Doç. Dr. Abdülkadir DağlarEdebiyâtTöreli Yazılar

Ya Tutmazsa..!

-Nasreddîn Hoca Şerhi - 7-

Ya Tutmazsa..!

-Nasreddîn Hoca Şerhi – 7-

*

Bismillâh…

Elhamdulillâh…

Es-salâtu ve’s-selâmu alâ-Resûlillâh…

“Ed-dunyâ mezra‘atu’l-âhireti. (Dünyâ, âhiretin tarlasıdır.)” buyurmuş, Resûlullâh –sallallâhu aleyhi ve sellem– efendimiz; dünyâda ne ekersen âhirette onu biçersin, yâni…

Kıyâs yoluyla genişletilebilir bu tarlanın sınırları: Gençlik, yaşlılığın tarlasıdır… Sağlık zamânı, hastalık zamânının tarlasıdır… Bolluk ve zenginlik, kıtlığın ve yoksulluğun tarlasıdır… Vesâire vesâire…

Şimdiki zamânı ganîmet bilmeli, ona göre de, gelecek zamâna yatırım yapmalıdır… Her hâl ü şartta uhdemize emânet edilen tarlayı sürmeli, geleceğe dâir “acabâ biter mi bitmez mi” gibi âtıl ve fâsid ihtimallerle tarlayı ekmekten geri durmamalı… Tarla ne kadar büyük olursa olsun, tohum saçmakta tembellik ve gevşeklik göstermemeli… Zîrâ, Necip Fazıl’ın dediği üzere,

Tohum saç, bitmezse toprak utansın…

Eldeki imkânlar ve fırsatlar, hangi şekilde değerlendirilmeyi hak ediyorsa ve de mümkün kılıyorsa, yine mutlakâ o şekilde değerlendirilmeli… Necip Fâzıl’ın yine aynı şiirindeki

Hedefe varmayan mızrak utansın…

sözünün gereğince, elde mızrak varsa, hedefe mutlakâ atılmalı, fırlatılmalı…

Kulun vazîfesi tohumu bitirmek değil, saçmaktır… Kulun vazîfesi, mızrağı hedefe saplamak değil, fırlatmaktır… O kadar ki –hakîkî mânâda-, sâdece tohumu bitiren değil, saç(tır)an da Allâh’tır; sâdece mızrağı hedefine ulaştıran değil, at(tır)an da Allâh’tır… Nitekim, Rabbimiz de öyle buyurmuyor mu:

Ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnellâhe ramâ. (Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allâh attı.)” (Enfâl / 17).

Ezcümle, mü’min, seferle mükelleftir, zaferle değil; yoldan mes’uldür, menzilden değil…

**

Nasreddîn Hoca’nın menşur ve meşhur bir latîfesi var, bu mevzû ile alâkalı yorumlarını nükte ve mizâh üslûbuyla veciz bir ifâdeyle aktaran: Ya tutarsa..!

Hoca bir gün bir elinde bakraç, bir elinde kaşıkla gölün kenârına oturur; besmele çeker, bakraçtaki yoğurdu kaşıkla göle çalmaya başlar…

Etrâfına toplanıp da dikkatli bakışlarla Hoca’yı izleyen halk sorar:

– Hocam, ne yapıyorsun Allâh aşkına..?

Hoca cevap verir:

– Görmüyor musunuz, gölü mayalıyorum…

Bu cevap karşısında şaşıran halk, biraz da istihzâ ile şöyle der:

– Bir âlemsin, Hocam, göl hîç maya tutar mı..?

Hoca da -zâten bu soruyu beklercesine- cevâbı yapıştırır:

– Ya tutarsa..!?

***

Hoca’nın bu latîfesi de diğerleri gibi mâlâyânî değildir, üzerinde değerlendirmeler yapmaya, yorumlamaya, konuşmaya, yâni şerhe açık ve de muhtaçtır… O hâlde, insanların sabırsızca, fikirsizce ve de tefekkürsüzce sordukları soru ve yaptıkları îtirazlarına Hoca’nın vermiş olduğu cevap netîcesinde meydâna gelen âciz ve gülünç durumdan akl-ı ma‘âd sâhipleri ne hisseler çıkarabilirler..? Yâni, bu latîfenin şerhi ne ola ki..?

