Doç. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

YÛNUS FETVÂSI MI OĞLANCILIK FETVÂSI MI..?

Yûnus Fetvâsı mı Oğlancılık Fetvâsı mı..?

Din-san‘at ilişkileri dâiresinde şerîat-şiir arasındaki ilişkiler –Batı Hristiyan dünyâsında da olduğu gibi– Doğu İslâm dünyâsında da din adamlarını ilgilendirmiştir. Bir kelâm san‘atı olarak şiirin içerisindeki ifâdelerin şerîata yâni zâhirî-kitâbî din anlayışına uygunluğu sorgulanmış, gerek şiirler gerekse şâirlerle ilgili fetvâlar, mahkeme kararları zaman zaman ciddî tartışmalara ve hattâ kutuplaşmalara yol açabilmiştir.

Bu çalışma çerçevesinde önce Ebussuûd Efendi’nin (1490-1574) Yûnus Emre (ö. 1320) ile alâkalı olduğu iddiâ edilen bir fetvâsı üzerinde durulacak; ardından bu fetvânın, Yûnus için mi, Yûnus’un şiiri –yâhut birkaç beyti– için mi, yoksa Yûnus’u ve şiirini istismâr eden oğlancılar için mi verildiği îzâh edilmeye çalışılacaktır.

Bilhassa Cumhuriyet sonrası Türkiye’sinde Yûnus üzerine onun sûfîliği ve şâirliği yanında din ve dünyâ algılaması ile insâna bakışı da çok tartışılmıştır. (Beşir Ayvazoğlu, Yûnus’a çeşitli zâviyelerden bakış açılarını gösteren bu dâiredeki tartışmaları Yunus, Ne Hoş Demişsin -Cumhuriyet Sonrası Yunus Emre Yorumları- kitâbında titiz ve ciddî bir araştırma ile bir araya getirmiştir.)

Yûnus’un aşağıda da zikredilen meşhûr mısrâları merkezinde Ebussuûd’un verdiği fetvâ da –muhtemelen verildiği dönemde de olduğu gibi– Cumhuriyet döneminde çeşitli çevrelerce sorgulanmış, Ebussuûd’un katılığına, hoşgörüsüzlüğüne hamledilmiştir. Fetvâ metni

şöyledir:

MES’ELE

Bir zâviyenün mescidinde eşhâs-ı muhtelife ile müştehâ oğlanlar muhtelit olub envâ‘-ı teganniyât ile tevhîd iderleriken kelime-yi tevhîdi tağyîr idüb gâh dil-i men gâh cân-ı men diyüb ve gâh

Sen bir ulı sultânsun cânlar içinde cânsun

Çün ‘ıyân gördüm seni pinhân kayusı degül

diyüb ve gâh

Cennet cennet didükleri bir ev ile bir kaç hûrî

İsteyene vir sen anı bana seni gerek seni

diyü gögüslerini dögüb evzâ‘-ı garîbe itdüklerinde

ahâlî-yi mahalleden ba‘z kimesneler zâviye-yi mezbûrede şeyh olan Zeyde bu makûle evzâ‘a niçün râzî olursın didüklerinde

Zeyd “ne lâzım gelür ve mâ halaktu’l-cinne ve’l-inse illâ li-ya‘budûn” dimegile cevâb virse

şer‘an Zeyde ne lâzım gelür.

EL-CEVÂB

Evzâ‘ u akvâl-i mezbûre kemâl-mertebe fuhş olduğından gayrı cennet hakkında söyledükleri kelime-yi şenî‘a küfr-i sarîhdür katlleri mübâhdur

şeyhleri olan bîdîn hikâyet olan ef‘âl ü akvâl men‘e mübâşeret olınmazısa dahı ne lâzım gelür dimegile kâfir olduğından gayrı ol kabâyıhı ‘ibâdet kabîlinden ‘add idüb âyet-i kerîmeyi ana delîl getürmegile tekrâr kâfir olur bu i‘tikâddan rücû‘ itmezise katlleri vâcib olur.

Ebussu‘ûd.

(Fetâvâ-yı Ebussuûd, Millet Kütüphanesi Ali Emiri Şer’iye 80 vr. 271b-272a. Bu fetvâ için ayrıca bkz. Fahir İz (1996), Eski Türk Edebiyatında Nesir, Ankara: Akçağ Yayınları, s. 48; M. Ertuğrul Düzdağ (1998), Şeyhülislâm Ebussu‘ûd Efendi’nin Fetvalarına Göre Kanunî Devrinde Osmanlı Hayatı -Fetâvâ-yı Ebussu‘ûd Efendi-, İstanbul: Şûle Yayınları, 137-138. Düzdağ’ın çalışmasında Lâtin harfleriyle verilen fetvânın metni mecmûanın Bâyezid Umûmî Kütüphanesi 2757 numaradaki nüshasının 324b varağından alınmıştır.)

Suâl –mes’ele– ve cevâbdan oluşan bu fetvâ metninin, akl-ı selîm sâhibi samîmî meraklılar için gâyet anlaşılır bir dile sâhip olduğunu peşînen söylemek îcâb eder.

***

Ebussuûd’un tasavvufla -daha önce bahsedilen minvâlde- alâkası üzerine fetvâyı ilk olarak onun “sema‘ ve devrân”a bakışı dâiresinde değerlendirmek gerekir:

Ebussuûd Efendi (…) o devir sûfîlerinin zikir esnâsında yaptıkları hareketlerin (devrân) esâsen raks olduğunu ve bu yaptıklarıyla kâfirlere benzediklerini ifâde etmektedir. Ona göre, mutasavvıflar, yapılan bu hareketlerin insanı kötülüklerden, fısk u fücûra düşmekten alıkoyup, zikrullâha vesîle olduğunu ileri sürseler bile, buna şer‘an ruhsat bulunmamaktadır.” (Reşat Öngören (1998), ). “Ebussuud’un Tasavvufî Yönü”, Türk Kültüründe İz Bırakan İskilipli Âlimler, Ankara: TDV Yayınları, s. 290-302).

Fetvâ metninde suâl kısmının başında geçen “müştehâ” (arzulanan, şehvet duyulan) kelimesi -aynı nüshadan alındığı hâlde- Fahir İz’in kitabında yer almamaktadır. (1996: 48)  Fetvâ metninden hareketle Ebussuûd’un Yûnus’u kâfirlikle suçladığı iddiâsında bulunanların kaynağı –verdikleri metinde müştehâ kelimesi bulunmamasından dolayı– İz’in metni gibi görünmektedir. Hâlbuki, Ertuğrul Düzdağ’ın kitâbında bu fetvânın başka bir nüshadan alınmış olan metninde ise bu kelime yer almaktadır.

Müştehâ kelimesinden hareketle fetvâ hakkındaki iddiâ ve ithâmların tamâmen yersiz ve mesnedsiz olduğunu, söz konusu metnin bir Yûnus fetvâsı değil de bir “oğlancılık/oğlan sevicilik fetvâsı” olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. Fetvâda kerîh görülen, fuhş sayılan, yasaklanan ve tekfîr edilen şey, Yûnus ya da Yûnus şiiri değil; tekkenin mescidinde, bazı şehvetli, azgın şahısların gûyâ Yûnus mısrâlarını okuyarak âyîn ve zikir kisvesi altında genç, çekici oğlanlara yakınlaşmaları, bunun yanında onlarla karışmış vaziyette “cânım, gönlüm” gibi samîmî hitaplarla, mısrâları da te’vîl ederek aslında onları arzuladıklarını ifâde etmiş olmalarıdır.

Aslında bu adamlar tekke ve devrân (âyîn-zikir-raks) bağlamında söyledikleri Yûnus mısrâlarını te’vîl ederek, genç oğlanları perdesiz (elbisesiz) gördüklerini veya görmek istediklerini dile getirmişler, içinde bulundukları ortamın cennetten daha çekici olduğunu, hûrîler gibi dişi cinsten sayılanlardan ise kendi cinslerinden oğlanları arzuladıklarını ifâde etmişlerdir.

(Rûm diyârında “Cemâlî”, “Cavlâkî”, “Haydarî”, “Kalenderî” gibi zaman zaman birbirinin yerine kullanılan isimlerle anılan, kendilerine “ışık” denilen abdâl dervişlerin dikkati çeken husûsiyetlerini sıralayan Ahmet Atillâ Şentürk, bu çerçevede onların “âr ve nâmûsu terk etme”, “çâr-darb etme”, “çıplak gezme”, “def ve düblek çalma”, “evlenmeme ve mahbûb-perest olma”, “kalender-hânede kalma”, “kallâş olma”, “köçek sâhibi olma”, “melâmeti meslek edinme”, “şiir okuyup gezme” özelliklerini de örnek metinler ışığında ele almıştır (Ahmet Atillâ Şentürk (2015), “Manzum Metinler Işığında Bir Kalender Dervişinin Profili”, Turkish Studies International Periodical For The Languages Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 10/8, s. 141-220).).

Fetvâ metnindeki “evzâ‘ u akvâl” (konumlar, durumlar ve sözler) kelimeleri bir arada değerlendirilecek olursa, o şahısların içinde bulundukları uygunsuz hâl ve vaziyette okunan mısrâların o bağlama göre yorumlandığı açıktır. Mısrâlar, sâhibi Yûnus’un dilinde fuhş ya da küfr sayılmazken, o uygunsuz bağlamda uygunsuz şahıslarca uygunsuz niyetlerle okunmaları fuhş ve hattâ küfr kabul edilmiştir.

Diğer taraftan, yine tekfîr edilip katli mubâh görülen, Yûnus değil, zâviyesinin mescidinde bu uygunsuz hâl ve harekâta izin verip bunun suç olduğunu alaycı bir üslûpla reddeden, dahası Kur’ân-ı Kerîm’den bir âyeti sened göstererek yapılanları ibâdet kabûl eden şeyhtir. Ayrıca, zâviyenin şeyhi âyeti nasıl kendi amacı doğrultusunda te’vîl ederek delil göstermişse, diğer şahıslar da Yûnus’un mısrâlarını kendi niyetlerine uydurarak te’vîl edip okumuşlardır; yâni mısrâları Yûnus’un kasdettiği tasavvufî-mecâzî mânâları ile değil de temel lugavî-hakîkî mânâları ile düşünüp dile getirmişlerdir.

***

Bu fetvâdan hareketle Cumhuriyet dönemi bürokrat şâirlerinden olan Nüzhet Erman Ebussuûd’a karşı Yûnus savunması mâhiyetinde bir şiir kaleme almıştır. Erman’ın şiiri şöyledir:

Ebussuut Efendi

                (Yıl: 1490-1575)

                              

                İnsanın insan gibi yaşamasını önlemek!

                Şaşarım bu yoldaki verimsiz gayrete.

                Hoşgörüden nasibi noksanmış demek

                Ki, kara çalmak istemiş, apak Yunus’a bile kara!

                Bunca güdümlü fetvadan sonra,

                Efendi Hazretlerini gel de sen akla!

 

                Hani demiş ya Yunus,

                Halden ve dilden anlayanlara:

                (─ Cennet Cennet dedikleri

                Bir ev ile birkaç huri).

                Başka şey kalmamış ehl-i sünnete

                Bu cânım nefesi yasakla sen!

                “─ Din elden gidiyor, aman ha din!”

                Bahanesiyle bir güzel sicilini bozup milletin,

                Bu ve öteki dünyadaki, yani her iki

                Cenneti de (oh, ne âlâ memleket!)

                Kendine sakla sen!

 

                ─ Nerede Cennet, neresi Cennet?

                Dünyanın zaten kendisi cennet!

                Değer çekilen türlü mihnete.

                İşin sonuna bakmalı daima.

                Ne etti, nereye gitti bilmem ama

                Bunca fetva yüküyle Hazret;

 

                Yunus Emmim,

                O gün bu gün, postu sermiş Cennet’e!

Erman’ın konuyla ilgili başka iki dizesi de onun “Yunanca (Z) Harfi” başlıklı şiirinden, şöyle ki:

Öldürülecekti okuyanlar – Yunus’un nefeslerini

                Fetvasına göre Ebussuut Efendi’nin

İlginçtir ki, Erman’ın “Ebussuut Efendi” şiirine, ilgili kabul edilebilecek kaynaklarda dikkat çekilmediği görülmektedir. Ali Yakıcı, Yûnus için yazılan şiirleri derlediği antolojisinde Erman’ın iki şiirine yer verdiği hâlde bu şiirine yer vermemiştir (Ali Yakıcı (1991), Yunus Emre’ye Şiirler, Ankara: KB Yayınları.). Beşir Ayvazoğlu, A. Turan Oflazoğlu’nun tiyatro eserinden yaptığı alıntı dâiresinde Yûnus’un şiiri hakkında Ebussuûd’un fetvâsını değerlendirirken Erman’ın bu şiirine değinmemiştir (2014: 155). Hasan Aktaş’ın çalışmasında ise, Erman’dan yüzeysel de olsa bahsedilmesine rağmen onun bu şiiri ve Ebussuûd hakkında yorumlarına hiç değinilmemiştir (Hasan Aktaş (2002), Yeni Türk Şiirinde Yunus Emre Okulu ve Misyonu, Edirne: Yort Savul Yayınları, s. 68-69).

Fetvâ metninin ne suâlinde ne de cevâbında Yûnus ismi geçmediği hâlde fetvânın çok kesin bir şekilde Yûnus (ve şiiri) hakkında verildiği iddiâ ve ithâmlarının sağlıklı bir düşünce zeminine sahip olmadığı söylenebilir. Cumhuriyet döneminde özellikle Alevîlik çevreleri Yûnus’u kendi dâireleri içine dâhil etmek istemişler, Şî‘a ve isyankâr kızılbaşlar hakkında Ebussuûd’un verdiği tâvizsiz fetvâlar ile içerisinde –belki de hasbelkader– Yûnus’un şiirinin geçtiği bu fetvâyı ilişkilendirmeye çalışmışlardır. Fetvâ ile ilgili yorumlar ön yargıdan, art niyetten, karalama çabasından sâlim değildir; bu olsa olsa, şerîat ve örfe dayalı Osmanlı hukûku geleneğinin en güçlü ismi kabûl edilen Ebussuûd’u –bilhassa Cumhuriyet döneminde– halk arasında hoşgörünün güçlü sesi olarak yaygın kabul görmüş Yûnus’a harcatma, her biri kendi sahasının üstâdı sayılan bu iki ismi birbirine kırdırarak güçlü Osmanlı geleneğinden gûyâ öç alma çabasıdır. Eğer niyet bu değilse durumu ancak cehâletle îzâh etmek mümkündür.

(Osmanlı karşıtı düşmanca karalama kampanyalarına katılan anayasa hukukçusu Prof. Dr. İlhan Arsel’in (1920-2010), vaktiyle Ebussuûd’un bir fetvâsı hakkında –okuyamama ve okuduğunu anlayamama cehâletinden kaynaklanarak– yapmış olduğu fâhiş hatâlı değerlendirmelerini, yine vaktiyle Orhan Şaik Gökyay (1902-1994) ironik hiciv edebiyatının en güzel örneklerinden sayılabilecek bir yazı ile (Hisar, 158. Sayı, Şubat 1977) tenkîd etmişti (Orhan Şaik Gökyay (1982), “Bir Fetva da Bizden”, Destursuz Bağa Girenler, İstanbul: Dergâh Yayınları, s. 262-266).).

Öte yandan, A. Turan Oflazoğlu, Ebussuûd’un fetvâsına, âdetâ yukarıdaki çizgiye reddiye denilebilecek mâhiyette edebî bir yorum getirmiştir. Oflazoğlu “Kanunî Süleyman” (A. Turan Oflazoğlu (1997), Kanunî Süleyman, Ankara: TDK Yayınları) oyununun ikinci perdesini Kânûnî ile Ebussuûd arasında geçen Yûnus tartışması ile başlatır. 13 diyalogdan (karşılıklı 26 konuşma) oluşan bu bölümde, sözde Yûnus’un şiiri aleyhine verdiği fetvâ üzerine Kânûnî’nin “Yalnızca Yunus’la eğitilebilir bizim halk.” şeklindeki itirazına Ebussuûd “Hatta bütün insanlık.” sözleri ile destek vermiş, sonra da fetvâsını, avâmın şiirin zâhirî mânâsına bakarak sapkınlığa düşmemesi için verdiğini dile getirmiştir:

“Padişahım, tam uyanmamış, yarım yamalak aydınlar,

                hele bunların güdümüne kolayca girebilecek

                bilgisizler topluluğuna, ‘Cennet, cehennem yok’ dediniz mi

                bir daha zaptedemezsiniz onları; içinden

                cehennem korkusunu atan bir insan,

                her türlü kötülüğü rahatça işleyebilir.” (s. 71)

***

Hulâsa-yı kelâm…

Ortada doğrudan Yûnus Emre’nin adının anıldığı ve Yûnus Emre’yi tekfîr eden bir fetvâ yok; bilakis, bu fetvânın, devrin sapkın kabûl edilen bir tarîkatın tekke ya da zâviyesinde cereyân eden sapkınca bâzı hareketler ve davranışlar için verilmiş olduğu da âşikâr. Zaman zaman Ebussuûd ve Osmanlı sünnîliği üzerinden İslâm şerîatının hedef alınması ise artık anlaşılmayacak bir durum değil.

Orhan Şaik Gökyay ustâdımızın “bir fetvâ da bizden” dediği fetvâsına bir zeyl de bizden olsun, Ebussuûd’a büyük Alman şâiri Goethe’nin basîret, ferâset, nezâket ve hürmetiyle bakamayan “sözde Türkler”e:

Meseleyi ısrarla “Yûnus Emre fetvâsı” şeklinde yansıtanlar ve göstermek isteyenler için ne demek gerekir..?

Onlar, cehâlet ve zulmettedirler, yâhut gaflettedirler, yâhut dalâlettedirler, veyâhut hıyânet ve adâvettedirler. Dahası var mı..?

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu