimelerin anlamlarıyla kavrayan deyimler… Nitekim, söz konusu müştakk kelimelerin hepsi bu deyimlerde mündemiç hâldedir…
Bu deyimlerden de hareketle denilebilir ki:
Etrâf, tarafların birbirlerini tarflarla –göz ucu bakışlarla– süzebilecekleri mesâfedeki çevredir… Etrâf, tarflarla bakılıp görülebilecek ve tarflarla algılanabilecek mesâfedeki çevredir… Etrâf, tarfelerle –göz kapağı kırpılışlarıyla– seyredilen çevredir… Etrâf, her bir tarafında kendine özgü turfelerin, turfeliklerin görülebildiği çevredir…
Tarfetü’l-‘ayn…
Bahsi geçen bakışın beden gözüyle olduğuna işâret eden tarfetü’l-‘ayn tâbîri ise, “göz kapaklarının bir seferlik kapanıp açılışı, göz kırpılışı ve göz kapaklarının bu hareketiyle geçen kısa süre” için kullanılmaktadır… Tarfetü’l-‘ayn, bir demdir, bir ândır… Tarfetü’l-‘ayn bir nefeslik bakıştır…
Tarfetü’l-‘ayn, Âşık Veysel’in
Mecnûn’um Leylâ’mı gördüm bir kerrece bakdı geçdi
dizesindeki bir kerrecelik bakış, Şemsi Belli’nin
Gönül penceresinden ansızın bakıp geçtin
dizesindeki ansızın bakıştır…
Tarfetü’l-‘ayn, kimi zaman da gönül gözünün –ancak gönül gözüyle görülebilen– kırpılışıdır…
Lahza – lihâza…
Dikkat çeken bir husustur ki tarfetü’l-‘ayn, Türkçe’de kökteş lahza ve lihâza kelimeleriyle aynı mefhûm etrâfında doğrudan alâkalı görünmektedir… Şöyle ki:
Lahza, “göz kapayıp açıncaya kadar geçen kısa süre; ân, dem” anlamlarına gelmektedir; lihâza ise, “göz ucuyla atılan bir anlık bakış” demektir…
Meselâ, Bâkî’nin
‘Ârız-ı gül-gûnun üzre hâl-i fettânun senün
Fitneden hâlî degül her lahza âl üstindedür
beytindeki her lahza ifâdesi, “her ân” anlamıyla yorumlanabileceği gibi, –lihâza kelimesiyle iştikâk ilişkisi üzerinden– “göz ucuyla yapılan her fettan bakış” olarak da yorumlanabilir… Yânî, sevgilinin gül renkli yanağındaki –belki dudağının ucundaki, belki de gözünün kenârındaki– kara ben, –göz ucuyla yaptığı bakış sâyesinde– her ân bir fitne ve bir hîle peşindedir…
“Göz açıp kapamak” mı yoksa “göz kapayıp açmak” mı..?
Tarfe ve lihâza mefhumlarında mündemiç “bir ânlık süre”, göz açıp kapayıncaya kadar mı geçer, yoksa göz kapayıp açıncaya kadar mı geçer..? Göz kapaklarının kapanıp açılması –çoğu zaman hiç farkedilemeyen– bir ânlık “göz kırpmak” demektir; göz kapaklarının açılıp kapanması ise bir ândan daha uzun bir süreye işâret eder… Bu hususta yaygın söyleyiş “göz açıp kapayıncaya kadar” şeklindedir… Ancak, Yûnus Emre’nin
Geldi geçdi ömrüm benüm şol yil esüp geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelür şol göz yumup açmış gibi
beytinde olduğu gibi, Nef‘î’nin
Bir düş gibidür hak bu ki ma‘nîde bu ‘âlem
Kim göz yumup açınca zamânı güzer eyler
beytinde de tâbîrin “göz yumup açmak” şeklinde kullanıldığı dikkat çekmektedir… Yânî, bir ömürlük âlemin hâli “göz kırpmak” gibi kısa sürelidir… Belki bir ân, belki bir uyku, belki bir rüyâ… Geçip gidiverir…
Ömür, ha göz açıp kapayıncaya ha da göz kapayıp açıncaya kadarki süreye benzetilsin, yekpâre bir bakış sayılabilir… Kezâ ömür, –binlerce binlerce nefesten oluşan– yekpâre bir nefes olarak da tasavvur edilebilir… Asıl mes’ele, bu yekpâreliği, yânî iki bakış arasındaki ân ile iki nefes arasındaki ânı hakkıyla idrâk edebilmektir…
Hûşderdem…
“Her nefeste ve iki nefes arasında bile ayık olmak” ve “hîç bir ânı gâfil geçirmemek” anlamında bir tasavvuf tâbîridir, hûşderdem (< hûş-der-dem)… Hîç bir lahzayı ve lihâzayı, hîç bir tarfı ve tarfeyi boşa geçirmemek, her ânda ve her nefeste tam bir şuûr ve ayıklık hâlinde bulunmaktır, hûşderdem, âlem üzerinden kâmil ve yekpâre bir temâşâ ile geçip gitmektir… Şeyh Gâlib, Mevlevîler gürûhunu anlattığı bir müseddesinin
Kelâm-ı samtı deryâlar gibi pür-cûş söylerler
Mahabbet râzını birbirine hâmûş söylerler
Be-her dem hûş-der-dem sırrını bî-hûş söylerler
Rumûz-ı ‘ışkı cümle bî-zebân u gûş söylerler
mısrâlarında, onların –belki akıllarıyla ve lisanlarıyla değil ama– gönüllerinden gelen sükûtun sesiyle her nefeste ve her ânda hûşderdem sırrını, yânî her nefeste aşktan ve hüsn ü ânı temâşâ etmekten alınan zevki söylediklerini dile getirmektedir…
Hâsıl-ı kelâm ve hulâsa-yı merâm:
Âlem, sonsuz taraflardan, sonsuz tarflardan, sonsuz tarfelerden ve de sonsuz turfelerden oluşan girift bir muammâ, heybetli bir bilmecedir… Âlemin bâzı tarafları beden gözünün ve bâzı tarafları da cân gözünün tarfıyla ve tarfesiyle görülebilir, idrâk edilebilir; onun, bâzı turfeleri akılla ve bâzı turfeleri de gönülle mânâlandırılabilir, anlaşılabilir… Hele kâmil insânın iç âlemi ise acîb, garîb ve bambaşka bir muammâdır… Neşâtî’nin şu beyti bu hususta dikkat çekicidir:
Olsak n’ola bî-nâm u nişân şöhre-yi ‘âlem
Biz dil gibi bir turfe mu‘ammâda nihânuz
[Adsız ve sansız olsak ne olur, âlemin en meşhûru olsak ne olur; biz, gönül gibi bir turfe mu‘ammâda gizliyiz, sırlıyız…]Kim bilir, belki de uçsuz bucaksız bu âlem ilâhî bir tarfeden, cenâb-ı Hakk’ın bir lahzalık lihâzasından ibârettir, kim bilir..!
Mâdem âlem tek nakışlık ve mâdem ömür tek bakışlık; o bakışta tek ve mükemmel nakşın örüntüsünü teşkîl eden tüm nakışları görüp idrâk edebilecek bir temâşâ kudreti niyâz ediyoruz…
Selâm’ın selâmeti ve Latîf’in letâfeti ile…
Abdülkadir Dağlar
Hocam çok ince, zarif çalışmalarınız sayesinde, terkedilmeye çalışılan, keyifle dinlenen üst seviyede edebi ve suyun akışı gibi ahengli, siirsel ifade zenginliği olan öz Türkçemiz üzerinde yapmış ve yapmakta olduğunuz çalışmalardan ötürü şahsınıza ve çalışma arkadaşlarınız hocalarıma teşekkür ediyorum.
Kurban Bayramınızı tebrik ederim
Muhterem Abdulkadir Hocam
İnce, zarif çalışmalarınız sayesinde, terkedilmeye çalışılan, keyifle dinlenen üst seviyede edebi ve suyun akışı gibi ahengli, siirsel ifade zenginliği olan öz Türkçemiz üzerinde yapmış ve yapmakta olduğunuz çalışmalardan ötürü şahsınıza ve çalışma arkadaşlarınız hocalarıma teşekkür ediyorum.
Kurban Bayramınızı tebrik ederim