𝟎 “Göl”den murâd, dörtte üçü suyla kaplı olan bu fânî âlem olabilir… Hattâ, –suya nisbetlemâ’î (mavi) renk ve tonlarının kaynağı sayılan gökler –felekler– bile “deniz” olarak tasavvur ve tavsîf edilmiş; dahası, o denizde yüzen gemiler ise, aynı kökten kaynaklanan “fülk” kelimesiyle isimlendirilmiştir… Dolayısıyla göl istiâresinden murâd, yer ve göklerden müteşekkil fânî maddeler âlemi yâhut âlem-i şehâdet olabilir…

𝟏 “Bakraçtaki yoğurt”tan murâd, hâlis niyet; “mayalamak”tan murâd, sâlih amel; “mayanın tutması”ndan murâd ise, ebedî âhiret mükâfâtı olabilir… Niyyet, amellerin mayasıdır; niyyet, ne kadar hâlis ve sâlih olursa, ameller de o nisbette salâha ve sulha vesîle olur… Bu dünyâda ne kadar sâlih amel işlenirse veyâhut bu dünyâ gölü ne kadar sâlih amelle mayalanırsa, âhiret yoğurdu yâhut âhiret mükâfâtı da o nisbette büyük ve güzel olur…

𝟐 Fânî âlemde sâlih niyyetiyle sâlih amel işleyen sâlih kul, karşılığında cenâb-ı Hakk’ın rızâsı ile ebedî hayâtın mükâfâtını ümîd eder… Sâlih kulun kuvvetli îmânıyla beslenen bu ümîdi, zerre mikdârı şüpheye mahal bırakmayacak derecede çok kuvvetlidir; öyle ki, bir su gölüne yoğurt çalındığında mayanın tutacağına inanacak kadar çok kuvvetli…

Hoca “ya tutarsa” derken, aslında kendisinde mayanın tutmayacağı yönünde aslâ bir şüphe yoktur, o, tutacağından emindir; şüphe, etrâfındaki sâlih ve kâmil olmayan halktadır…

𝟑 “Ba‘su ba‘de’l-mevt (öldükten sonra dirilmek)” ile “yevmü’l-âhir (âhiret günü)”e îmân, sâlih îmânın olmazsa olmazlarıdır… Bu iki îmân, insânın bu fânî âlemdeki amellerini şekillendirir; böyle bir îmânı taşıyanların niyyetleri hâlis ve sahih, amelleri ise sâlih ve bereketli olup ebedî âlemde de meyvesini verir; taşımayanların amelleri ise fâsid ve ebter olup sâdece bu dünyâda kalıverir…

𝟒 Bu dünyâ hayâtı boşa geçirilmemeli, dâimâ sâlih niyyetlerle sâlih ameller işlemeye gayret edilmelidir… Mükâfâtın ve rahmetin Allâh’tan mutlakâ verileceği ümîdi dâimâ korunmalı, aksi hâlde îmânın tehlikeye gireceği bilinmelidir… Hak bu ki, “Lâ-taknatû min-rahmetillâh. (Allâh’ın merhametinden ümîdinizi kesmeyin.)” (Zümer / 53) buyurulmaktadır…

𝟓 Bu dünyâdaki sâlih bir amelin öteki dünyâdaki ecri, ölçülemeyecek ve hesaplanamayacak derecede kat kat fazlasıdır… Hoca’nın bu latîf temsîlindeki misalde ise, bu fânî dünyâdaki sâlih mayalı bir kaşık yoğurdun bâkî dünyâdaki karşılığı, bitimsiz ve bitmeye gelmez hâlis yoğurt gölüdür…

𝟔 Hoca, mayayı besmeleyle çalmıştır… “Bismillâh” ile başlayan her amel bereketli olur; başında besmele olan hîç bir işin sonu ebter ve kesik olmaz… Elhak, Resûlullâh –sallallâhu aleyhi ve sellem– efendimiz, “Kullu emrin zî-bâlin lem-yubde’ b’ismillâhi fe huve ebter. (Allâh’ın adıyla başlamayan her iş ebterdir.)” buyurmaktadır… Süleymân Çelebi de bu emr-i şerîfi Mevlid’inin başında

Allâh adı olsa her işün öni

Hergiz ebter olmaya anun sonı…

sözleriyle tercüme etmekte; Ebussuûd Efendi ise,

Besmeleyle olur inâyet-i Hakk

Hamdeleyle bulur suhan revnak

İsm-i zâtun bize hidâyeti çok

Lutf u irşâdınun nihâyeti yok

mısrâlarında, bir işe bismillâh ile başlamanın fazîletine, bereketine ve letâfetine işâret etmektedir…

Besmele, berekettir ve bereketin de –yâni mayanın tutmasının da– emniyetidir… Zîrâ, sonunda hamdedilecek her işin başında besmele vardır…

𝟕 Halkın Hoca’ya alaylı bakışı, kâfirin mü’mine bakışı gibidir… Kâfirler, mü’minlerin, ecrini ve mükâfâtını bu dünyâdan değil de öteki dünyâdan umdukları sâlih amellerine hîç mânâ veremezler, mü’minlerin bu dünyâda boşa çalıştıklarını düşünürler… Hâlbuki bir mü’minin sâlih amel işlemedeki asıl düstûru şu töresözde hulâsa edilmiştir:

“İyilik yap, denize at; balık bilmezse, Hâlık bilir…”

Bu töresözdeki “deniz”den murâdın da Hoca’nın “göl”ü olduğu âşikâr değil mi..?

𝟖 Kâfir, sâlih amel mayasının tutacağına inanmayan kimsedir; o, bu fânî dünyâyı hakîkî yurt zannettiğinden her şeyin ve her işin karşılığının yalnız bu dünyâda alınabileceğini var sayar… Tâbîri câizse, kâfir, görmediğine inanmaz, gûyâ, boşa yoğurt çalmaz… Oysa ki, kendisi de görmektedir ki –yâhut görememektedir ki– sâdece bu fânî dünyâya yapılan yatırımlar ve bu dünyâlık kazanımlar, sonunda sâdece bu dünyâda kalmaktadır, bir ebedîlik kıymeti taşımamaktadır…

****

Yukarıda hâtırlatılan töresöz, biraz daha beşerî-insânî düzleme uyarlanacak olursa şöyle denilebilir:

İyilik yap, halka bırak; alık bilmezse, Hâlık bilir…

Kâfir, gûyâ mü’mini alık zanneder; ama bilmez ki gerçek alık ve enâyi kendisidir… Zîrâ kâfir, tüm zamânını ve gücünü, hızla geçen ve elinde de kalmayacak olan bir dünyâ için harcamaktadır…

Kâfir, nankördür, küfrân-ı ni‘met içerisindedir; hem kendisine bahşedilen nîmetleri görmez-den gelir– ve hem de o nîmetleri kendisine bahşedeni yok sayar… Kâfirin bu dünyâdan başka sermâyesi yoktur; onun mayası fâsid ve ebterdir… Kâfir, var gücüyle bütün mayasını bu dünyâ için çalar, lâkin, mayası tutmaz; çünkü, dünyâ fânîdir, kalıcı değildir…

Hoca’nın halka verdiği cevâbı kâfirlere yönelterek ve yönlendirerek şöyle söylemek gerekir:

– Siz her işinizin karşılığını aslâ ebedî kalamayacağınız bu dünyâda görmek için çabalıyorsunuz, –aslında tutmayacağını da bile bile– tüm mayanızı bu dünyâya tutturmak için çalıyorsunuz da… Ya tutmazsa..!?

*****

Hâsıl-ı kelâm ve hulâsa-yı merâm…

Îmân ve sâlih amel, mükâfâtı ebedî saâdet olan bir mayadır…

İnanarak, rızâ-yı ilâhî gözetilerek ve netîcesi yalnızca Allâh’a havâle edilerek başlanan bir iş, daha başındayken gâlip, önde ve başarıyla başlamış sayılır… Bu şekilde başlanan bir işin karşılığı eğer fânî dünyâda görül(e)meyecek olsa da, o iş öteki dünyâda mutlakâ mükâfatla karşılık bulacaktır…

Rabbimiz, başı fâsid, sonu ebter olan işlerden cümlemizi muhâfaza eylesin… Rabbimiz, cümlemize, niyyeti hâlis, encâmı bereket ve mükâfât olan sâlih ameller nasîb eylesin…

Nasreddîn Hoca’ya rahmetler, mağfiretler olsun; mekânı cennet, manzarası cemâlullâh olsun…

Vesselâm…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu